Kaybolan belleğin izinde bir arşiv sergisi
“Tiyatro Hazinemizden”
Türkiye Tiyatro Vakfı (TTV), Türkiye tiyatro tarihinin izlerini süren bir sergiyi izleyicileri buluşturuyor. TTV öncülüğünde Sivil Toplum için Destek Vakfı ve Türkiye Mozaik Foundation katkılarıyla hayata geçirilen arşiv sergisi “Tiyatro Hazinemizden” Depo’da kapılarını açtı. Küratörlüğünü vakfın kurucu başkanı Esen Çamurdan’ın, yardımcı küratörlüğünü Aylin Erkan ve Ceren Uyan’ın, tasarımını Sera Dink’in üstlendiği sergi, tiyatronun sadece sahnede değil; anılarda, belgelerde ve geçmişten bugüne taşınan anlatılarda da yaşayabileceğini gösteriyor.
Tiyatro denilince aklımıza oyuncular, sahne tozu, alkışlar, kulis gibi “parlak” şeyler gelse de bu işin bir de epey meşakkatli bir de “arka yüzü” var. “Tiyatro Hazinemizden” sergisi sicil defterleri, kurum içi yazışmalar, maaş bordroları, kurum içi yazışmalar ve mektuplara da yer vererek bizi sahnenin de tiyatronun da arka yüzüne davet ediyor. Sergide ayrıca Genco Erkal, Ergun Köknar, Behzat Butak, Ümit Denizer gibi tiyatrocuların; Genç Oyuncular, AÇOK gibi toplulukların ve dönemlerine damga vurmuş oyunların belgeleri ziyaretçileri bekliyor.

“Bize bir tiyatro müzesi gerek”
Sergiye girdiğimizde, izleyiciyi “Bize Bir Tiyatro Müzesi Gerek” sloganı karşılıyor. Peki neden önemli bir tiyatro müzesi? Bir arşiv ve müzeninin gerekliliğini konuşmak maalesef genellikle kayıpların ardından aklımıza geliyor. Yıldız Kenter, Münir Özkul, Gülriz Sururi, Toron Karacaoğlu, Engin Cezzar, Müşfik Kenter, Mücap Ofluoğlu, Metin And ve Hagop Ayvaz gibi Türkiye tiyatrosunun en önemli isimlerini ve değerlerini kaybettik. Bu isimlerle birlikte maalesef tiyatro belleğimiz de yitip gidiyor. Kişisel arşivler için de durum çok parlak değil. Muhafaza etmek, tasniflemek ve kolektif bir hale getirmek gibi zorlayıcı yönleri var. Çok katmanlı, çok kültürlü ve çok dilli bu zengin mirası bir arada tutacak ve yarınlara bırakacak bir tiyatro müzemiz maalesef yok.

Türkiye Tiyatro Vakfı da tam da bu amaçla, belleğe sahip çıkmak ve bir tiyatro müzesi kurmak için 2019 yılında kuruldu. “Tiyatro Hazinemizden” sergisi de bu uzun yolculuğun bir parçası. Sergi bu yönüyle de bir farkındalık yaratmayı amaçlıyor.
Biz de TTV kurucusu ve serginin küratörü Esen Çamurdan ile sergiyi ve tiyatro arşivimizi, dört gözle beklediğimiz tiyatro müzesini konuştuk. Elbette Ermeni tiyatrosunun en parlak yıldızlarından Merope Kantarcıyan, nam-ı değer Siranuş’un da kulaklarını çınlattık.
TTV ile özdeşleşmiş, “Bize bir tiyatro müzesi gerek” mottosunun bir provası gibi hissettirdi bu sergi bana. Siz ne dersiniz, sergiyi hazırlama süreci nasıldı?
Tam olarak bir provaydı bizim için de. Hem kendimizi sınadık hem de gelen ziyaretçiyi; çift taraflı bir deneyimdi. “Gerçekten bir müzemiz olsa nasıl yapardık? Metnin dili nasıl olurdu? Fotoğraflar nasıl sergilenirdi?” gibi soruları sürekli düşündük. Açıkçası sergi fikrine başta pek sıcak bakmıyordum çünkü sergi hazırlamanın ne kadar zor olduğunu biliyordum.
Yaklaşık iki buçuk–üç yıldır bu proje üzerinde çalışıyoruz. Aylin Erkan ve Ceren Uyan da çok emek verdi; hepimiz yorulduk. En büyük zorlanma sebebi ise ekonomik koşullardı. Sergiyi yalnızca Sivil Toplum Destek Vakfı’ndan geçen yıl aldığımız fonla gerçekleştirdik. Türk lirasının bir yıl içinde ne kadar değer kaybettiğini düşününce bütçemiz ciddi anlamda eridi. Başka sponsor ya da fon bulamadık. Buna rağmen STDV bize büyük anlayış gösterdi. Kurulum sırasında bir noktada bütçenin borç alma sınırına geldiğini fark ettik. O sırada serginin tasarımını da üstlenen Sera Dink’le oturup bütçeyi yeniden ele aldık. Bütçeyi yarıya indirdik ama bunu sergiyi “küçültmek” adına değil, daha çok eğitim odaklı bir yaklaşımla yapmaya çalıştık. Sergilenecek fotoğraf sayısını azalttık, bazı az belgeli bölümleri öne çıkarmak yerine dışarıda bıraktık. Böylece daha yoğun ve odaklı bir sergi ortaya çıktı.

Sergide tiyatronun “arka yüzü”ne de yer veriyorsunuz; kişisel belgelere, mektuplara rastlıyoruz. Bunların hepsi TTV arşivinden. Sergileyemediğiniz pek çok materyal de vardır diye tahmin ediyorum. Nelere yer vereceğinize nasıl karar verdiniz, nasıl önceliklendirdiniz?
Sergiye başlarken kafamızda kabaca bir fikir vardı ama arşivi taramaya başlayınca yol kendiliğinden belirginleşti. Önce bütün malzemeyi taradım; baktım, not aldım. Çünkü bu bir arşiv sergisi ve elimizdeki veri neyse çıkacak iş de ona göre şekilleniyor. Bu ilk taramadan sonra ancak “beş aşağı on yukarı” izleyebileceğimiz bir yol belirdi. Yani arşiv hem malzemeyi sağlıyor hem de sizi yönlendiriyor; bir noktadan sonra siz arşivi değil, arşiv sizi konuşturuyor. Elemeler de böyle başladı. Tasarımcı sürece dahil olunca iş daha somut verilere bağlandı: mekânın ölçüleri, duvar yüzeyleri, çift dilli metin kullanma zorunluluğu… Metinler giderek kısaldı, bütçe kısıldıkça daha da sadeleşti. Hatta sergi masrafını yarıya indirmek zorunda kaldığımız anda daha net bir eleme yapmak kaçınılmaz oldu. Sonunda ortaya daha sağlıklı ve odaklı bir kurgu çıktı.
“Bu sergiyle perde arkasındaki hayatı göstermek istedik”
Sizin “arka yüz” dediğiniz bölüm de bu yaklaşımın doğal sonucu olarak ortaya çıktı. Tiyatro insanlarının insani yönleri, zaafları, ilişkileri… Mesela Ergun Köknar’ın bir deftere yazdığı aşk notları ya da kulisteki küçük gündelik anlar... Bütün bunlar belgelerde zaten vardı ama biz entelektüel bir dil kurmak yerine onların insani yönlerini göstermek istedik. Sonuçta hepsi çalışan insanlar; zaafları, duyguları, çelişkileri var. Bu yüzden tiyatronun görünmeyen tarafını, perde arkasındaki hayatı göstermek istedik.
Bir yandan bir tiyatro müzemizin olmaması büyük bir problem, diğer yandan kişisel arşivlere sahip çıkmak da çok zor. Mekânlar yıkılıyor, dönüşüyor… Böyle bir ortamda ne müzemiz var ne de arşivlerimizi koruyabiliyoruz. Bir kez daha sorayım, bir tiyatro müzesinin olması neden önemli?
Her kaybettiğimiz kişiyle birlikte bir tiyatro kültür mirası da yok oluyor. Müze olmayınca bu mirasın akıbeti belirsizleşiyor: Kimi sahaflara gidiyor, kimi koleksiyonerlere dağılıyor, geri kalanı ya çöpe gidiyor ya da tamamen savruluyor. Ali Porozoğlu örneğinde olduğu gibi (Poyrazoğlu’nun arşivi yanmıştı) kimi zaman da doğrudan yok oluyor.
Fakat şunu da unutmamak gerek: Arşiv korunsa bile toplumla paylaşılmadığı sürece işlevsizleşiyor. Birkaç kişinin çekmecesinde, dolabında saklı kaldığı sürece o mirasın kimseye faydası yok. Oysa müze olduğunda tüm bu bilgi toplumla buluşuyor. Toplum hem kendi kültür mirasının farkına varıyor hem de başkalarının kültürlerini tanıyor. Bu da toplumsal barışa hizmet ediyor; dolayısıyla demokrasiye de hizmet ediyor. Bu nedenle “müze şart” diyoruz. Ama kurmak gerçekten zor; Türkiye’nin koşulları her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Bu kadar uzun süredir bir müze olması konusunda çağrılarınız ve çalışmalarınız var. Buna rağmen neden hâlâ bir tiyatro müzesimiz yok?
Bizim bu sergiyi yapma amacımız biraz da farkındalık yaratmaktı. Çünkü yetkililerin böyle bir kavramı, böyle bir kültürü yok. Bir gereksinim olarak görmüyorlar. Yukarıdaki anlayış neyse aşağıya da o yansıyor. Ülkenin genel kültür politikasına bakınca da durum açık: Türkiye’de kültür politikası var mı? Yok. “Müzelik” kavramı hâlâ eski anlamıyla, vitrinde saklanan nesneler mantığıyla anlaşılıyor. Oysa çağdaş müzecilik bir buluşma alanı, ortak kültürün paylaşıldığı bir yer demek. Ama yöneticiler de, yerel yönetimler de –sadece merkezi iktidarı kastetmiyorum– böyle bir ihtiyacı görmüyor. Türkiye’de birçok şey “varmış gibi” yapılıyor; herkes kendini tatmin ediyor ama köklü, radikal bir adım atılmıyor. Bu yüzden müze yok. Ve müze olmadığı için de kültürel olarak yoksullaşmaya devam ediyoruz. Yoksullaşıyoruz, yoksullaşıyoruz…
Siranuş’un Hamlet’i
Sergide Ermeni tiyatroculardan Siranuş’la karşılaşıyoruz. Kendisi Ermeni tiyatrosunun en parlak yıldızlarından biri. Dönemin ünlü Ermeni kadın sanatçılarından Siranuş, Türkiye’de Hamlet’i canlandıran ilk kadın oyuncu olarak tanınıyor. Esen Çamurdan Siranuş’u ve performansını şu sözlerle anlatıyor:
“Önce şunu açıklamak gerekiyor: Osmanlı Ermeni tiyatrosuna sergide çok geniş yer veremedik çünkü arşivimizde neredeyse hiçbir şey yok. Arşiv olmayınca sergileyecek materyal de olmuyor. Bu nedenle bazı ziyaretçilerin “Neden daha fazla yok?” sorusunu anlıyorum; sebebi eksiklik değil, elde malzeme bulunmaması. Biz de Siranuş’u zaten kendi arşivimizden değil, Hrant Dink Vakfı’nın kaynaklarından öğrendik.

Türkiye’de “ilk kadın Hamlet” olarak uzun yıllar Nur Sabuncu anıldı. Hatta bu şekilde lanse edildi. Oysa yıllar önce Siranuş Hamlet oynamıştı. Biz de sergide bu bilgiyi özellikle düzeltmek istedik. Nur Sabuncu’nun arşivi elimizde vardı, belgeleyebildik; Siranuş’un belgeleri ise yoktu, bu nedenle onları dış kaynaklardan tamamladık.
Hamlet zaten Shakespeare’in en çok oynanan oyunlarından biri. Ancak dönem eleştirmenleri Siranuş'un yorumu pek beğenmiyor. O zamanın toplumsal algısına göre “kadının Hamlet oynaması” yakıştırılmıyor. Buna rağmen Siranuş 1901–1922 arasında 40’tan fazla kez Hamlet oynuyor. Dolayısıyla biz bu sergide aslında önemli bir yanlışı düzeltiyoruz: Türkiye’de Hamlet’i sahnede ilk kez oynayan kadın Siranuş’tur. Serginin amaçlarından biri de bu tarihsel doğrulamayı yapmak.
Eşlik eden konuşmalar
Sergiyi destekleyecek ve tiyatro belleğimize farklı pencereler açacak söyleşiler de eşlik ediyor. Koleksiyonların ve tiyatronun kalıcılığını tartışacağı Tiyatroyu Biriktirmek; artık TTV’nin sloganına dönüşmüş olan Bize Bir Tiyatro Müzesi Gerek; Saitali Köknar’ın annesi Suna Pekuysal ve babası Ergun Köknar’la paylaştıklarını anlatacağı İnsanın Annesi Suna Pekuysal, Babası Ergun Köknar Olunca… başlıklı söyleşiler hakkında detaylar ve bilgiler için Depo ve Türkiye Tiyatro Vakfı’nın sosyal medya hesapları takip edilebilir.
Tiyatro hazinemizi keşfetmek, bir kez daha ısrarla “Neden tiyatro müzemiz yok?” sorusunu sormak ve gereğini talep etmek için 31 Ocak’a kadar yolunuzu Depo’ya düşürebilirsiniz.

