“Soykırıma 7 yıl kala “Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi (1908-1909)”

Geçen sayımızda 1898-1902 arasında yayımlanan Kürdistan gazetesinde çıkan haber ve yorumları değerlendiren Fırat Aydınkaya’nın bu sayımızda da 1908-1909 arasında yayımlanan Kürd Teavün ve Terakki gazetesini değerlendirdiği yazısını yayımlıyoruz. Aydınkaya’nın araştımasına gelecek sayılarımızda da yer vermeye devam edeceğiz.


                                                                                                                 “İttihat dibejine ittifaqa bi welatiya xwe ra, bira file be”[1]

Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi (KTTG) Kürt basın tarihinde “Kürdistan” gazetesinden sonra yayınlanan ikinci gazete olarak tarihe geçti. Yayın politikası açısından gazetenin, Kürdistan gazetesini andıran bir çizgiyle meşrutiyet yanlısı Osmanlı milliyetçiliğine bağlı bir yayın politikası izlediği iddia edilebilir. Gazete esasında 1908 yılında kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyetinin (KTTC) yayın organıydı. Gazete meşrutiyetçi ittihatçıların “ittihadı anasır” ambiyansına bağlı bir tutumla “müstakil Kürdistan” fikrine mesafeliydi. Gazete totalde 9 sayı çıkarken 7 sayısında ya ima yoluyla ya da doğrudan Ermenilerin işlemesi hayli önemli. 

Özgürlüğün Yanlış Yorumu

İlk sayıda gazetenin sorumlusu Piremerd’in, uzunca bir şiir yazarak meşrutiyet dönemini bayram (cejn) olarak karşılaması hayli öğretici. Yine sayıda gazetenin, Kürd Teavün ve Terakki Cemiyetinin (KTTC) “beyannamesi”ni neşretmesi konuya dair subliminal bir mesaj olarak da görülebilir. Beyannameye göre cemiyetin temel kuruluş amaçlarından biri;  “Kürd halkının… diğer yurttaşlarla özellikle de Ermenilerle medenice uzlaşmasını ve ulusallık bakımından iyi geçinmesini sağlamak konularına dayanır.” Gerçi neden kötü geçinildiğinin sebepleri yoktu ama bu amaç bile Kürtlerin, Ermenilerle ön şartsız olarak bir araya gelebileceğini gösterdiği için hayli önemli. Bir diğer önemli nokta ise “medeni” kelimesi. Gazetenin sorun konusunda bir tanımlama yapmaksızın, hatta çözümün ne olduğunu açıkça beyan etmeksizin sadece muğlak bir iyi niyet beyanı olarak “medeni ilişki” tabirini kullanması aslında tesadüf değil. Tesadüf değil çünkü zaten devamı sayılarda görüleceği üzere sorun, “istibdat” döneminin kötü mirası olarak klişe bir alana hapsedilerek halı altına süpürülecekti. Bu tavır bir noktaya kadar meşruti rejime şüpheyle bakan Kürtleri anlamaya, iknaya ve suhulete davet eden bir yaklaşım iken bir noktadan sonra, 1890 pogromlarına iştirak eden hamidiye paşaları ile diğer pogrom ehli eşrafın hesap vermesinin önüne geçilmesi ile yaptıklarının yanına kar kalmasına hizmet eden bir arka çıkma siyasetine dönüşecekti. Böylece 1890 pogromlarının lafı bile edilmeyecek, aksine pogromları domine eden eşraf cilalanıp Kürtlüğe dahil edilecektir. Şu halde sorun inkar edildiği için, çözüm de ne idüğü belirsiz müphem bir tanımlama olan “medenilik” gibi günlük ilişki söyleminin vasatını ima eden bir tavra emanet edilecektir. Zaten derneğin kuruluş amaçlarından biri olarak hemen üçüncü cümlede “Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünün korunması”  ile milli ve dini iradenin “altının çizilmesi, hem Cemiyetin medenilikten ne anladığını, hem kırmızı çizgilerini hem de Cemiyetin kendi saflarını belirlediğini Ermenilere ihtar etmekteydi. Ve yine amaçlardan biri olarak “herhangi bir halkın bir diğer halk üzerine herhangi bir ayrıcalığa sahip olmaması” ikazının beyannameye konulmasının da herhalde bir anlamı olmalı.  Gerçekte ayrıcalıklı kesim bir kısım Kürtler olduğu halde bu ayrıcalık hatırlatmasının aslında ermeni taleplerine çizilen bir çentik olduğu açık. Ermenilerin politik alanda özerklik, kamusal alanda eşitlik talepleri Kürtlerin gözünde Ermenilerin ayrıcalık istemesine yorulmaktaydı. Nihayet beyannamenin son paragrafında Kürd cemiyetinin, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinin siyasal programını kendi programı olarak lanse edip ona sadık kalacağını taahhüt etmesi dönem itibariyle “ittihad-ı anasırcı” unsurların mecburi vaadi gibiydi. Bu sözlerin üzerinden daha bir yıl bile geçmeden iltihak edilen İttihat ve Terakki Cemiyetinin, bir ırk veya ulus temeline dayanan cemiyetleri yasaklayarak KTTC’nin kapısına kilit vurması ise kaderin cilvesi.

Sayıda Babanzade İsmail Hakkı imzasıyla “Kürtler ve Kürdistan” isimli bir makale de var.  Dönemin Kürt elitlerinin bakış açısını ele vermesi açısından kimlik hiyerarşisinin yazıda şu şekilde sıralanması hayli öğretici: Kürtler ilk olarak Müslüman, sonra Osmanlı ve son olarak da Kürt olmalı.  Fakat bu kimlik hiyerarşisinde bazı halklara sataşma da göze çarpmaktaydı. Buna göre Kürtlerin ilk kimliğinin İslam, ikincisinin ise “hilesiz”, “gizli hesapsız”, “öz Osmanlı” olarak nitelenmesi bir yerlere açık bir mesajdı şüphesiz.  Yazının Ermeni-Kürt ilişkilerini ele aldığını düşündüğümüzde bu sataşmanın objesinin zımnen Ermeniler olduğu şüphe götürmez. Bu durumda yazarın, ittihatçıların bakış açısını paylaşan tarzda bir Kürt olarak Ermenileri hileci, gizli hesapçı, Osmanlı dışı şüpheli bir potansiyele sahip “halk” olarak nitelemesi epey manidar. Yazarın Baban aşiretinin önde geleni ve KTTC’ye omuz veren en önemli üç aileden biri olduğunu düşündüğümüzde söylediklerinin Kürtlüğü ilzam eden bir yanının olduğu da açık. Yine bu tahkir söylemlerinin Kürdistan gazetesinin politik Ermenileri “bozguncu” ve “insanlık dışı” olarak işleyen söylemleriyle akrabalıkları da cabası.  Bu mantaliteyle pogromları ima eden yazar, eski hükümet öldürmeyi teşvik eder, talan yaptırır sonra da kendini temize çekerek bütün cinayetleri Kürtlerin vahşeti diye açıklardı demekteydi. Bir açıdan aslında bu istibdat dönemi söylemi Kürdistan gazetesinin devamı niteliğinde bir bakış açısı. Kürdistan gazetesi bu siyasi duruma “A.Hamit ile zalim memurlar rejimi” derken, KTTG daha afili ve entelektüel bir edayla “istibdat” dönemi tanımlaması yapmaktadır. Ne var ki Kürdistan gazetesi bu sözlerden sonra çoğunlukla bu olaylardaki Kürt iştirakini açık yüreklilikle kınayarak, çuvaldızı her zaman kullanmaya meyyalken; KTTG’nın elinde çuvaldız değil, iğne vardır yalnızca. Bu şekilde gazeteye alınan ilk Kürt-Ermeni yazısı pogromları görmemek gibi talihsiz bir tavır ile başlasa da olan biteni ima yoluyla da olsa vahşet olarak tanımlamasının hakkı teslim edilmeli. Bu yazıda Ermeni-Kürt ilişkilerinde takınılan “ketum tutum” genel olarak KTTG’nin bu konudaki esas politikasıdır. İlk sayıda politikasını açık eden gazetenin, Kürt ermeni ilişkilerinde sorunları ortaya koyup çözmek ve yüzleşmek yerine mümkünse görmemeyi, geçiştirmeyi ve zamana yaymayı amaçlayan bir tavır sahibi olduğu iddia edilebilir böylelikle. Yine sayıda derneğin başkanı Seyyid Abdulkadir’in bir yazısı da var. Yazar, eski yönetimi istibdat olarak tanımlayıp, kötü politikaları nedeniyle aşiretler ve gayrı müslimler arasında çeşitli sorunların ortaya çıktığına işaret etmesi önemli. Bu tespitte Kürtlerin değil de bazı aşiretlerin altı çizilmesi kadar Ermenilerin değil de gayrı-müslim kimliğinin altının çizilmesi not edilmeli. Yine de yazarın Kürdistan’da bu nahoş olaylar yüzünden sevgi bağlarının koptuğuna değinmesi doğru bir teşhis.  Anayasanın ilanıyla özgürlük ateşinin yandığını ve bazılarının özgürlüğü yanlış yorumlayarak yeni haksızlıklar yaptığına değinmesinin hedefinde Ermeniler vardı elbette.  Özgürlük ilanından bu yana kendisine bir takım haberlerin ulaştığına değinen yazar, istibdat döneminden kötü etkilenmiş bazı Müslüman olmayan unsurların özgürlüğü yanlış yorumladığını, istibdattan etkilenerek geçmişe ait pek çok acıklı işler ortaya koyduklarını, kendiliklerinden bazı suçlar uydurduklarını, özel basınlarının da bu vesileyle şikayet vaveylası kopardıklarına değinmesi hem yeni hükümete hem de ermeni siyasasına açık bir mesajdı kuşkusuz. Özgürlüğün nasıl kötü yorumlandığına misal babından bir takım Kürt liderlerin gözaltına alınması ile pogromlarda el değiştiren toprağın geri alınması iddialarının ortalığı sarması gösterilmekte.  Bu dönemin mirası olarak bir unsurun mağdur, diğer unsurların zalim gösterilmesinin doğru olmadığına işaret eden yazar, bu şekilde düzenin sağlanamayacağına değinmesi not edilmeli. Sözü Hamidiye alaylarına getiren yazarın, alayların gerekli olduğu fakat ıslah edilmesi gerektiğini işlemesi cemiyetin resmi fikirleriydi aynı zamanda. Görüldüğü üzere alayların Ermeni nümayişlerini bastırmak için kurulduğu, talancılık yaptığı, masum ermeni öldürdüğü yolundaki Kürdistan gazetesinin tespitleri mazide kalmıştır artık. Yine de hakkaniyeti gözeten yazarın, zarar gören vatandaşların zarara uğradıklarını inkar edemeyiz diyerek bu bakiyeyi istibdat döneminin hesabına yazması enteresan. Bu konuda hükümete akıl veren yazara göre hükümetin istibdat dönemi suçlarını unutarak, kişisel suçları kanun önüne çıkarması gerekir. Kişisel suçtan kastın ise muhtemelen pogromla alakasız suçlar olduğu besbelli. Yazar, kişisel suçları bu şekilde kanuna teslim ederken çarpıcı ve dikkat çekici bir öneride daha bulunur.  Değişik topluluklar arasındaki soğukluk ve anlaşmazlıkların iki tarafın büyükleri ve ileri gelenleriyle hükümetin atayacağı memurlardan oluşacak birkaç özel kurul aracılığıyla tümden çözümlenebilir.

“File” bile olsa

İlk sayıda ayrıca Seyyah Ehmed Şewqi tarafından Kürtçe bir yazı da tab edilmiştir. İttihat yapalım birleşelim diyen yazar vatandaşların birbirleriyle uyumlu ve güzel bir şekilde geçinmesini vaz eder. İttihat demek yurttaşların kendi aralarında ittifak etmesi demek diyen yazarın bu vatandaş “file” bile olsa demesi hayli öğretici. (bira file be)  “Fıle bile olsa” diyen yazarın iyi niyetli dahi olsa Ermenileri bile edatıyla karşılayarak açık bir ayrımcılık yapması kritik öneme sahip.  Kürtlerin Ermenilerle eşitlenmesine hala burun kıvırıldığının göstermesi bakımından bu cümleler tam bir numune. Kürtçenin fonetiğini düşündüğümüzde “bira/bila” sözcüğünün belli bir karşılaştırma mantığı içinde aşağı-lık veya kötü-lük görülen bir hale verilen kerhen bir onay olduğunu biliyoruz. Yine ilk sayıda Diyarbekir mebusluğuna “erbabı hamiyet” olarak taltif edilen Pirinçcizade Arif efendinin seçildiği haberine gazetede yer verilmesi epey önemli.  Neden anlamlı ve önemli olduğu bu zatın CV’si göstermekte zaten: “1895 D. Bekir’de Ermenilere dönük katliam tertipçisi, Ermeni ıslahat görüşmeleri sırasında Ermenilere verilecek tavizleri, kanla bozacağı yemini eden eşraftan teşkil edilmiş komitenin önde geleni. Pogromlarda dominant rol oynayan bu zata diğer sayılarda da görüleceği üzere gazetenin kefil olması ve de erbabı hamiyet olarak taltif edilip bir kamu spotu biçiminde bu kefaletin gözlere sokulması çok şey anlatmaktaydı aslında.    

İkinci sayıda S. Ahmed Şewqi tarafından yazılan yazıda Kürtlere eğer siz şeriatın emri doğrultusunda ittifak etmezseniz ülkeniz elinizden çıkacak, eğer şimdi ağaysanız ittifak etmemeniz halinde bir tür Hegelyen dinamikle “xulamların xulamı” (kölelerin kölesi) haline gelirsiniz diyerek olaya sınıfsal bir tonun dahil edilmesi dikkat çekici. Burada Kürtlerin Fileler gibi ittifak yapmaması halinde ülkenin elden çıkacağı ve sınıfsal olarak eski statülerinin kaybedilerek Kürtlerin köleleştirileceği anlatılmaktaydı. Kürdistan gazetesinin inşa ettiği geleneğin içinden konuşan yazarın, “hala fırsatçı Ermeniler” imasıyla Kürtleri ayağa kaldırmaya ve birliğe çağırması manidar. Bu sayıda ayrıca önemli bir haber yoruma göre derneğin esas çalışma ve gayelerinden olan “Kürtler ile Ermeniler” arasında uzlaşma sağlama girişimlerinde başarılar elde edildiği yazılmaktadır. Bu uzlaşmanın genelleştirilip kalıcılaşması için İstanbul’daki ermeni komitelerle görüş birliği sağlandığının ifade edilmesi yeni bir durum şüphesiz.

Üçüncü sayıda Diyarbekirli Ziya (Gökalp)in bir şiirine yer verilmesi ilgi çekici. Milette uyandı yeniden bir ulu vicdan/çıktı yeni bir nesl-i güzin kalb-i vatandan diyerek yeni ittihatçı-militarist jenerasyona övgüler dizilmesi dikkat çekici.   Dördüncü sayıda  “Kürtçe lisanımız” isimli anonim yazıda filelerle, Müslümanları yaratan Tanrının aynı Tanrı olduğuna değinilerek bütün insanların aynı olduğu ve eşit olmasına değinilmesi dikkate şayan. Fileler de bizim vatandaşımız diyen yazı onlara iltifat edin, gönül verin, ikram ve şefkat gösterin diyerek çoğulculuğun faydalarına değinmesi hayli dikkat çekici. Buradaki polarizasyonun bir tür “homo homini homo” yani insan insan içindir anlayışında olmasının altı çizilmeli.  Başyazıda ise ittihatçı elitler içinde söz sahibi İ.H.Baban’ın bir yazısını görmekteyiz. Baban, Erzurum, Tebriz, Şiran, Musul arasında kalan yarım dairede Kürt unsurunun diğer kalan tüm unsurların toplamından fazla olduğunu hatırlatma gereği duyması boşuna değildi şüphesiz. Nüfus kıyasının 1880’li yıllardan bu yana genelde gündem olan bir konu olduğunu hatırladığımızda bu değininin Ermeni iddialarına cevap mahiyetinde olması muhtemel. Kürdistan gazetesinin inşa ettiği Moskof tehdidi geleneği burada da yayılmacı, saldırgan ve yutucu Rus sıfatlarıyla Kürtlerin gözüne sokulmaktaydı.

Beşinci sayıda “Dikkate değer bir Telgraf” var karşımızda. Bu telgraf 1890 pogromlarından 1915 soykırımına giden yolda Pirinçcizade ailesinin KTTG ile paslaşmalarını ihtiva ettiği için hayati derecede öneme haiz. Telgraf metni aynen şu şekildedir: “Milletvekili olmak sevdasında bulunanlar, seçim tüzüğü uyarınca gönderilen sayın milletvekilimiz Arif efendiye karşı yalan sözler sarf etmekten ibaret olarak, çarşılarda esnafa tutanak mühürlettiriyorlar. Anayasanın açık seçik hükümleri çerçevesinde 55 bin Kürt tarafından seçilmiş olan milletvekilimiz, Kürdistan’ın yüce başlı özgürlükçülerinden, en layık olan ve en hakkeden olduğu halde, yasal yetkiye aykırı olarak böyle saldırılmak istenen haklarının kamunun esenliği bakımından korunması istirham olunur.” Bu satırlar mı çok trajik yoksa bu satırların KTTC Diyarbekir şubesinden gönderilmesi mi belli olmaz ama 55 bin Kürt tarafından seçildiği öne sürülen ve de Kürdistan’ın yüce başlı özgürlükçüsü olarak yere göğe sığdırılamayan kişi olarak karşımıza çıkarılan kişi pogromdan gelen şöhrete sahip Arif Pirinççizadeden başkası değil. Çok daha önemlisi şaibeli olan bu zatın Kürd Teavün ve Terakki Cemiyetinin Diyarbekir şubesince 55 bin Kürt tarafından seçildiği ve Kürdistan’ın yüce başlı özgürlükçüsü olarak selamlanmasıydı. Belki de esas trajiği sona kalacak şekilde gazete yönetiminin de kısa, öz ve vurucu analizi ile bu badana seansına iştirak etmesiydi: “yukarıdaki telgraf her yönden dikkate değer. Arif efendi hamiyete bağlılığı ve yeteneği ile öyle tanınmıştır ki, rekabet sevdasıyla yapılan saldırı onun ulaştığı erdemin tepesine yetişemez. Biz, adı geçenin seçilmesindeki doğruluğu hakkıyla takdir eder, kendisini ruhumuzun içtenliğiyle kutlarız.” Cemiyet ve gazetenin Arif beyi, özgürlük kahramanı, erbabı hamiyet, yetenekli sıfatlarıyla cilalaması belki bir şekilde tolere edilebilir ama 55 bin Kürdün oyuna işaretle onu bir Kürt mebusu veya Kürtlüğün temsilcisi olarak baş köşeye buyurması herhalde geçiştirilecek sıradan bir konu değil. Bu şekilde ermeni katliamından önünü devşirip bundan siyasi ikbal üreten Arif beyin, Kürtlüğün ve Kürt kimliğinin içine alınarak Kürtlerin ve Kürtlüğün temsilcisi haline getirilmesi double trajediden sonra herhalde bir komedi. Siyasi ve entelektüel bağlamda anti-ermeniliğin Kürdistan gazetesi eliyle Kürtlüğün ve Kürt kimliğinin içine alındığını görmüştük. Kürdistan gazetesinin geleneğini devamla KTTG, Ermeni düşmanlığıyla namlı yerel unsurları, -bu vasıflarını bildikleri halde- Kürtlüğün bir temsilcisi haline getirerek Kürtlük siyasetini örgütsel olarak Ermeni karşıtı bir kompozisyon ile tahkim etmesi son derece önemli bir hal. Bu hal üzere başlangıçta ve kitleleşme dönemlerinde Kürtlüğün hiç değilse bir damarının kuramsal ve de örgütsel olarak anti-ermenilik üzerine bina edilmesi soykırıma giden yolda bir kısım Kürt iştirakini kolaylaştırıcı bir amil olarak rol oynadığı inkar edilemez.          

6. sayının haber kuşağında Osmanlı İTC’nin Selanik’teki Genel Merkezinin atamasıyla Diyarbekirli özgürlükçü edebiyatçılardan Ziya efendi (Gökalp) nin Diyarbekir, Wan, Bitlis, Erzurum illerinde İttihat ve Terakki Cemiyet şubelerini kurmakla ve buraları sürekli teftiş etmekle görevlendirildiği belirtilmektedir. Arif Pirinçcizade’nin yeğeni olan Ziya Gökalp’in bu kritik göreve atanması 1915 soykırımı açısından çok önemli. Zira esas olarak merkezle kontras halinde Diyarbekir ve çeperinde soykırımı örgütleyen bu şubeydi. Gazetenin bunu kıvançlı bir dille anlatmasının bir diğer önemli sebebi özgürlükçü edebiyatçı olarak taltif ettiği Ziya Efendi’nin Kürdistan’da örgütlenme işinin bir tür CEO’luğuna getirilmesiydi. Ziya efendi, bilinçli bir şekilde Ermenileri hasım olarak gören dayısı Arif Pirinçcizade, oğlu Feyzi Pirinçcizade ve diğer soykırım gönüllüsü kişileri Diyarbekir şubesinde istihdam etmişti. Tüm bu lekeli kişilerin örgütsel istihdamı gazetenin gözlerinin önünde olup biterken gazetenin bu sirkülasyondan memnuniyet duymasını açıklamak kolay değil. 

Telgrafın Tellerine Konan Ermeni Düşmanları

Hemen yan sütunda ise gazete tarafından kaleme alındığı anlaşılan “Diyarbekir Milletvekilliği ve Şikayetçileri” analizi yer almıştır. Milletvekili seçilip İstanbul’a gelen Arif pirinçcizade hakkında daha önce garazlı yayınlar yapılmasını üzüntüyle karşıladıklarını belirten editör; bu konuda KTTC Diyarbekir şubesinden gelen telgrafı yayınladıklarını bildirmiştir. Arif efendinin namus ve hamiyetinin herkesçe bilindiğini belirten editör, şikayetlerin sübjektif nedenlerden kaynaklandığını iddia etmektedir. Yerel gazetelerden “Diyarbekir” ve “Yeni Gazete”den Arif beyle alakalı çıkan haberleri referans gösteren editör, iki gazetede yer alan yorumları copy-paste yaparak Arif efendinin arkasında durmaya devam edecektir. Arif efendinin uzun yıllar Diyarbekir gazetesinde başyazarlık yaptığını hatırladığımızda dostlarının ona kefil olmasını es geçebiliriz. “Yeni Gazete”den verilen yazıda ise Arif bey, aydın görüşlü… halkımızın ümit ve çıkarlarına fedakarca hizmetçi olan biri…olarak tanıtılırken; Ermenilerden, geleceğin ümit ve ihtiyaçlarını, geçmişin garaz ve anılarına yüklememeleriyle şikayetlerini geri alıp Arif efendinin yaptıklarının sineye çekilmesi talep edilmekteydi. KTTG’nin de aslında bu son öğütle uyumlu şekilde bir yayın çizgisi izlediğini belirtmiştik. Gazetenin diğer sütununda bu sefer Pirinçcizade Feyzi bey var karşımızda.  Bu şahsın CV’si babası Arif beyi gölgede bırakacak bir kariyere tekabül eder: İTC Diyarbekir şube yöneticisi, soykırımı organize için kurulan tahkik komisyon üyesi, D.bekir, Mardin, ve çeperindeki soykırıma bir kısım Kürt iştirakinde Kürtleri ikna edip rızalarını imal eden, devletle Kürt aşiretleri arasında bağlantı noktası ve sonradan Kemalist dönemde bakanlık yapmış birisi olarak saymakla bitmez bir kariyer. Açık sütunda, gazete yönetimi Feyzi Pirinçcizade’ye açık mektup yayınlamıştır. Gazete, Feyzi beye şu manidar cümlelerle seslenmekte: “Kürtlerin gelecekteki mutluluğuna, aralarında kültür ve bilginin yayılmasına yönelik yurtseverce ciddi arzu ve çalışmaları takdire değer.” Feyzi beyin yurtseverlik üzerinden Kürtlerin mutluluğu için çalışan bir Kürtlük unsuru olarak selamlanması Kürtlüğün bu dönemki muhtevasını göstermesi açısından hayli öğretici. Feyzi Pirinçcizade ile gazetenin neden iletişime geçtiği, Feyzi beyin gazeteden ne istediği belli değil. Ancak verilen yanıttan anladığımıza göre babası Arif beye, sürekli kefil olan gazeteye, Feyzi beyin şükranlarını sunmak amacıyla mektup gönderdiği tahmin edilebilir. Bunun yanında Feyzi beyin mektubunda ayrıca bu kefalete karşılık olarak kendilerinin de Kürtlere ve Kürtlüğe hizmet edecek çalışma içinde olduklarını bildirmek için gazeteyi haberdar etmiş olması kuvvetle muhtemel. Peki soykırıma 6 yıl kala 4 kez Arif beyin, 1 kez Feyzi beyin, 3 kez Ziya Gökalp’in, 1 kez Kör Hüseyin Paşanın gazete sütunlarında kalbi müspet duygularla ağırlanmasını nasıl yorumlamalı. Belli ki KTTG ve bağlı bulunduğu cemiyet, sadece politik ve düşünsel olarak Osmanlıcı bir siyasi kavrayışa sahip olmanın ötesine geçerek, İTC’nin yerel unsurlarıyla bilhassa Diyarbekir şubesiyle siyaseten ortaklaşmanın ipuçlarını veren tarzda bir tutumun da sahibi olmuşlardır. Diğer bir ifadeyle KTTG, 6 yıl sonra Kürdistan’da Babıali adına soykırımı örgütleyecek Osmanlı İTC Diyarbekir şubesiyle dirsek temasında bulunmakta bir beis görmemektedir. Bahse konu aktörlerin hem 1890 pogromlarının hem de 1915 soykırımının lokal örgütleyiciliklerini düşündüğümüzde Kürtlük siyaseti adına bu kişilere kefil olunmasını, bunlarla işbirliğinin yapılmasının üzerinde düşünülmesi gerektiği açık. Ne olursa olsun KTTG’nin soykırıma 6 yıl kala ikbali soykırımla lekelenecek aktörlerle sıkı fıkı olması, onlarla ortak proje yürütmeleri ve bu ortaklık üzerinden Kürtlük siyasetini yürütmeye çalışması soykırıma Kürt iştiraki için motivasyon kaynağı olmuş gibi görünmektedir.      

7.sayıda “Kürtler ve Ermeniler” başlıklı bir haber yorumda Kürtlerle Ermenilerin sakin oldukları illerde bu iki halk arasında var olan anlaşmazlıkları temelden çözmeye yarayan önlemleri açıklamak üzere dernek tarafından içişleri bakanlığına daha önce sunulmuş muhtıranın bir an önce yürürlülük alanına sokulması talep edilmesi çarpıcı. 8. sayının haber kısmında ise Kürdistan gazetesi tarafından Sason olayları sırasında Ermenilerin katliamına karıştığı halde sultan tarafından bu fiillere devamı için af edildiği öne sürülen Heyderan Aşiret reisi Kör Hüseyin paşa bu kez gazetede de adından söz ettirmektedir. Hamidiye mirlivası titrini kullanan Heyderanlı Hüseyin paşa, İkdam gazetesinde Adilcevaz kaymakamı ve Erciş Kumandan vekilini kendisinin öldürdüğüne dair çıkan habere tekzip mahiyetinde bir mektup kaleme almıştır. Hüseyin paşa yeni rejimle uzlaşmanın ilk adımı olarak yüklenen suçlardan kendisini aklama işine girişirken neden söz konusu İkdam gazetesine değil de KTTG’ye tekzip yazdığı da sorgulanmalı. Hüseyin paşa ihtimalen gazetenin istibdat dönemine iyisiyle kötüsüyle sünger çeken politikasından ilham almışa benzer. Gazetenin sütunlarının Hüseyin paşa gibilerine açık olduğu Arif bey örneğinden belliydi zaten. Gazete, istibdat klişesiyle pogromlara örtü çekmiş, Ermenilere yapılanların yargıya teslim edilmesini, eski defterleri açmayalım savunmasıyla önleyerek bir bakıma Ermenilere yapılanları tolere eden bir yayın çizgisi izlemiştir. 1890 pogromlarını görmezden gelen ve aktörlerinin korunması yönünde ince bir siyaset örgütleyen bu dönem Kürtlük siyasetinin Ermeniler ve mallarına göz koymuş potansiyel katliamcıları cesaretlendirdiği yorumu abartı değil.       

Hüseyin Paşazade Süleyman tarafından yazılan “Kürtler ve Ermeniler” yazısı 9. sayının başyazısı. Yazar, İslama sıkı bağlı olan Kürtlerin Ermenilerin haklarına her bakımdan saygı gösterdiklerini iddia ederek,  Ermenilerin de bağnaz olan ve huzur ve rahatlığı ortadan kaldıran bazı münafıkların aldatmalarına kapılmadığını yazması bize Kürdistan gazetesinin “bozguncu ermeni” kategorisini hatırlatmaktadır. Tıpkı Kürdistan gazetesi gibi KTTG de politik talepleri olan Ermenilerden hazzetmez. İsa’dan önce 2600 yıldan beri Kürtler ile Ermeniler birlikte yaşamaktalar eğer aralarında sorun olmuş olsaydı biri diğerini çoktan imha etmesi gerekirdi diyen yazar ciddi bir sorun olmadığı iddiasında.  Devamla yazar ancak inkar edilemez bir gerçek var ki; her iki halk da eski yaralar yüzünden zayıf düşüp hastalanmıştır tespitini yapar. Bunların hastalıklarını tedavi etmek ve gerekli bakım ve ilaçlarını hazırlamak iki halkın akıllı ve önde gelen adamlarına düşeceğini not etmesi zaten cemiyetin projesiydi. Aynı sayıda Süleyman Nazif tarafından yazılan yazıda altı yüz yıllık devlet olan Osmanlının ayakta kalması için dış ve iç tehditlere aynı anda vurgu yapması yeni bir hal. İç tehdit diskurunun bu dönemlerde Kürtlerin lügatlerine sinmesi not edilmeli.

Kaynakça

Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, M.E.Bozarslan edisyonu, Uppsala,İsveç

Kürdistan Gazetesi, M. E. Bozarslan edisyonu, Uppsala, İsveç

Celile Celil,  Kürt Aydınlanması, Avesta yayınları

Hans- Lukas Kieser, Iskalanmış Barış, İletişim Yayınları

Garo Sasuni,  Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Med Yayınları

Janet Klein, Hamidiye Alayları, İletişim yayınları

P. Averyanov, Osmanlı, İran, Rus Savaşlarında Kürtler, Avesta yayınları

M. Şükrü Hanioğlu, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön-Türklük, İletişim Yayınları

Saidi Nursi, Münazarat, Söz basım yayın

[1] İttihat demek yurttaşların kendi aralarında ittifak yapması demek, bu yurttaş isterse Ermeni (File) olsun, KTTG gazetesi sayı -1-

Kategoriler

Dosya



Yazar Hakkında