"Türkçeyi iyi konuşmak için kendimi kasmıyorum"

Yahudi İspanyolcası bir deyişe göre, bir insanın gözünden hiçbir şey saklanamaz: “De los ojos de la persona nada guadrado no puedo kedar.” Gören gözün anlayacağını ve biraz da bu yüzden, inkârın yalanla bir olduğunu düşünen Eliza Pinhas’la Yahudi kimliği ve ismi üzerine söyleştik.

İsminizin anlamıyla başlayalım mı söze? 

‘Özel’ demekmiş. İbranicede de var, ‘Aliza’ diyorlar. Amerika’da da var. İspanya’dan göç hikâyelerini okuduğunda, orada da olduğunu görüyorsun.

Niye sizi ‘özel’ olarak adlandırmışlar?

‘Özel’ diye düşünerek vermemişler bu adı. Babamlar dört kardeş, iki kız, iki erkek. Babaannemin ismi Regina. Benden önce iki kız torunu olmuş. Sonra annem hamile kalınca, kayınpederi onu yalnız bulmuş ve demiş ki “Sulatanika, sana bir ricam var. Regina’ya söyleme benim söylediğimi ama. Benim kız kardeşim çok genç öldü. Kızına onun ismini koyar mısın?” Annem çok severmiş kayınpederini. “Tabii” demiş, “ama nasıl?” Dedem “ ‘Rüyamda gördüm’ dersin” demiş. Ve öyle yapmış annem. Hamileliğinde dokuz aya gelince demiş ki herkese “Ben rüyamda gördüm, babamın kardeşinin ismini kızıma versem olur mu?” Babaannem de, “A! Evet!” demiş, “Zaten bıktım Regina’lardan. Biri kademsiz, biri uğursuz.”  

 ‘Kademsiz’ ne demek?

Yahudiler, yaramazlık yapan çocuklarına böyle söylerdi. ‘Uğursuz’ gibi bir söz. O zaman en büyük beddua buydu. Babaannem de “Bıktık artık kademsizlerden, iyi yaparsın” demiş anneme, benim ismimi Eliza koymuşlar. Büyükbabam çok çok sevinmiş.

Bu sır büyükbabanızla anneniz arasında ne kadar kalmış?

Babaannem öğrenmedi. Halalarım öğrendi. Hep sakladılar. Annem söyledi bana.

O dönemde Eliza yaygın bir isim miydi?

Tabii. Ben ortaokulu Ortaköy’de okudum. O zaman çok Yahudi vardı. Hatta Ortaköy’de öksüzler yurdu vardı, ‘Orphelinat’, bina hâlâ duruyor. Bizim sınıfta öksüzler yurdundan üç kişi vardı: Eliza Zeytinci, Eliza Nasi, Liza Haver. Ayrıca bir Eliza daha vardı.

Eliza ismini sadece Yahudiler mi kullanıyordu?

O zaman Ermeniler, Rumlar, Türk okullarında yoktu ki... Bir biz vardık. Ama ne olduğumuzu da bilmiyorduk. Sorun yoktu, hiç sorun yoktu. Şunu hatırlıyorum: Harp zamanı, tarih bilemeyeceğim, ya üçüncü sınıftayım ya da dördüncü... Öğretmenimiz, Atatürk’ün ilk öğretmenlerinden. Ekmeği vesikayla yiyoruz. Hamursuzu da bize ‘kal’ (sinagog) veriyordu. Bana öğretmenim dedi ki, “Eliza, gel, bir şey söyleyeceğim.” “Efendim?” “Sizin hamursuz yaklaşıyor. Ben hamursuzu çok severim, bana getir.” Eve geldim ki, nasıl getireyim, hesaplı veriyorlar. Vesikayla veriliyor, yani sayılı, ama öğretmen hamursuz istiyor, birimizin payı gidecek... O kadar iç içeydik, ayrım yoktu.

Okulda Eliza olmak zor değildi yani?

Hayır.

Sonra, hayatınızın başka dönemlerinde isminiz Eliza olduğu için zorluk yaşadınız mı?

Hiç. Çünkü ben Yahudi olduğumu hiç inkâr etmedim. Bugün hâlâ, gittiğim hiçbir yerde Türkçeyi iyi konuşmak için kendimi kasmıyorum. Hep diyorlar, “Nerelisiniz?” “İstanbulluyum” diyorum. “Ama nereden geldiniz?” Herkes bir yerden geliyor ya... Diyorum ki, “Yedi soyum İstanbullu.” “Ama olmaz ki, başka türlü konuşuyorsunuz.” “E, çünkü ben Yahudi’yim.” “Olsun, zararı yok. Ben de Laz’ım.”

13-15 sene kocamla hastanelere gidip geldik, orada yaşadık neredeyse. Doktorlar da sordu, hemşireler de, hasta bakıcılar da, hasta yakınları da… Hiçbirinden bir tepki görmedim. Belki içlerinde vardı ama bana karşı göstermediler. Bir tek, bir Sabahat Hanım vardı, hasta yakını. Ondan şöyle bir tepki gördüm. Benim kocam diyalize giriyordu fakat o sırada zatürree oldu. Zatürree tedavisi için Amerikan’da (Amerikan Hastanesi) yatıyordu ve bir ay boyunca oradan sedyeyle diyalize gidip geldik. Sabahat Hanım duramadı, patladı ve dedi ki “Söyle bakalım, nereden buluyorsunuz bu paraları da Amerikan Hastanesi’nde yatıyor kocan?” “E” dedim, “kocam 55 sene çalıştı.” “Olmaz! İsrail’den mi yardım görüyorsun?” “Yok” dedim ve çok çok sakin bir şekilde, “Sana bir şey soracağım” dedim, “Sen Müslümansın Sabahat Hanım, senin kocan da çok hasta. Mısır size yardım ediyor mu? Müslüman çünkü.” “Ne münasebet!!!” E, bana da ne münasebet! Yemin ediyorum... Bir de Nurten Hanım vardı, iyi sıhhatte olsun, o çok kızdı. “Ne diyorsun Sabahaaat Hanım! Elif Hanım (Eliza zor geliyordu, ondan Elif diyordu bana) senden Türk’tür.” “Nurten Hanım” dedim, “Allah aşkına bağırma, bak” dedim ve çıkardım kimliğimi. “Bak Sabahat Hanım, burada ne yazıyor?” “Türk yazıyor.” E başka? Senin ki de pembe, benimki de pembe. Böyle yani, hiç inkâr etmedim. Geçen gün de şöyle bir şey oldu: Burada yeni bir bakkal dükkânı açıldı. Benimki kapandı, ben de onunla anlaşma yaptım. Kızı geldi; 18 yaşında, kibar bir genç kız. “Eliza Hanım siz nereden geldiniz?” dedi. “Biz Türk’üz” dedim. “Evet ama bir yerden geldiniz.” “Bilmiyor musun? Biz 500 sene evvel İspanya’dan buraya göç etmişiz. Dedem, büyükdedem, büyük büyükdedem buralı.” “Ooo, çok olmuş sizin gelişiniz” me dicho (Yahudi İspanyolcasında ‘dedi bana’). Haberi yok. Kim suçlu? Ben kimseyi suçlamıyorum.

Cahillik mi bu?

Hayır, cahil değil, öğretilmedi. Bugünküler hiç cahil değil. Teknoloji konusunda mesela, cahiller mi? Hiç değiller. Ama bu verilmedi, Türkiye tarihi verilmediiiii. Bu kadar basit.

Siz çocuğunuza bu konulardaki bilgileri nasıl, ne zaman verdiniz?

Her şeyi anlattım. İlkokulda anlatmadım. Oğlumun sınıfında ondan başka bir Yahudi çocuk vardı, sonra o gitti, oğlum tek kaldı ve çok iyi arkadaşları oldu. Sınıf arkadaşlarıyla, anneleriyle ben de tanışırdım. Çocukların yaş günlerini hep beraber kutlardık. Bir defa onların evine, bir defa bizim eve... Gittik, geldiler... Oğlum hâlâ ilkokul arkadaşlarıyla görüşür. Ben de nikâhlarına gittim, düğünlerine gittim, çocukları oldu, onları sevdim. Hâlâ hep beraberiz. Böyle olmazdı eğer ben bunları oğluma ilkokulda anlatsaydım. Çocuk kafasıyla küserdi, nefret ederdi. Ortaokuldan sonra anlattım. Daha doğrusu, ne zaman biliyor musun, ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ kitabı çıkmıştı. Onu okudum ve okuttum. Varlık Vergisi...

Oğlunuzun ismini seçerken bu anlattıklarınızı bilmeniz etkili oldu mu? Onun adını nasıl seçtiniz?

Eşim seçti. Babasının ismini, Joseph adını koymak istiyordu. Ben oğlumu çok zor elde ettim. “Allah bana oğlumu verdi ya, ismini ne yaparsan yap” dedim. Sonra, “Joseph okulda biraz zor olacak” dedim, “Öyle!” dedi. Peki... Sonraaa, 80’lere yakın olaylar başladı ya, talebeleri vuruyorlardı, sokağa çıkmak yasak, bilmem ne... Sanki bugün gibi. “E” dedi, “ben oğlumun ismini değiştireceğim.” Sonra bir gün geldi, “Ben Almelek’le (sekreteri) gittim, Almelek şahit oldu ki çocuk kendini Joseph ismiyle rahat hissetmiyor. Adını Yusuf koyduk.” “İyi yaptın.” Ve Joseph ismini çıkardılar, Yusuf oldu. Yossi Yusuf. Biz zaten ona Yossi diyorduk, çocuk kendini Yossi diye biliyordu. Yusuf diye hiç çağırmadık. O yüzden, oğlumun beni tanıyan arkadaşları da ona Yossi der, konuşmalarımızı hiç bilmeyenler Yusuf der. Askerlikte ‘Yusuf’u kullandı ama biliyorlardı ki Yahudi’dir. Fakat çok şükür, hiç sorun olmadı. Çok iyi bir askerlik yaptı, inan. Diyorum, Allah rast getirir. Önemli olan inkâr etmemek.

Neden?

İnkâr daha zor. İnkâr oldu mu bir nevi yalan var işte. Ve, yalanı muhafaza etmek kolay değil. Kimse için, hiçbir zaman kolay değil.

 

Kategoriler

Toplum

Etiketler

İsimler Hikayeler


Yazar Hakkında