“İnsanın ismi, kimlikler yumağının adıdır”

‘Azınlık hakları’ kavramı üzerine yazdığı bir makalede şöyle söylüyor İoanna Kuçuradi:

“Etnik köken, bir kişinin sahip olduğu özelliklerden ancak bir tanesidir. Bir devletin yurttaşı olarak diğer yurttaşlarla ortak bir kimliğimiz var; ama bu yurttaşların birçoğunun, farklı, ancak başka bazı yurttaşlarla –çoğunlukta olan veya azınlıkta olan yurttaşlarla– paylaştıkları ve değiştirilmesi söz konusu olmayan etnik kimlikleri oluyor.”

Kuçuradi’yle, bu etnik kimliklere dair olan isimlerimiz, isimlendirmeler ve haklarımız üzerine söyleştik.

‘İoanna’nın anlamı nedir?

 Yahya Peygamber’in, İoannis’in dişilidir İoanna. Etimolojisinin sorumluluğunu taşımamak şartıyla –(çünkü İbraniceden geliyor) ‘Tanrı’nın armağanı’ demekmiş, Theodoros’un İbranicesiymiş. Arapçası, yani Yahya’nın dişili, ‘Mahya’ imiş. Bunu bir Arapça uzmanı söylemişti bana, hatta takılmıştı, “Adını Mahya yapalım” diye.

Bu ismin size verilişinin bir hikâyesi var mı?

Yok. Bizde gelenek var; dedelerin ve büyükannelerin isimleri verilir torunlara. Benim iki dedemin de ismi İoannis’tir, ondan bana da bu adı vermişler.

Aziz İoannis’in kişiliğinden etkilenmiş olabilirler mi?

Sanmıyorum. Kimdi Yahya? İsa’yı vaftiz eden kişi. Bu adı taşıyan bir kadın, bir azize de varmış. Bizim isim günleri var, biliyorsunuz, ama artık pek kutlanmıyor. Temmuz’da öyle bir azizenin ismi kutlanırmış. Benden artık uzak kalmış şeyler…

Türkiye’de bu ismi taşımak sizin için kimi ‘uzaklık’lar oluşturuyor mu? İoanna ismine sahip olmak zor mu?

Benim ismimden bir şikâyetim yok. İsmimiz çok önemlidir. Hatta, kişilerin istediği ismi taşımasını bir temel hak olarak görüyorum. Çünkü isim, çeşitli kimliklerimizin bir çeşit mührüdür. Binbir türlü kimliğimiz var. Birini bununla, öbürünü öbürüyle paylaşırız, ama biz olan o kimlikler yumağı tektir. İsmimiz, o kimlikler yumağının adıdır.

Kimi insanlar o yumağı, kimliğini saklama gereği duyuyor…

Niye saklayalım kimliğimizi? İnsanların çektikleri sıkıntılardan dolayı isimlerini saklamasını anlamak mümkün, ama biz o sıkıntıları kaldırmalıyız. İsimlerinden dolayı, yani etnik kimliklerinden dolayı, insanların hiçbir yerde ayırımcı muamele görmemesi gerekir. 

Siz isminizden dolayı nasıl muameleler görüyorsunuz?

Mesela bankada bir işlem yaptırırken, bana iltifat etmek amacıyla diyorlar ki “Ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz, ne zamandan beri Türkiye’desiniz?” Ben de “Yaşımı mı soruyorsunuz? Doğduğumdan beri” diye cevap veriyorum. Böyle isimlere alışılmamış, demek ki insanlar böyle bir olgunun farkında değiller.

Böyle durumlarda açıklama yapma ihtiyacı duyuyor musunuz?

Tabii, merak ediyorlar, ben de söylüyorum. Geçenlerde Çin’deydim, oradaki insanlar, isimleri zor diye bir Batılı isim alıyorlar. Bana refakat eden genç, “Benim İngilizce ismim şu, öyle çağırabilirsiniz” dedi. Ben de dedim ki, “Ben senin İngilizce ismini istemiyorum, anan seni nasıl çağırıyor, onu söyle bana.” Batılılar biraz kendini beğenmiş oluyor, bir isim takıyorlar. Hayır, öğrensin o ismi telaffuz etmeyi. Ben isim takma geleneklerini bilmediğim yerlerdeki insanlara hep sorarım, “Annen seni nasıl çağırıyor?” diye. İnsanın en yakını annesidir. İsmimizi en güzel telaffuz eden de annemizdir.

Bir dönem Erzurum’da görev yapmışsınız. Orada isminiz, İstanbul’dakinden farklı tepkiler almanıza sebep oluyor muydu?

Her yerde oluyor, yalnız Erzurum’da değil. En iyi yorumla, yabancı sayılıyorsun. Ama ben, merak edenlere şöyle diyorum: Ben doğduğumdan beri buradayım, böyle isimli yurttaşlar da vardır ve buna alışmak gerekir.

Bu soruları cevaplarken neye alışıyoruz?

İnsanlarda bir bilgisizliği görüyorsun. “Ne iyi Türkçe konuşuyorsunuz” diyen aslında iyi niyetli; niyeti iltifat etmek. Fakat alışkanlık var, bazı insanlar “İoanna Hanım” diyemiyor, bunda zorlanıyor. Ben de takılıyorum. “Bayan Fatma mı dersin, Fatma Hanım mı?” Bir komşum var, çok tatlı bir insan, bana ‘Matmazel’ diye hitap ediyor ve öyle yapması gerektiğini sanıyor. Böyle nazik olacağını sanıyor. Bu, eğitimimizle ilgili.

Bunun eğitimi nasıl verilmeli?

Farkına varmadan yapılan ayırımcılıklara dikkati çekmeli. Çok sık yapılıyor. Politikacılarımız da yapıyor, farkında değiller. Ben burada niyetten çok bilgisizlik görüyorum. Böyle çok örnek yaşıyoruz. Annem hastanedeydi, yanımızda da bir ailenin babası vardı. İkisi de öldü. Başsağlığına geldiler, bana iyi bir şey söylemek isteyerek, ailenin annesi dedi ki “Ermeni bir komşumuz vardı ama çok iyiydi.” O ‘ama’yı kaldırmak gerekiyor. İyi bir şey söylemek istiyor ama ayrımcı ifadeler dile o kadar işlemiş ki... Çok rastladığımız bir şeydir bu, yaygın konuşma biçimlerinin ezbere kullanılması durumu. Bunu bir farkındalık eksikliği olarak görüyorum. Bunları aşmak gerekir. İnsan hakları ve etik konularında insanlar düşündürülürse, bunları da aşmanın imkânı daha fazla olur.

Azınlıklar açısından burada en belirgin olan hak, din özgürlüğüne mi ilişkindir?

Hayır, dinsel azınlıklardan farklı olarak dilsel azınlıklar da vardır. Aynı dinden olabilirsiniz ama farklı dilleriniz vardır. Anadilini öğrenmek, geliştirebilmek bir temel haktır. Türkiye’de artık bu konu çözüm yolunda, önemli ölçüde çözülüyor, ama yıllar yılı problem oldu. Olmaması gerekir. İnsanın ilk öğrendiği dil çok önemlidir. Ben iki dilliyim, ilk dili Türkçe olan birçok insandan daha iyi biliyorum Türkçeyi. Bazen şunu sorarım: “İsmim Ayşe olsaydı, şu anda yaptıklarımdan farklı ne yapardım?” Fazla bir şey fark etmeyecekti herhalde.

Yine felsefeyle uğraşacaktınız... Felsefe, kişilere ve aslında isimlere atıf yapılan bir alan; “Kant’a göre...”, “Sokrates demiştir ki...” Diğer alanlara göre kişiler, daha çok isimleriyle var oluyor, fikirlerini savunuyor ve isimleriyle anılıyor sanki...

Hayır, bu edebiyatta da böyle, sanatlarda da, felsefede de. Çoğu zaman çok sıradan şeyler yapılıyor. Yeni bir şey yaptığın zaman zaten senin ismin orada olacak. Yeni bilgi getirenler, orijinal bir eser verenler çok değil. Bugün teknik imkânlar çok, yayın bombardımanı var ama kaç tanesi yeni bir şey söylüyor, o alana yeni bir şey getiriyor? Yeni bir şey getirenin ismi –yaptığının yeniliği farkına varılırsa– bilinir. Önemli bir şey yaptıysanız, bir gün farkına varılır. Ne var ki, yeni bir bilginin farkına varabilmek için, birincisi o anda o alanda dünyada olan biteni, ikincisi o alanın tarihini bilmek gerekir. Kaç kişi bunlara hâkim? Dolayısıyla, yeni getirilenlerin de çok defa farkına varılmıyor.

Yeni geleni, mesela yeni doğan bir akımı isimlendirmek nasıl bir şeydir?

Bir akıma isim vermekten önce, durumlara doğru adı takmak çok önemlidir. Bir durumu doğru değerlendirmek için önce adını doğru takmak gerekir ama çoğu zaman bu yapılamıyor, ad doğru takılmıyor. Benzetilerek, bütününe değil sadece bazı bakımlardan benzeyen bir duruma bakılarak o ad veriliyor, dolayısıyla doğru değerlendirme yolu kapanıyor. ‘Etik’ kitabımda, bir durumu değerlendirmeyi anlatırken, ilk adımın bu olduğunu söylüyorum: Adını takmak. Adını takmak ne demektir? Aynı duruma kimi ‘A’ adını veriyor, kimi ‘B’. Kimi ‘başkaldırı’ diyor, kimi ‘kurtuluş savaşı’, ama o tek durum hangisidir? İkisinin de adı yanlış olabilir. Doğru ad nasıl takılır? Bunların hepsi felsefe sorularıdır.

Kategoriler

Toplum



Yazar Hakkında