KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Toprak Ana… Deli Kraliçe

Kara saçlı deli kızımız, şiirin “Toprak Ana”sı Gülten Akın’ımız da gitti. Böyle sahici sesler veda ettiğinde, aslında en çok kendi eksilmişliğimize yanarız usulca. Ve öyle garip bir ihtiyaçtır ki, teselli için de hemen o sese koşarız. Bir şeylere tutunmaya, kendimizi hatırlamaya…

O yüzden yine Gülten Akın’ı anımsamanın vaktidir şu an. ‘Beni Sorarsan’ başlıklı son şiir kitabına eklediği Frankfurt Kitap Fuarı kapanış konuşmasında Akın, manifesto misali şöyle seslenmişti bize: “Bizler, hayatın dilini sanatın, yazının diline çevirenler, onu kitaplara sığdırmaya çalışanlarız… Gündelik konuşmalarda kullandığımız sözcükler, hayatın, insan ilişkilerinin anlamını açıklamada yetersiz kalır. Onun için, ‘Sözcükler anlamın tutukevidir’ demiştim. Yazar, özellikle şair, onları öyle yan yana getirir, yapılaştırır ki, daha derinden kazarak çıkarılan anlam, kurtulan anlam olur. İşte, dille yapılan bu değiştirimdeki büyü, yaşamı nesnel olarak değiştirebilmenin umudunu taşıyabilir. Bu umutla yazıyoruz.”

Ben niye yazıyorum, söz neye yarıyor ki diye ruhuma eziyet ettiğim nice zamanlarda, imdadıma o yetişir. Bu umutla yazıyorum, derim bir ustaya, hayat zengini güzeller güzeli bir kadına, bir şiir damarına hürmetle, minnetle… Umudun yanında, sevdiklerimin canından duyduğum korkuyla yazıyorum. Başka türlüsünü bilmemenin çaresiz kararlılığıyla yazıyorum. “Ucu kaybolursa / bir çile nasıl sarılır?” diye soruyor bu iki dev satırdan oluşan “Çile” şiirinde Gülten Akın. Ucu kaybolmasın diye yazıyorum. Bedel çilesini sarmayı değil, umut balonlarını uçurmak istiyorum. Yetmesin mi artık?

Yetsin, yetmeli diye bağırıyor bu noktada bütün ruhdaşlar. Duyuyorum, ama öldürmelere doymuyor ki o devlet geleneği. İktidar dediğin, yok etme aygıtı buralarda. Ve Gülten Akın, iktidarın her türlüsünü ifşa eder; tahakkümün her türlüsüne karşı da kendini siper... Ölümü anımsatır, en büyük terbiye edici olarak. “Ölümün adını neyle değiştirdin / unutkanlık mı?” diye sorar. Tarihin esas olarak insan belleğine kazılı olanlardan ibaret olduğunu hatırlatır. Resmî yalanların karşısına insan hakikatini koyar. Kalakalırlar.

Kadınlığın güzel türküsüdür onun şiiri. Hem de her yaşı kapsar. Bir isyana salar ruhunu Gülten Akın.  Aşkın gücüyle haykırır öfkesini rutine, düzene, başka türlü hayatlara olan inancını.

“Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi / Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen - / Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım / Günaydın kaysıyı sallayan yele / Kurtulan dirilen kişiye günaydın / Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi / Bir yaşantı ile karşılayanlara / Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum.”

Son kitabındaki  “Diyaliz” şiirinde ise hayatın en sıkıntılı zamanlarının nasıl şiire tahvil edilebileceğini ve insan onuruna saygının gereğini çarpar yüzümüze:

Bedenine usulca giriliyor / Bir iki hoş sözcük atmalı ortaya / atıyorsun

Kulaklar incelikliyse cevap / Değilse duymuyor bile / Hiç böyle öksüz kalmamıştın. / Sen bir şeysin orda

toz olmamak için direnen / Kan kardeş olduğun makine / elbet daha değerli 

Bir veda havası vardı son kitabında. Hayata değil de, artık kendine dert etmeyeceği hoyratlıklara dair. “Ben yoruldum gidiyorum / Kendi endişeni kendin seç” dedirten bir aciliyet ve kararlılık. Ama o hep Deli Kraliçe’ydi sevenlerine.

 “Rüzgârla ikimiz nece tenhayız”/dedi kraliçe / şekvaya sarılmış tatlı avuntuyla / uzak gibiydi geldiler yeni zamanlar / deli kraliçe nereye kaçabilir?

Hiçbir yere kaçamaz Deli Kraliçe. Adının önündeki sıfat engeldir kaçışlara. Uğursuzluğuna akıl sır erdiremediği yeni zamanlar gelip çattığında, en bildik yanına, deliliğine sığınır Kraliçe. Kendini deliliğinden bilmenin gönül rahatlığında yaşar. Dışarıdaki hiçbir yalanı içeri sokmayışının helal konumunda.

ağzında bir macera tadıyla / “ben melâmet hırkasını kendim giydim eğnime”/ dedi kraliçe

İş, kapı gösterilmesinde değil. Hep gösterirler. Maharet, o kapıyı bile bir iradeye dönüştürebilmekte. Dayatılana karşı, başını gökyüzüne kaldırıp da “Hey koca dünya!” diyebilmekte. Öyle dedi Kraliçe. Nimet saydıklarının peşinden giderken, lanetlenmeyi göze aldığını anlattı gözleriyle. Çünkü giyinilen o hırka, ancak gözden göze anlatılabilirdi.

hırka yapıya dar, güne dar, sökükler lekeler kopmalar / geriye belirsiz dönüşler yaparak / deli kraliçe onarabilir.

Onun hayatı yine de bir ucundan tutup onarabileceğini bilmek, elbette hiçbir söküğü tam, hiçbir lekeyi pak kılmaz; ama yine de umuttur o delilik. Kraliçe, türlü çeşit çileden örülmüş, her ilmeği üzerine yağdırılan recm taşlarından dokunmuş o biricik, o has hırkayı... Korkacak bir şeyi kalmama hırkasını... Bir tek o, hırkayı giymek zorunda bırakılanların anlayacağı denli bir arılıkla gülümser kötülüğe.

Onarabilir Deli Kraliçe. Hep onardı, hâlâ da onarıyor bizi Deli Kraliçe…