Ankara Bangladeş’teki yüzleşmeye rezerv koydu

Bangladeş’te soykırım ve savaş suçlarından dolayı ölüm cezası uygulananların sayısı dörde yükselirken, Türkiye, daha önceki infazlarda olduğu gibi Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı açıklamayla verilen cezanın uygulanmasına tepki gösterdi. Ancak 2012’den bu yana gelişen süreçte ortaya çıkan tabloya bakıldığında, Türkiye’nin birçoğu Cemaat-i İslami liderlerinden oluşan soykırım sanıklarının yargılanmalarına müdahale etmeye çalıştığı görülüyor.

1971’de Bangladeş’te yaşanan soykırım, dünyanın uzun süre unuttuğu acılarından biri. Yalnızca 9 ayda vuku bulan soykırım, Bangladeş’in Pakistan’a karşı verdiği bağımsızlık savaşı sırasında, Pakistan ordusu ve Bangladeşli ‘Al-Badr’ ve ‘Al-Şems’ milisleri tarafından gerçekleştirildi. Bağımsızlık isteyen, sayıları 1,5 ile 3 milyon arasında değişen insan, milisler yardımıyla öldürüldü. 9 ay boyunca özellikle milisler tarafından çoğunluğu Hindu olan 200 bin kadına tecavüz edildi. Bangladeş’in Chittagong bölgesinde yaşayanlar başta olmak üzere Hindu topluluklar, zorla Müslümanlaştırıldı. Soykırım süresince yaklaşık 10 milyon mülteci, Hindistan’a kaçmak zorunda bırakıldı.

Dışişleri’nden tepki

Bangladeş, 2009’dan bu yana soykırıma katılan yerel milis liderlerini yargılıyor. Bu dava sonucunda, 22 Kasım’da Cemaat-i İslami Partisi Genel Sekreteri Ali İhsan Mücahid ile Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) milletvekili Selahattin Kader Çovduri hakkında verilen idam kararları infaz edildi. Mücahid ve Çovduri’yle birlikte soykırım ve savaş suçlarından dolayı ölüm cezası uygulananların sayısı dörde yükselirken, Türkiye, daha önceki infazlarda olduğu gibi Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı açıklamayla, verilen cezanın uygulanmasına tepki gösterdi.

Bakanlığın yaptığı açıklamada ‘idam cezasının geçmişin yaralarını saramayacak bir yöntem’ olduğu vurgulanıyor ve ‘toplumsal uzlaşıyı zedeleyeceği’ kaygısı ön plana çıkarılıyor. Söz konusu mahkemeye yönelen yoğun eleştiriler düşünüldüğünde, Ankara haklı bir tepki veriyor gibi görünebilir. Fakat bu tepki akıllara şu soruyu getiriyor: Türkiye, idam cezası uygulayan her ülkeye toplumsal istikrarını düşünerek aynı tepkiyi veriyor mu? İdam cezasını sıkça uygulayan çevre ülkelerden İran, Pakistan veya Suudi Arabistan’ı düşündüğümüzde, bu sorunun cevabı elbette ki hayır. 2012’den bu yana gelişen sürece bakıldığında ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin birçoğu Cemaat-i İslami liderlerinden oluşan soykırım sanıklarının yargılanmalarına müdahale mi etmeye çalıştığı sorusunu akıllara getiriyor.

Faile rahmet

Mahkeme’nin ilk idam cezası kararını verdiği Aralık 2012’de, Cemaat-i İslami’nin en önemli isimlerinden Gulam Azam’ın idamını engellemek için dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bangladeşli mevkidaşına mektup yazarak sanıkların affedilmesini istemiş; Bangladeş, bunu içişlerine müdahale olarak algıladığını ifade ederek Türkiye’ye nota vermişti. Aynı dönemde, Dışişleri Bakan Ahmet Davutoğlu, Birleşmiş Milletler nezdinde yargılamalara karşın temaslarda bulunmuştu. Azam’ın cezası ileri yaşından ötürü ömür boyu hapse çevrilirken, Cemaat’in bir diğer önemli ismi Abdülkadir Molla’nın idam edilmesi, Türkiye’nin bu girişimlerinin altında yatan nedenleri ortaya çıkardı. Dışişleri Bakanlığı, aynı gün yaptığı açıklamada, Molla’nın endişe ve telkinlere karşın infaz edilmesinin büyük bir üzüntü ve infial yarattığına yer verecek ve bu infazı şiddetle kınadığını belirtecekti. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ise 12 Aralık 2013’te Bangladeş Başbakanı Şeyh Hasina’yı arayarak ülkenin iç barışı için Molla’yı affetmelerini isterken, aynı gün Molla’nın infazı gerçekleşti. Bir gün sonra Erdoğan İzmir’de yaptığı konuşmada şunları söyledi:

‘1970’li yıllardaki bir şeyin hesabını soruyorlar, bugüne kadar bir adım atılmamış bu konuda. Hükümetlerde bulunmuş ama Bangladeş’in ayrılması olayına karşı çıkmaları nedeniyle yargılanıyorlar ve buna kendilerince belli gerekçe uyduruluyor. Bu gerekçenin ne denli hakikat olup olmadığını bilmek, anlamak mümkün değil. Ondan sonra Abdülkadir Molla ‘Ben af dilemem, çünkü benim suçum yok’ diyor ve dün akşam saatlerinde kendisini idam ediyorlar. (…)Maalesef Bangladeş, tarihin affetmeyeceği bir yanlış yaptı. Biz Abdülkadir Molla’ya Allah’tan rahmet diliyoruz ama dünyada duygusal yargılamaların artık bitmesi gerektiğini, adaletin tecelli etmesini herkesin beklediğini özellikle hatırlatmak, vurgulamak istiyorum.’

Ankara’nın yargılanma gerekçelerini tartışmalı bulduğu Molla, Mirpur’da 344 sivilin öldürülmesi emrini verdiği için ‘Mirpur Kasabı’ lakabıyla anılan ve cinayetin yanı sıra tecavüz ve yağma suçlarına da karışmış bir isimdi. Geçen hafta idam edilenlerden Mücahid ise, Al-Badr milislerinin ikinci komutanıyken birçok işkence ve tecavüz vakasına önderlik etti.

Ceza alanlar

Türkiye’nin yargılanma gerekçelerini tartışmalı bulduğu Molla, Mirpur’da 344 sivilin öldürülmesi emrini verdiği için ‘Mirpur Kasabı’ lakabıyla anılan ve cinayetin yanı sıra tecavüz ve yağma suçlarına da karışmış bir isimdi. Ekim 2014’te hapisteyken hayatını kaybeden Azam, katliam, kaçırma, tecavüz ve kundakçılık suçlarından suçlu bulunurken, ömür boyu hapis cezasını çeken Rahman Nizami, bağımsızlık yanlısı grupların tespit edilmesinde Pakistan Ordusu’na yardım eden istihbarat ekibinin liderlerindendi. Geçen hafta idam edilenlerden Mücahid, Al-Badr milislerinin ikinci komutanıyken, Çovduri ise birçok entelektüelin öldürülmesi dahil birçok işkence ve tecavüz vakasına önderlik etti. Bu yılın Nisan ayında idam edilen Muhammed Kamaruzzaman ise 120 silahsız çiftçinin öldürüldüğü Sohagpur Katliamı’nın düzenleyicilerindendi.

1971’in sonunda savaşın sona ermesinin ardından, yapılan anlaşmada Pakistan savaş suçlularını yargılayacağı sözünü verse de, böyle bir mahkeme hiçbir zaman kurulmadı. 1975’te yapılan darbeyle Bangladeş’te kurulan rejim, soykırım işbirlikçilerini bir şekilde affederken, uzun yıllar iktidarda kalan Bangladeş Milliyetçi Partisi ile Cemaat-i İslami Partisi ittifakı, söz konusu isimlerin parlamentoya girmelerine ve bazılarının bakanlık yapmalarına sebep oldu.

Mahkemenin sorunları

Türkiye’nin tavrından bağımsız olarak, Bangladeş’teki mahkeme sürecinin eleştirilecek birçok yönü de var. Bunların başında ise haklı olarak ülkede idam cezasının kaldırılmamış olması geliyor. Bunun yanı sıra, mahkemenin ülkedeki siyasi muhalefeti bastırmak amacıyla kurulduğu ve siyasi düşmanlıkla kararlar alındığı da gelen eleştiriler arasında. Bunun en büyük dayanağı da ülkenin başbakanı Şeyh Hasina’nın 1975’te devrilen Mucib Rahman’ın kızı olması ve başında bulunduğu Avami Ligi’nin en büyük siyasi rakipleri olan Bangladeş Milliyetçi Partisi ile Cemaat-i İslami Partisi üyelerinin yargılanıyor olması. WikiLeaks belgelerine göre, daha sonra Bangladeş, bu yargılamaların uluslararası bir mahkemede yapılmasını önerse de, Pakistan ve Fransa’nın kuvvetli itirazlarıyla bu adım Birleşmiş Milletler tarafından reddedilmişti. Bir anlamda, uluslararası kamuoyunun engelleyici tavrı, Bangladeş’i bu mahkemeyi kendi hukuk sistemi içinde kurmaya mecbur bıraktı. Son olarak, mahkeme için yapılan toplumsal uzlaşıyı bozduğu yönündeki eleştiriler, kararlar sonrası çıkan kanlı olaylara bakıldığında haklı gibi gözükse de, Başbakan Hasina’nın 2008’de seçimi kazanırken en büyük vaatlerinden biri bu mahkemenin kurulması olduğunu ve böylece yüzde 49 oy aldığını unutmamak gerekiyor.

Kategoriler

Güncel Dünya Dünya



Yazar Hakkında

1986 doğumlu. İnsan hakları, güncel politika ve tarih haberleri yapıyor.