Edebiyle kuş besleyen kaldı mı?

Kangal’da doğup büyüyen, evlendikten sonra da İstanbul’un yolunu tutan, Bomonti Mıhitaryan Okulu'nun 26 senelik müstahdemi Kemal Karapınar, Sivas’tan yola çıkarken eşiyle beraber başka bir sevdasını daha yanına almış. Kendisi 40 yılın kuş severi…

“Çocuktuk heveslendik. Rahmetli büyük dayım bana bir çift kuş vermişti. Yerlerimiz ortaktı, aynı bahçeye bakardık, senin de olsun diyerek bana güvercinleri verdi. Askere gidip gelene kadar besledim. Niye? Çünkü bunun insana hiçbir kötülüğü yok. Kahve hayatım yok, gece gideyim bir yerde oyun oynayayım, öyle bir şey yok. Boş vaktim olursa zaten kuşlara… Evlenene kadar öyleydi, evlendikten sonra da buraya geldim. Burada yer yoktu bırakmak zorunda kaldım” diyen Kemal Ağabey, okulun müstahdemliğine başlayınca, bahçede müsait bir yer var, oraya iki çift kuş koyalım diye düşünmüş, sonra da “Koyduk, koyuş o koyuş, 26 sene oldu” diye anlatıyor.

Kemal Karapınar, “Edebiyle kuş besleyen kalmadı” diye söyleniyor.

Karapınar'ın güvercinlerini kapmışlar

Tatlı bir muhabbetimiz olan Kemal Ağabey’le bir ay kadar evvel fotoğrafçı arkadaşım Berge Arabian’la gezinirken karşılaştık. Sinirli sinirli yürüyordu; neyin var diye sorduğumuzda bize “Edebiyle kuş besleyen kalmadı” diye söylendi. Okul binasının çatısında iki yavruyu uçururken, karşı taraftaki kümesten bir alavereyle güvercinlerini kapmışlar.

“Bomonti’den Kurtuluş Caddesi’ne dönmeden köşede bir market var, onun üstündeki binada da kuş besleyen birisi var” diyor Kemal Ağabey, güvercinler daha yavru olduğu için tetikteymiş… “Uçururken o karşı kümese de bakıyorum, durumun farkındayım yani, bizim güvercinler oraya doğru yönelince bir kuş gösterdiler, bizimkiler de o kuşun peşine diğer kümese indi” diye de ekliyor. Meğer bu yüzden bu kadar sinirliymiş.

 Karapınar: “Şimdi bir güvercin var, uçar ama boş, gelir pat düşer. Ama diğerini bir uçurursun vazifesini noksansız yapar.”

Kemal Karapınar’la konuştukça anladık ki, kuş severlik apayrı bir dünya, edebinle kuş beslemekse özümsenmesi gereken bir kültürmüş. Biz de kuş severlerin peşinden gittik, hala edebiyle kuş besleyen kaldı mı bulalım diye… Önce Kemal Ağabey’e kulak verdik, sonra da Samatya ve Kocamustafapaşa’daki kümesleri gezdik, açık artırmaları yerinde gördük ve güvercin severler derneğinde mezat sahibi Arman Oruz ve kardeşi Jan’ın hikâyesini dinledik.

'İnsandan iyi vallahi'

Güvercinin güzelini ayırt etmek, her kuş besleyenin harcı değil, ama herkesin beğenisi de farklı. Kimisi gözleri farklı olsun, der; kimisi kanadının yapısına, tüyünün yumuşaklığına bakar. Kırk yıllık kuşbaz Kemal Karapınar böyle anlatıyor: “Şimdi ben elime alır bakarım. Güvercinin kanat araları açık olmayacak. Tarağın kalın dişlisini bir de ince dişlisini düşünün. Paçalar tırnakların ucunu kapatmayacak. Kanatlar esnek olacak, simetrik olmasına da bakarım, çünkü olmayabilir de…”  

Kemal Ağabey’in kuşları da kendi gibi Sivaslı, eşiyle birlikte yirmili yaşların başında İstanbul’a gelmişler, şimdi kendisi altmış bir yaşında, iki oğlu, dört de torunu var. Bomonti Mıhitaryan Okulu’nun müstahdemliğini yapıyor. Bahçenin girişinde hemen sağda bir merdiven altına ona yer ayırmışlar, kümesini yapmış, 26 senedir güvercinleriyle, kuşlarını uçurduğu çatı da Fransız Mezarlığı’na bakıyor. Kemal Ağabey’in eşi de beyaz güvercinlerden hoşlanıyormuş, “İnsandan iyi vallahi, ben de kızıyordum baştan ama seviyorum şimdi” diyor. Kemal Ağabey, Paskalya’da Sivas’tayken ya da izindeyken kümesle hep eşi ilgilenmiş. “Arada bir alışverişe çıkarım tamam, sonra hiç çıkmam buradan, çok rahat” diyor Öjen Hanım.

İstanbul’a geldiklerinde önce bir hastanede çalışmışlar. Kemal Ağabey kuşçuluğu bırakmak zorunda kalmış bir süre, ama “Ne kadar bırakırsan bırak” diyor, “Benim bildiğim bir şey var, bu insanın kanına işler, bırakamazsın. On beş-on altı yaşından beri bu işle uğraşıyorum, sırtımda elli kilo yük olsa, tepede bir güvercin sesi, şakşak kanatları duydum mu, kafayı kaldırıp bakarım, bakmadan yapamam…” diyerek uzaklaşıyor, biz eşiyle konuşmaya devam ederken bir süre yanımızdan ayrılıyor.

İşte Padişah

Gündüzleri de arada Öjen Hanım bakıyormış kümese, “Oğlanlar pek sevmez ama onlar da bakar yani” diyor. Torunlardan biri meraklıymış, “Bıraksalar her gün gelecek ama bırakmıyor ailesi. Bu kuşlar da çocuğun gibi, şimdi ben mahsus kızıyorum ama seviyorum aslında” diye anlatıyor heyecanla. Oradan Kemal Ağabey, “İşte Padişah” diye sesleniyor. Elinde güzel bir güvercin… 

Kemal Ağabey’in tanıdıkları Padişah’ı daha yavruluk döneminde Sivas’tan getirmiş, İstanbul’da uçurmaya başlamışlar. Günlerden bir gün martı saldırıp bir kolunu sakatlamış, burada zaten güvercinlerin en büyük düşmanı martılarmış. Kemal Ağabey görmüş Padişah’ı, “Tek geçerim bunu” demiş, almış tedavi etmiş, kanadını düzeltmiş. Bugün kümestekiler de Padişah’ın yavruları, daha yeni bir torunu daha olmuş, “Allah kısmet ederse bu yaz da onun peşini kovalayacağız”, torunları da o kadar marifetliymiş.

Padişah; oyunlu, güzel bir güvercin, gözleri sarı, bu da Sivas’a has bir özellikmiş. Meğer her yörenin kendine has bir damarı varmış. Kemal Ağabey, “Padişah’ın tam kırk senelik damarı var. Soyunu biliyoruz. Şimdi bir güvercin var, uçar ama boş, gelir pat düşer. Ama Padişah’ı bir uçurursun vazifesini noksansız yapar. Şu masanın boyuna kadar gelir, orada atmaca gibi sırtını kasar, bir takla vurur ama inmez, sonra bir sürat çıkmaya başlar, her bir takla arası beş-altı metre, kırk-elli metre yukarı ip gibi gider. Şimdi dokuz yaşında, Padişah’ın buradan ancak ölüsü çıkar, hiçbir şeye değişmem” diyor.

Güzel kuşun kaçıranı çok oluyormuş, çalıp ufak paralara satıyorlarmış. En iyisi bende olsun, diyenler bu işi bozmuş.

Sivas damarı

Kemal Ağabey’e bu Sivas damarı nasıl oluyor diye soruyorum, her yörenin farklıdır diyor, son on-on beş seneye kadar iyiymiş ama şimdi bırak Sivas’ı Türkiye’nin hiçbir yerinde kendi öz damarı kalmamış kuşların, insanlar hep daha iyisini aramaya başlamış. “Şimdi Sivas’ta o yörenin kuşunu besleyen kişi, kuşunu dışarı çıkarıp uçurmuyor bile, niye? Uçurur da birisi görürse bu sefer gelip yakasına yapışıyor. Onu da bırak, adam sokakta kuşu seyrediyor, hoşuna gitti, para sahipleri var, para babaları var, al parayı ver kuşunu diyor. Vermezsen o adam gece gelir bütün kümesi kaldırır. Şimdi millet korkusundan kuş bile uçuramıyor” diye anlatıyor.

İnsanlar hep daha iyisini arıyormuş, kendi elindeki altı takla yapıyorsa, acaba sekiz atanı bulabilir miyim diye bakıyormuş. Kemal Ağabey’ göre parası olan bozmuş bu uğraşı. Zenginlerin kuş çiftliği, kuşlara bakan sigortalı seyisleri olurmuş, o zengin adamsa o çiftliğe ayda bir bilemedin iki defa anca gidermiş. 

Kemal Ağabey, bu işin artık çocuğa düştüğünü söylüyor, özellikle de İstanbul’da, “Çok gençler… Çocuk haftalığını getiriyor bırakıyor mezatta, anlamıyor da, bilmiyor da… Benim iki oğlum var, ilgilenmiyorlar ama ben istemiyorum zaten, işlerine baksın” diyor. Sivas’ta on beş yaşında çocuğa nadiren kuş verirlermiş, güvercine merak salanın önce kendine çekidüzen vermesi gerekirmiş, çünkü hayatını oturtmuş insanın beslemesi lazım gelirmiş kuşu. Kemal Ağabey’e göre en uygunu otuzu geçip evini barkını dizmiş birisinin boş vakti kalırsa kuş beslemesi. O kişi kümesini kuracak, kuşlarını uçurup zevkini yapacak, sonra akşam başka yerde gidip oyun oynayacağına, kuşçu kahvesine gidip kuşlarının marifetlerini anlatacak, mesela, “Biz şunun kuşunu izledik sekiz taklayla gidiyor, ötekininki yarım metre geliyor, tabanı da var üstü de…” diyecek. “Kuşçu kahvesinde kendi aralarında yarış düzenlerler. Diyelim ki yedi-sekiz kişi heyet oluşturduk, her gün bir arkadaşımızın kuşunu izlemeye gidip jürilik yaparız.”

Kemal Ağabey, bu işin artık çocuğa düştüğünü söylüyor, özellikle de İstanbul’da, “Çok gençler… Çocuk haftalığını getiriyor bırakıyor mezatta, anlamıyor da, bilmiyor da…

'Kuş mu, ben mi?'

Peki diyorum, Kemal Ağabey’e, kuşçuların eşleriyle çok sorun yaşadığı söylenir, doğru mu? Öjen Hanım da Kemal Ağabey de gülüyor. “Yok” diyor Kemal Ağabey, “Kuş için öyle bir şey yaşamadık.” Ama bazen olurmuş, bir yerden sonra kuşçunun eşi, kuş mu ben mi diye sorarmış, “Kuş” diyen çok olur diyor Kemal Ağabey. Öjen Hanım araya giriyor, “Bizim komşunun kızını istediler, isteyen kuşçuymuş, onlara demişler ki kuş bakan evine bakmaz, sakın verme, kadın da gelip bana sordu.” Kuşuna âşık olan, sevdalanan da çok olurmuş. Kemal Ağabey, Kasımpaşalı Altındiş Hasan’dan bahsetti, kendisi yetmiş yaşında çok sevdiği güvercini Prenses’i kaybetmiş, ondan sonra Altındiş’i uyku tutmamış. Kemal Ağabey de Padişah’ın torunlarından birini uçururken mezarlıktaki kargalara kaptırmış, ardından o gece zona çıkarmış.

Padişah’ın kanatları kırpılmış, olur da kaçırırlar diye, uçamaması için Kemal Ağabey en sevdiği güvercininin kanatlarını kesmek zorunda kalmış.

Recep efsanesi

Arayışımıza devam ediyoruz. Kulağımıza Recep ismi çalınıyor, kendisi Samatya ve Kocamustafapaşa’da çok meşhurmuş, gidin o kuşu sorun dediler… 

Recep bir posta güvercini… Recep’in tüyleri düz mavi olan annesiyle, dört renkli babasının karışımı; ikisinin de ayaklarında Belçika markası varmış. Okyanus’ta ve Akdeniz’de ülke ülke gezen bir seyahat gemisinin direğine kaçak olarak konmuşlar. Gemi denize açılınca da göze alıp uçamamışlar. Orada geminin mürettebatı ikisiyle ilgilenip yemek vermiş. Çalışanlardan birinin İstanbul’daki ahbaplığı sayesinde bizim kaçak Belçikalılar, kendilerine İstanbul’da güzel bir yuva bulmuş. Recep’in annesi bir sene boyunca yumurtlamamış, iki güvercinin İstanbul’daki kümes hayatına alışması zaman almış, hele anne ölüm orucunda gibiymiş, özel vitaminlerle ayakta kalmış. İlk yavrularıysa Recep’le kız kardeşi olmuş, 1997’de dünyaya gelmişler.

Mahallede Recep, evde Agop

Biz Kocamustafapaşa’ya gittiğimizde Recep’i göremedik, birkaç sene önce maalesef hayatını kaybetmiş. Recep’in bakıcısı Jan Oruz kolunu sıyırıp bir dövme gösteriyor, “İşte Recep” diyor, bugün Recep yok ama torunları, hatta torunlarının torunları Samatya’da uçuşuyor. Recep’in yavrularını Antakya’ya, Adana’ya, Urfa’ya yollamışlar. “Akıllı kuştu tabii gören, duyan, bizden yavrusunu istiyordu, ayrıca tam bir babaydı yavrularını çok iyi eğitirdi. Biz de ona güvercin gözüyle bakmıyorduk, evlat gibiydi” diyor Jan, kendisi otuz iki yaşında, on sekiz senesini Recep’le geçirmiş. Recep’inki tam bir hayatta kalma hikâyesi, kardeşiyle Recep kıvama geldiklerinde yavaş yavaş bunları uçurmaya başlamışlar. “Bir gün biz bunları Tekirdağ’a götürdük” diyor Jan, ağabeyiyle birlikte Tekirdağ’a denize giderlermiş, Pazar sabahıymış, Recep’le kız kardeşini bırakmışlar, bakalım kümese dönecekler mi diye… “Pazar geçti, Pazartesi akşama doğru artık biz bekliyoruz ki Recep gelecek. Sonra baktık sahilden bir kuş geliyor ama artık bitmiş yorgunluktan. Kilisenin üzerinden bıraktı kendini artık. Sonra onun gelmesiyle ona eş bulduk ve çoğaltmaya başladık” diye anlatıyor Jan. Kız kardeş ne yazık ki geri dönememiş. Recep’in bir de aile içinde, tanıdıklar arasında kullandıkları bir ismi daha var: Agop. Jan, “Recep daha basit anlaşılsın diye, Agop daha farklı, Müslüman bir ortamdayız sonuçta, Recep daha sempatik” diyor.

Samatya ve Kocamustafapaşa Kuş Severler Derneği Başkanı Arman Oruz

'Kızlar umurumda değildi'

Jan’ın ağabeyi Arman, Samatya ve Kocamustafapaşa Kuşseverler Derneği’nin başında, mezatı da o yönetiyor. Jan evli değil, ama birkaç aydır biriyle görüşüyor, “Ben hayatımda kuşlardan bu kadar uzaklaştığımı hatırlamıyorum, neden bilmiyorum. Artık havadan mı ondan mı bilmiyorum. Ben bunların acısını askerden önce çektim, çok bağlıydım, devamlı damdaydım, kimseyle konuşmuyordum. Kızlar umurumda bile değildi. İlgileniyorum, uçuruyorum. Yeni güvecinler yakalıyordum, bizden kaçanlar da oluyordu tabii. Sonra askerden geldim biraz soğudum. Bir gün ağabeyim, biz mangala gideceğiz sen damda dur dedi. Üç tane bira aldım ben de, keyif yapayım dedim. Bir tane güvercin vardı sevdiğim, çok marifetli bir hayvandı. Gece vakti pat diye ses geldi, baktım o kuş düşmüş. Yakaladım onu ve tekrardan başladım güvercinlere” diye anlatıyor, “Ama kendi yavrun her zaman daha iyidir. Biz çünkü üretmeyi daha çok seviyoruz. Kendimiz üretelim istiyoruz. Bizim kuşlarımız hep sülaledir. İnsanların bazıları parayla alır, üretmeyi sevmez” diye de ekliyor. 

Jan’ın ağabeyi Arman her Cumartesi mezat açıyor. Fiyatı kuşun sahibi belirliyor, açık artırma usulü, rakam kaça çıkarsa. Sekiz yüz liraları görmüşler, Jan, “Bizim güvercinlerimizi getirsek, mesela değerini veremezler burada. Herkes kimin ne beslediğini biliyor. Yüksek fiyat olduğu için elden satmak gerekiyor. Sora sora buluyorsunuz. Ağabeyim çok sattı, çok aradılar yani bin-bin beş yüz liraya kadar sattık” diyor.

Mezat günü sabahı Arman’ın terasında buluşuyoruz. Arkadaşları diğer kuşbazlarla beraber bizi karşılıyorlar. Onlarla sohbet edip gece de derneğe gideceğiz.

Bu sene İstanbul’da çok yırtıcı varmış, atmaca, şahin, kuş deyip de geçmemek gerekiyormuş, en azından elli-yüz liraymış tanesi, yemin de kilosu iki buçuk lira. Arman’ın meşhur bir ilaç reyonu var, gösteriyorlar, en azından bin liraymış… Güvercinlerden bir tanesini atmaca yaralamış, biz gittiğimizde yeni yeni antrenman veriyorlardı. Arman kuşları uçuruyor, “Şu maviyi izle, birazdan başlayacak sanatına” diye dürtüyor, arkadaşı Ata Kaan da oradan, “Yerlere basarken dikkat et, kuş bokuna basan bir daha bırakamaz bunu” diye sesleniyor. Güvercinlerin sanatını takip ederken de dikkatli olmak lazımmış, Ohannes Ağabey’in babası kuş izlerken damdan düşmüş.

Elvis lakaplı kuş sever, en yüksek teklifi vererek güvercini aldı.

'En güzel kuş havadan gelir'

Çinli bir iş adamından bahsediyorlar, bu işe milyon dolarlar harcıyormuş. Türkiye’de de büyük paralar harcayanlar varmış. Posta kuşuna hayatını adayanlar var diye anlatıyorlar, Türkiye birincisi Sivas’tan Zeytinburnu’na gelmiş, her şey kayıtlı. Devlet geliyor alıyor kuşu, belirlenen yerden atıyor, bu kuşların tanesi nereden baksan bin beş yüz Euro, diyorlar. Eğitimleri de kademeli, önce köprü başından atılıyor, sonra Gebze, Kocaeli derken öyle gidiyor. Uçanlardan birini gösteriyorlar, Ata Kaan, “Kuş şu an Fındıkzade’de falan uçuyor, ben de böyle bekliyorum, ama hüzünlü de bitebilir bu işin sonu, finale bakarım. Beklersin dönmez, kafanı bir çevirirsin dönmeye başlar, sabır işi bu iş, keyif işi bir de” diyor. 

Civarda kuş kaçıran da çokmuş, “En güzel kuş havadan gelir” diyorlar. Arman anlatıyor, “Kırktan fazla kuşçu var, herkesin kuşu ayrıdır. Muhabbetin varsa, gel, kuşun bende al dersin, tanımıyorsan da kuşun bende fiyatı da bu dersin. İnsan insanı öldürüyor kuş için, kuş hırsızlığının kilidi yoktur. Adı ‘kaçak’, yere indi mi ırkına bakacaksın, çevredeki kuşları hep tanıyorsun, kuş yerdeyken senin ama havaya çıktı mı herkesin. Her yerden gelebilir, okyanus geçen kuş var, 1150 km yapmış, Barcelona’dan gemiden atmışlar, yüz elli bin dolara satıldı.”

'Oynarcılık bitti'

Terastan ayrılıp derneğe gitmek üzere yola çıkıyoruz, Arman, “Bizim mezat çok kalabalıktır, ama dernekte haftaiçi toplasan on kişi olur, yirmi beş senedir arkadaşız, muhabbetimiz hep güvercin, din, mezhep, ırk hiç fark etmez, milyoner olursun, affedersin lağıma gir kuş var derler, girersin” diyor. Yolda da bu işin üstadı dedikleri Manuk Ağabeyi görüyoruz, “Oynarcılık bitti” diyor. Bursa kuşundan bahsediyor, Samatya-Kocamustafapaşa’da esas Bursa kuşu beslenirmiş, ama o nesil kuş kalmamış. Güzel kuşun kaçıranı çok oluyormuş, çalıp ufak paralara satıyorlarmış. En iyisi bende olsun, diyenler bu işi bozmuş. Gençler bir yerlerden duyuyormuş yüksek fiyata güvercin satıldığını, ben de satarım diye heveslenip işe girişiyormuş, hep bu amatörlüklerden bozulmuş kuşçuluk…

Derneğin üstadı Savaş Ağabey, “Bunlar kuşçulukla kurulmuş dostluklardır, yoksa sokakta görsen dönüp bakmazsın” diyor, Agop Ağabey’se “Ama her türlüsü de var, yavşağı da var affedersin, yok yok” diye ekliyor.

'Onlar benim dilsiz kullarım'

Arman her Cumartesi akşam altı gibi hazırlıklara başlıyor, ocağı yakıyor, masa kaldırıp sandalye diziyor, sonra telefonlar gelmeye başlıyor, “Kuş getireceğim, benimkini ön sıraya koy…” Bir de çekiliş var mezat akşamları, kazanana bir çuval yem ya da kuş ya da başka ihtiyacı neyse… Bir hafta yüz, diğer hafta yüz elli kişi olurmuş. Çekilişten gelen para da derneğe katkı oluyor, çay, kahve, elektrik ve diğer faturalar ödeniyor. Maksat kuşçulara hizmet… 

Saat akşam 10’a yaklaştıkça gelenler artıyor. “Bu işin yaşı yok” diyorlar. Gerçekten de aralarında çok küçük olanlar var. Arman, “Gelen genç çocukları görüyorsun, ben derim oğlum bak ailen görür, bazen de kızıyorum kendinize harcayın bırakın kuşu. Onlar da diyor ağabey bu merakımız, bize kuşu ver…” Hepsi de birbirinden çok farklı insanlar. Derneğin üstadı Savaş Ağabey, “Bunlar kuşçulukla kurulmuş dostluklardır, yoksa sokakta görsen dönüp bakmazsın” diyor, Agop Ağabey’se “Ama her türlüsü de var, yavşağı da var affedersin, yok yok” diye ekliyor. Kuş çoksa, ihale gece yarısına kadar sürüyor, Samatya’da haftada bir, ama daha çok kazanmak için haftada üç kere yapan mezatçılar da varmış. Arman, “Para kazanmaktan ziyade burayı geçindiriyorum. Bana bir çorba parası kalıyor buradan. Haftasonu yeri geliyor yüz, yeri geliyor yüz elli lira... Ama bazı kişiler işi ticarete döktükleri için yüksek paralar kazanıyorlar. Adam kazancına bakıyor, ölmüş kalmış yavrusu var mı bakmıyor” diyor ve ekliyor, “Bu işe gönül verdin mi cebinden para çıkmış çıkmamış, o sana salak demiş, umurunda olmaz. Allah için verilen para gibi bir şey. Allah ne demiş, onlar benim dilsiz kullarım, şimdi zulme susuyorlar ama hesap günü konuşacaklar.”



Yazar Hakkında