Ulusun ötekileri: Kuir Ermeniler

Deanna Cachoian-Schanz ile Ermeni toplumunun LGBT bireylere bakışını, normların dışında kalan kimliklerin tehdit olarak algılanışını ve bunun altında yatan nedenleri konuştuk.

Deanna Cachoian-Schanz, 24. LGBTİ+ Onur Haftası etkinlikleri kapsamında 25 Haziran’da düzenlenen ‘Diaspora’da LGBTİ+ Olmak ve Örgütlenme’ başlıklı panele katılarak dikkat çekici bir sunum yaptı. Ca’ Foscari Venedik Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları, Ermeni Dili ve Edebiyatı alanında, Sabancı Üniversitesi’nden ise Kültürel Çalışmalar bölümünde yüksek lisans derecesi alan Schanz, son yıllarda LGBT kadınlar tarafından üretilmiş çağdaş ve deneysel edebi yapıtlar üzerine çalışıyor ve deneyimlerini Diaspora ve Ermenistan’da LGBT bireylere yaklaşımı açıklamak üzere kullanıyor. 

Schanz ile Ermeni toplumunun LGBT bireylere bakışını, normların dışında kalan kimliklerin tehdit olarak algılanışını ve bunun altında yatan nedenleri konuştuk.

24. LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında düzenlenen panelde yaptığınız sunumda, Ermeni toplumunun LGBT bireylere bakışına dair çarpıcı yorumlar getirdiniz; Ermenistan’da birçokları için millî düşmanların LGBT’ler ve Türkler olduğunu söylediniz. Hatta kimi Ermeniler için gey olmak, Türk olmaktan bile fenaymış...

Bunları konuşurken önce milliyetçilik üzerine düşünmek gerekiyor. Milliyetçilik, içinde ‘ötekileri’ barındıran, ikili bir yapıdır.

2014 yılında, Ermenistan’da yayın yapan ‘İravunk’ gazetesinde ilginç bir yazı yayımlandı. ‘İravunk’ Ermenicede ‘hak’ anlamına gelir; başlığı ‘Uluslararası Homoseksüel Lobisinin Çıkarlarına Hizmet Ediyorlar: Ülkenin ve Ulusun Düşmanlarının Kara Listesi’ olan bu yazı, gazetenin ismiyle çelişiyordu. Yazıda LGBT ve müttefikleri, milletin ‘ötekileri’ olarak sunuluyordu. Milliyetçiliğin, aile ve üreme fikrine nasıl tutunduğunu, kendini nasıl koruduğunu ve yeniden ürettiğini incelediğimizde, üremeyen ya da geleneksel aile yapısına, normatif cinsel kimliklere karşı duran bedenin sıklıkla dışlandığını görüyoruz. Üreme görevini yerine getiremeyen ya da getirmek istemeyen, varlığı geleneksel aile yapısıyla çelişen bir beden... Belki de homofobinin diğer türlerinden farklı olarak, Ermeni toplumlarında kuir beden, çeşitli politik ve sosyal nedenlerle, millete meydan okuyan bir unsura, ulusal düşmana dönüşür. Sözünü ettiğim yazı, bu anlamda, Ermenistan’da LGBT bireylere yaygın bakışı çok iyi temsil ediyor. Diaspora’da da durum çok farklı değil. Gey Ermenilerin varlığı sıkça inkâr ediliyor. Onların Ermeni değil, Türk olduğu bile söyleniyor. Bu da ulusal düşmanlar ile etnik ve cinsel ötekiler arasında ilginç bir ilişki kuruyor.

Baskın milliyetçilik ve bununla ilişkili olarak LGBT bireylere dair bu önyargılar Ermeni toplumunda nasıl yayılıyor?

Bence bu durum milliyetçiliğin dayattığı normatif değerlerle yakından ilişkili. Tanımlanmış kimlikler ve sınırlar, genellikle homojen grupların oluşmasına yol açar. Bu konsept heterojen bir yapıyı tercih etmez; milletin kökenlerinin ‘saf’ olduğu mitine dayanır: “Hepimiz aynı yerden geliyoruz, birbirimize bağlıyız. Aynı kan, aynı din, aynı tarih, aynı coğrafya...” Bunun karşısında, ulusun düşmanları fikri açığa çıkar.

Toplumsal cinsiyet, ‘ulus’ fikrinin önemli bileşenlerinden biri. Kadınlara ve erkeklere bazı değerler ve kodlar atfedilir. Kadınlar geleneğin koruyucuları ve yuva kurucular olarak görülür. Çocuk doğururlar, asker olacak, milleti için savaşacak oğullar yetiştirirler... Sadece fiziksel değil, kültürel ve geleneksel bakımdan da, o ‘ev’i kuracak olan kadınlardır. Erkekler için de tanımlanmış bazı değerler vardır. Ulus, aile ve yuva tanımları kimi zaman eşanlamlı hale gelir. Ulus, tüm bu ailelerin bir araya gelerek oluşturduğu bütündür.

Deanna Cachoian-Schanz New York’ta doğdu. Sarah Lawrence Üniversitesi’nde edebiyat okuduktan sonra bir sene Ermenistan’da İngilizce öğretmenliği yaptı. Ca’ Foscari Venedik Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları, Ermeni Dili ve Edebiyatı, Sabancı Üniversitesi’nde ise Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisans yaptı. Son yıllarda çalışmalarını, LGBT kadınlar tarafından üretilen çağdaş ve deneysel Ermenice edebi yapıtlar üzerine yoğunlaştırdı. Shushan Avagyan’ın, 20. yüzyılın önde gelen feminist yazarları Zabel Yesayan ve Şuşanig Kurğinyan’ın muhayyel karşılaşmaları üzerine kurulu olan ve bunun paralelinde sansür, çeviri ve edebiyat meselelerini tartışan ‘Book-Untitled’ (Girk-Anvernagir) adlı kitabını Ermeniceden İngilizceye çevirdi.

Sunumunuzda ‘Mayr Hayasdan’ (Ermenistan Ana) heykelini milliyetçilik ve toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde ele aldınız. Bu sembol bize ne gösteriyor?

Yerevan’da bulunan ‘Ermenistan Ana’ anıtı, Sovyetler Birliği ülkelerinde dikilen çok sayıda heykelle benzerlik gösteriyor. Bu anıtta askerî unsurlarla birlikte sunulan kadın figürü, elinde, yatay şekilde bir kılıç tutuyor. ‘Ermenistan Ana’ bu kılıcı düşmana karşı kullanmasa da, onunla birlikte koruyucu ve kendinden emin bir duruş sergiliyor. İlgili Vikipedi makalesinde, bu anıtın barışı ve gücü sembolize ettiği vurgulanıyor. Heykel aynı zamanda, kocalarının yanında savaşan ve ulusu koruyan tarihteki diğer Ermeni kadın figürlerini hatırlatıyor. Ülke böylesine ataerkil olunca, kadınların toplumla etkileşimi de, erkek vatandaşlarla ilişkileri üzerinden oluyor: Kocalarının yanında mücadele eden eşler ya da savaşa giden oğulların anneleri... Aslında evle ilişkilendirilen kadın, burada, toplumsal alanda dikiliyor – ancak tabii ki cinselliğinden sıyrılmış bir formda, ulusun ve yuvanın sağlam bir koruyucusu olarak...

Böyle bir anıta baktığımızda, askerî özelliklerle donatılmış, iffetli bir kadın imgesiyle karşılaşıyoruz. Ataerkil toplumlar iffete, bekârete önem verir. Bir annenin cinselliğini konu etmek ciddi bir tabudur. Bu da son derece ikircikli bir durum, çünkü kadının cinselliğini inkâr etmek, evin, ailenin ve ulusun oluşumunu inkâr etmek, varoluşumuzun kaynağının, kirli sırrımıza dönüşmesi demek.

Bu inkârı toplumsal normların dışında kalan cinsel kimliklerin inkârıyla nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Öncelikle, anne figürünün cinselliğinin inkârı ile, Ermenilerin Türklerle etkileşimlerini, ortak geçmişlerini ve toplumun heterojen yapısını inkâr etmeleri arasında bir benzerlik görüyorum. Ermenistan’da, Diaspora’da ve Türkiye’deki Ermeni toplumunda, özellikle Soykırım’dan sonraki 100 yıl boyunca benimsenen söylem, ulusun saflığı vurgusuna dayanıyor; tüm Ermenilerin Hıristiyan olduğunu ve Türklükle ilişkisi olmadığını öne sürüyor. Ermeniler arasında geçen konuşmalarda bile, bir noktadan sonra “Ailenizin her iki tarafı da Ermeni mi?” türünden sorulara geliyor sıra. Örneğin benim, bir Ermeni olarak, sarışın ve mavi gözlü olmam insanları şaşırtıyor. Ermenice konuşabildiğimi öğrendiklerinde şaşkınlıkları daha da artıyor. Bu tepkinin altında, “Senin bu toplumun bir üyesi olmanı beklemezdim, çünkü kafamda bu toplum için tanımladığım fiziksel özelliklere sahip değilsin. Bu görünüşteki birinin dilimizi konuşmasını da beklemezdim” gibi bir düşünce yatıyor. Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusu da koca bir tabu. Çünkü eğer Ermeni’ysen Müslüman olamazsın, hem Ermeni hem Türk olamayacağın gibi...

Ermeni toplumundan bireyler LGBT kimliklerini açıkladıkça, Ermenistan, Diaspora ve Türkiye’deki Ermeni toplumlarında benimsenen milliyetçi söylem şuna dönüştü: “Heteroseksüel değilsen Ermeni olamazsın.” LGBT meseleleri ya da deneyimleri etrafında yazılmış kitap, haber ve makalelere gelen tepkiler, Ermenistan’daki, LGBT’lerin durumunu özetliyor. Bununla ilişkili olarak, Nancy Agabian’ın, tezim için incelediğim ‘Me and Her Again: True Stories of an Armenian Daughter’ başlıklı anı kitabından üç yorum alıntılıyorum: “Gey Ermeni yoktur!” “Siz bir avuç Türk’ten başka bir şey değilsiniz!” “Tüm Ermeni ibnelere, biseksüellere ve lezbiyenlere ölüm!” Bu yorumlar Ermeni LGBT’leri konu alan bir makale için yazılmıştı. “Hem gey hem Ermeni olamazsın” iddiası, vatanın homojenliği ve saflığını yücelten milliyetçi söylemin geliştirdiği toplumsal tepkilerden biri. Kuir Ermeniler ve Türkler gibi ‘diğerleri’, zamanla mitleşerek, Ermeni vatanına dönük başlıca tehditlerden biri olarak algılanır oldu.

Konuşmanızda Diaspora’yı kuir bir alan olarak ele alma fikrini ortaya attınız. Bunu açıklar mısınız?

Aslında bu fikir tam olarak bana ait değil. Dina Georgis, Gayatri Gopinath ve Anne-Marie Fortier gibi akademisyenler, Diaspora’yı kuir bir alan olarak ele alan bir bakış geliştirmişlerdi. Diaspora homojen olmayan, melez bir alan. Amerika Diasporası’nı ele alalım; orada, yerinden edilmiş ve Amerika’ya yerleşmiş bir Ermeni topluluğu var. Bu, topluluk hiçbir zaman homojen olamayacak; her zaman, yerinden edilmiş bir halkın, kaybolmuş bir vatanın parçası olma özlemini duyan, melez bir yapı olarak kalacak.

‘Kuir’ kavramının da, hareketli, norm dışı, homojen olmayan bir alana tekabül ettiğini söylemek mümkün. Saflık söyleminin de tam karşısında yer alıyor. Kuir, yeni imkânlar ve alanlar açarken, normatif paradigmaları yıkıyor ve dünyayı nasıl yeniden yapılandırabileceğimizi sorguluyor. Diaspora da bunu, kasten değil ama varoluşu itibariyle yapıyor.

Diaspora’da gey Ermeniler neden bir tehdit olarak algılanıyor?

Üreme ve analık fikri, bunun önemli bir parçası. Özellikle Soykırım’dan sonra, Ermeni toplumları, özellikle de Diaspora, anavatanı ve toplumu koruma fikrine tutunarak var oldular. Diaspora, bu hayalî anavatanın dışında kalıyor ve kendini korumak için ‘kayıp vatan’ fikrini kurguluyor, yeniden üretip geliştiriyor. Bu, Diaspora’nın hayatta kalabilmesinin tek yolu olarak görülüyor.

Aile, Ermeni kültüründe çok önemli. Normların dışında kalanlar, aile yapısını da tehdit etmeye başlıyor. ‘Kuir beden’, üreme, soyun devamlılığını sağlama fikrini sorgulamaya açıyor. Diaspora’daki dedelerimizin ve ninelerimizin kuşağı, Soykırım’dan kurtulanların çocukları. Onlar yaşamları boyunca, belirli bir etnik gruba ait oldukları için acı çeken insanların trajik kaçış hikâyelerini dinlediler. Bir kimliğe tutunarak direndiler ve hayatta kaldılar. Kuir beden bu resme dahil olunca, yıllardır süregelmiş bu kimliğe ve etrafındaki söylemlere meydan okumuş oluyor. Aslında birçok LGBT Ermeni kimliğini yadsımıyor, hatta ona tutunuyor, onun bir parçası olmak istiyor. Kuir, Ermeniliği ya da onun geçmişini inkâr etmese de, Ermenilerin kimliklerini, aidiyetlerini, bağlarını anlama şekillerini sorgulamaya açıyor. 



Yazar Hakkında