KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Ermenilik denen yaşama gayreti

Doğumgünüm Çarşambaya rastladı. Çarşamba demek, gazetede sabahlamak demek. Şakalaştık gün ve gece boyu mesai arkadaşlarımla bu makûs kaderim konusunda. Bir gün önce İMC, Hayatın Sesi, Özgür Radyo dahil on iki medya kuruluşu mühürlenmiş. Suyu azalan leğendeki balıklar gibi çırpın dur. Haber verilemeyişinin haberini yap her Allahın günü. Twitter’da hakikate kastediliyor oluşuna isyanımı yazmışım. Üstüne hemen bir yorum: “Ermenistan sınırı kapalı mı ki? Sordurdum, açıkmış. Bunalma buralarda, ülkene git…”

İlk tepki en sahicisidir. Sunturlu bir küfür geliyor ağzıma. “Si.tir git yavşak” diyorum yüksek sesle. Yazasım gelmiyor bunu. Ama sadece deyip geçemediğimi de fark ediyorum. Yatakta uzanmış düşünüyorum ülkem olarak gitmem emredilen Ermenistan’ı.” Daha doğru deyişle, Ermenilik denen yaşama biçimini.

‘Ermeni’nin haddine mi muhalif olmak. Sen hele yaşadığına, nefes aldığına şükret hain. Hele de çıkmış gelmişin Ermenistan’dan. Daha burada ahkâm kesiyorsun. Bre kafir! Bre gavûr!’ Hayal gücüne bile gerek yok, replikler kesinlikle böyle gidiyor. Tecrübeyle sabit. Kuşaktan kuşağa miras.

Eskiden yok benim ülkem burası, yok kadim Ermeni halkı binlerce yıldır burada yaşar minvalinden bir şeyler karalıyordum. Şimdi o da çok gereksiz geliyor. Hasbelkader bu toprakta doğmuşum, sanki burada doğmak ve yaşamak çok matah bir şeymiş, ve dahi Ermeni olmaktan sebep bir de lütufmuş gibi laf mı yetiştireyim.

Üstelik çoğunluğun içinde göze batmamaya çalışarak hayatı sürdürmek de azalmanın önüne geçmemiş. Anadilim UNESCO’nun yok olma tehlikesi altındaki diller listesinde. Kimliğim sistematik gayrimüslim karşıtı devlet politikalarından bağımsız hayatın doğal asimilasyonunun da hedefinde. Çünkü hiçbir şey Ermenice yaşanmıyor, sen özellikle gayret etmedikçe. O yüzden, Ermenilik gayretli bir şey. Ve anlayacağınız üzere, çok da sabır gerektiriyor, nafile yere.

Kaldı ki yazarım, derdim insan hikâyeleri. Yani, etnik herhangi bir kimlikle bu kadar hemhal olmak benim özümde bitmeyen bir mücadele. Üstelik artık bir halk da değilim maalesef nüfus açısından. Bana toplum deniyor, Gülen cemaatine FETÖ denilmeye başlandıktan sonra elde kalan son cemaat da denilebilir. Hem bilesiniz, artakalmak fena bir his. Susturulmuş ya da hiç doğamamış kuşakların boşluğunu da sırtlamak, bir hayatın içinde bir küçük kapsül hayatın daha üstüne titremek, ağır. O kapsülde benim özüm var. O özün her bir maddesini anlatmayı görevim biliyorum. Oysa çoğu zaman ancak siyasi doğruculuğun sahte nezaketiyle, ayrımcılık ve ırkçılığın bodos hakaretleriyle ya da nostaljik süs objesi telakki edilmenin ezikliğiyle çevreleniyorum. Birinin projesi berikinin kodlama fişiyim.

Ha ‘içeride’ de öyle sahipli değilim. Kimse ‘Aferin aman da ne güzel söylemişin’ demiyor. Ermenilik bir sıkışmışlıktır. Senin için korkulur biraz, sana haset edilir biraz. Ölünce kıymete binersin, o da belki. Sen öylece duruyorken bile dalgalar aşındırır usul usul. Aras Yayıncılık’tan çıkan ‘Sesiz Ricat’ı okuyun isterim. Orada yazdığı gibidir: “Kavga kutsal şeydir, muharebe de kimi zaman onun kadar faydalı olabilir. Mağlup veya muzaffer, bunlardan bir ulus doğar, fakat iki koşulda da doğar. Ama ruhların ricatı, baş döndürücü bir yokuştan aşağı sürüklenen o ricat her şeyi siler, eritir, yok eder… Ana-baba, evlat, dayı, damat ricat eder; şan, tutum, ahlak, sevgi ricat eder. Dil ricat eder, dil ricat eder, dil ricat eder…”

Tam bu noktada sözü Episkopos Sahak Maşalyan alsın. Bu Pazar kutlanacak Çevirmenler Bayramı dolayısıyla yazdığı yazıda nereden ricat edildiğini anlatır gibidir: “Boynunda kendi alfabesini bir kolye yapıp taşıyan çok az ulus vardır herhalde. Evlerinin duvarlarını, halılarını alfabelerinin harfleriyle süsler, meydanlarını onun harflerinden yapılmış anıtlarla donatır, halıya, vazoya, giysiye, taşa toprağa onu döşerler. Ermenilerin, haçtan sonra ikinci kutsalıdır bu özgün alfabe. Çünkü bu ulus, varoluşunun kodlarını onun içinde bulmaktadır. Tehcir yıllarında kafileler Der Zor çöllerine vardıklarında ölümü bekleyen annelerin, kumların üstüne bu alfabeyi yazarak çocuklarına aktarma arzusu boşuna değildi...”

Bütün bunlardan sebep hem o alfabeyi, genetiğime kayıtlı kültürü sahipleniyor hem de kendi özgür ben’imi arıyorum. Eskisi gibi benim ülkem burası lan, demek gelmiyor içimden. Ermenistan da dönecek ülkem değil, ruh haritamın kıymetli bir durağı.

Ve evet, bir Ermeni olarak da yazar olarak da insan olarak da çok şeye karşı çıkıyorum sıradan düzen diye dayatılan bu cinnet içerisinde. Beğenmesinler, sevmesinler. Ama daha da bu ülke muhabbetini etmesinler, diyesim var.

Çünkü bazı halkların ülkesi yoktur.

Çünkü bazı halkların ülkesi çoktur.

Çünkü bazı insanların da birden çok halkı vardır.

Hepsi onun insanıdır, istese de istemese de.