VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Halepçe’den dersler

Halepçe, Irak Kürdistanı’nın doğusunda, üç taraftan İran dağlarıyla çevrili, ücra ve dünyadan izole bir şehir. İklimi ılıman; Sirvan nehri, şehrin etrafındaki ovaları sulayarak, bölgeyi batıya uzanan kurak ovalara kıyasla minik bir cennet haline getiriyor. Şehrin Kürt nüfusu Horami diyalektini konuşuyor; bu da daha çok Soranice konuşan bölgedeki diğer Kürtlerden tarihsel olarak ayrı olduklarını gösteriypr. Dünyanın geri kalanı Halepçe’yi Saddam Hüseyin’in 16 Mart 1988’de gerçekleştirdiği ve tahminen beş bin insanın ölümüne sebep olan büyük kimyasal saldırıyla tanıyor. 

Halepçe Belediye Başkanı Hıdır Kerim’le Süleymaniye’de buluşarak Halepçe’ye gittik. Bize, Halepçe tarihindeki önemli anları anlattı: 1909’da Adila Khan şehrin kadın belediye başkanıydı; şehirdeki ilk okulu 1920’de açılmıştı; 1964’te, daha sonra Irak Devlet Başkanı olan Celal Talabani savaşçılarından oluşan bir grupla şehre sığınmıştı. Kısa sürede laf o korkunç güne geldi: Kaç kişi öldü? “Tam olarak bilmiyoruz, ama beş binden fazla” diye cevapladı Belediye Başkanı. Ölenlerin üçte ikisi kadın ve çocuklardı. Halepçe, Saddam’ın ordusunun El-Enfal harekâtı sırasında yaptığı 200 kimyasal saldırıdan biriydi.

Halepçe’ye varır varmaz, 16 Mart 1988’le ilgili fotoğraf ve belgelerin yer aldığı Halepçe Müzesi’ne gittik. Aileler müzeye gelip sessizce bakıyor, geçmişin acılarını öğreniyor veya hatırlıyorlardı. Orada, Halepçe Kimyasal Saldırı Kurbanları Topluluğu’nun başkanı Aras Abid Ekrem ile tanıştık. Ekrem, ailesinden 12 kişinin öldüğü saldırı sırasında 19 yaşındaymış; babası, annesi, yedi erkek ve üç kız kardeşi saldırıda ölmüş. “Onları ellerimle gömdüm. Tanrı’nın beni, Saddam’ın Halepçe’de yaptıklarına şahit olmam için hayatta bıraktığına inanıyorum.”

Savaş ve imha

Ortadoğu’nun şehirlerini ve bahçelerini yakan kör şiddete bir cevap bulabilmek için gittim Halepçe’ye. Pek çok yazar, bölgesel düzeni yıkıp şiddet dalgasını ateşleyenin 2003’te Irak işgali olduğunu düşünüyor. Fakat Halepçe öyle demiyor: İran sınırındaki şehir, her zaman isyancıların sığınağı olmuş. 1988 yılının Mart ayında, uzun ve kanlı Irak-İran savaşının ortasında, Kürt peşmergeler ve İran askerleri, Irak ordusunu şehirden çıkarmayı başardı. Bu yenilgiye kısa sürede karşılık verildi: 16 Mart 1988’de, Ali Hasan el-Mecid (Kimysal Ali) komutasındaki Irak ordusu şehri bombalamaya başladı; bunun ardından da hava kuvvetleri şehre hardal ve sarin gazıyla dolu 200 bomba attı. Saldırıdan kurtulan Neriman Ali, bana şöyle demişti: “Ertesi gün de civar köylere saldırmaya devam ettiler. İnsanların oraya kaçacaklarını tahmin etmişlerdi.”

Halepçe kimyasal saldırısı, Irak-İran savaşının bir bölümüydü ama aynı zamanda Irak devletinin ülkenin Kürt nüfusunu baskı altına alma girişimlerinin de bir parçasıydı. Pan-Arapçılık ideolojisine sahip iktidardaki Baas rejimi, ideolojisiyle örtüşmeyen grupların varlığını kabul edemezdi. Dahası, dünyanın o kısımlarındaki Kürt nüfusu, yüzyıllardır yarı özerk yaşıyor ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri merkezileşme çabalarına direniyordu. Bu nedenle El-Enfal, tüm modern soykırımlar gibi büyük bir savaşın içinde gerçekleşen, topluma uymayan etnik bir grubu bastırma harekatıydı.

1988’de İranlı bir televizyon ekibi, birkaç yabancı gazeteciyle birlikte Halepçe’ye giderek suçları belgelemişti. Ne var ki Batılı liderler o zamanlar bu meseleye ilgi göstermedi; Saddam Hüseyin, İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşta Batı’nın müttefikiydi. ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair, Halepçe’yi ve işlenen suçları ancak yıllar sonra, Irak’ı işgal etme kararı almalarının ardından hatırladı. 

Izdırap devam ediyor

Kamil Abdül Kadir, saldırı olduğunda 15 yaşındaymış. “Şehir merkezindeki Basha mahallesindeydim. Saldırı başladığında ailem kömür sürülmüş nemli kumaşlar hazırlamıştı.” Bu, kimyasal saldırıya karşı tek korumalarıydı. “Kaçmak için gece olmasını bekledik, ama uçaklar durmadan bomba atıyordu.” İran’a doğru kaçarlarken, yola da saldırı başlamış. “Bombaların konvoyumuza isabet ettiğini ve insanların havaya uçtuğunu gördüm. Sonra da bilincimi kaybettim.” İranlı sağlık ekipleri onu kurtarıp Tahran’daki bir hastaneye götürmüş. Annesi, babası, beş kız kardeşi ve erkek kardeşi onun kadar şanslı değilmiş. Kardeşi Cemil yaralı olarak götürüldüğü Şiraz’da ölmüş ve Tahran’daki Behesti Zahra mezarlığına gömülmüş. Abdül Kadir eğitimine devam edip Arapça öğretmeni olmuş. Sonra, dokuz yıl önce, birdenbire nefes alamamaya başlamış. 1988’de soluduğu kimyasal gazlar solunum sisteminin çökmesine neden olmuş. “Hâlâ her hafta yaralılardan bazıları ölüyor. Birçoğumuzun akciğer nakline ihtiyacı var.” Tabii organ nakli yabancı ülkelerde yapılabiliyor ve milyon dolarlara maloluyor. “Bu makine olmadan nefes alamıyorum,” diyor. “Yardım almadan yıkanamıyorum bile.” O ve Halepçe’deki pek çok kişi siyasetçilerin davalarını manipüle ettiğini, çektikleri acıya yeterince ilgi gösterilmediğini düşünüyor. 2011’de hükümetten yardım talep eden büyük bir gösteri bile düzenlendi.

Irak’ın değişen ‘azınlıklar’ı

Irak’ın çeşitli nüfusuna ilgimi bilen belediye başkanı beni, 600 Kakai ailenin yaşadığı Havaryakan mahallesine götürdü. Orada ibadethaneye gidip, topluluk liderlerinden Ako Şavais’le buluştuk. Yarsan veya Ehl-i Hak olarak da biliniyorlar. Irak’ın doğusunda ve İran’ın bazı bölgelerinde yaşıyorlar ve Kakai dinine inananlar arasında Kürtler ve daha az sayılarda olmak üzere Araplar, Lurlar, ve İranlılar var. 14. yüzyılda Sultan İshak kutsal metinleri kaydederek, Serencam olarak bilinen Kakai kutsal kitabını derlemiş. Kakailer, Irak’taki birçok azınlık topluluğu gibi, geleceklerinden endişeli: “Yezidilerin başına gelenler bizi çok endişelendirdi” diyor Şavais. “IŞİD’e göre bir kafiriz. Musul ile Erbil arasındaki altı Kakai köyü IŞİD tarafından işgal edildi.” Bu köylerin sakinleri kaçmayı başarmış.

Fakat en büyük sürprizle Halepçe gezimin sonunda karşılaştım. Belediye başkanı beni, artık sadece yıkık ve terk edilmiş evleri barındıran Julakan mahallesine götürdü. Güzel taş binalar, mahallenin bir zamanlar refah dolu olduğunu gösteriyordu. Bu mahallede bir zamanlar, 40’lı yıllarda nüfusun dörtte birini oluşturan Halepçe Yahudileri yaşıyormuş. Sonra bir gün İran’a kaçmak zorunda kalmış, oradan da uçaklara bindirilip İsrail’e gönderilmişler. Halepçe Yahudileri, Horami konuşan etnik Kürtler, Filistin tarlalarının işgalinin ve Filistin topraklarının sömürgeleştirilmesinin faili değiller. Sadece bir dinî topluluğa mensup oldukları için evlerinden, ata topraklarından sürülmüşler.

Öyle görünüyor ki, Ortadoğu’da tarih zalimce tekerrür ediyor.