Çanakkale’nin unutturulan kahramanı Sarkis Torosyan

Prof. Ayhan Aktar, önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan ‘Yüzbaşı Sarkis Torosyan - Çanakkale’den Filistin Cephesi’ne isimli kitapta, resmi tarihin I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda savaşan Ermeni subaylarla ilgili suskunluğunu sorguluyor. Aktar, Çanakkale Savaşları’nın en önemli başarılarının mimarı olan 2. Ağır Topçu Tugayı’nın tarihi,başında Yüzbaşı Sarkis Torosyan olduğu için bugüne dek hiç yazılmadığını söylüyor.

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr

 

İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ayhan Aktar, İletişim Yayınları tarafından basılan ve önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan ‘Yüzbaşı Sarkis Torosyan-Çanakkale’den Filistin Cephesi’ne isimli kitapta, resmi tarihin Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda savaşan Ermeni subaylarla ilgili suskunluğunu sorguluyor.

Aktar’a göre, Çanakkale Savaşları’nın en önemli başarılarının mimarı olan 2. Ağır Topçu Tugayı’nın tarihi, sırf başında bir Ermeni subay, yani Yüzbaşı Sarkis Torosyan olduğu için yazılmıyor. Çarpıtma, susturma, yok sayma operasyonlarıyla inşa edilen milli tarih anlatısının Çanakkale Savaşları’nı Cumhuriyet’in kurucu mitlerinden biri haline getirdiğini ve Çanakkale’nin Osmanlı bağlamından kopartılarak resmen Türkleştirildiğini belirten Prof. Aktar, “1930’lardan itibaren ülkemizde bir ‘milli tarih’ anlatısı kurgulanmıştır. Bu anlatı içinde geriye doğru giderek herkes Türk ilan edilmiştir. Efendim, Osmanlı ordusu yoktur, sadece ‘Türk ordusu’ vardır. Dolayısıyla, bu yaklaşıma göre I. Dünya Savaşı’nda cephede dövüşenlerin hepsi Türk ve Müslümandır. Ama maalesef kazın ayağı öyle değil! Osmanlı ordusunda Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Çerkezlerin, Boşnakların Gürcülerin ve Arnavutların yanı sıra Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler de vardı. Bu insanlar da dövüştüler ve bir kısmı öldü” diyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere çeşitli devlet görevlilerinin, son dönemlerde Ermeni Soykırımı’nın karşısına, aynı yıl yaşanan Çanakkale savaşlarını çıkartan söylemleri dikkate alındığında, Yüzbaşı Torosyan’ın hikâyesinin anlattığı çok şey var.

•          Çanakkale Savaşları’na dair askeri tarih anlatılarında Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın adına rastlamamamızın “tarihin susturulmasına” örnek olduğunu ifade ediyorsunuz. Tarihin susturulması ve Torosyan’ın bu bağlam içinde nereye oturduğunu anlatabilir misiniz?

Çok basit bir soru ile başlayalım. Ben size, “Geçenlerde Londra Olimpiyatlarının açılış törenini seyretmiştiniz, gördüklerinizi anlatın?” diye bir soru sorsam, ne anlatırdınız? İki saatlik açılış töreninde sizin kendi ilgi alanlarınız açısından önemli bulduğunuz detayları, anlatırdınız değil mi? Örneğin, ben sosyal bilimci olduğum için İngilizlerin toplumsal değişimi canlandırmaları, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi bir tiyatro oyunu gibi sergilemeleri dikkatimi çekti. Ama ben bir mühendis olsaydım, herhalde Olimpiyat meşalesinin küçük bakır külahların yan yana gelmesinden oluşan tasarımı benim daha çok ilgimi çekerdi. Eğer sağlık sektöründe çalışan biri olsaydım, İngilizlerin Ulusal Sağlık Kurumu (NHS) ile ilgili canlandırmaları kafama kazınırdı. Dolayısıyla, iki saatlik bir olayı anlatırken bile bizim düşünce sistemimiz, ilgilerimiz, toplumsal varoluş kaygılarımız ve mesleki takıntılarımız olup biteni anlatma şeklimizi belirliyor.

Bazı olayları öne çıkarırken, başka birtakım olayları kaçınılmaz olarak ütülüyoruz. Bu “ütüleme ve bastırma süreci” bireyler açısından anlaşılabilir bir durumdur. Radyoda maç anlatan bir spiker bile bütün oyunu tam anlamıyla yansıtamaz. Hele bizim televizyonlarda bir milli maç seyrederken, sahada olmayan bir sürü zırvalığın yorumcular tarafından anlatıldığını duyup eğlenmiyor muyuz?

Aslında bireylerin yazdıkları otobiyografiler, anı kitapları da bu tür sınırlamalarla ve suskunluklarla maluldür. Fakat iş genel olarak tarih yazımına ve milli tarih anlatısının kurgulanmasına geldiği zaman, iktidar ilişkilerinin yapısal özellikleri devreye girmeye ve tarihsel anlatıyı şekillendirmeye başlıyor. Çarpıtma, susturma, yok sayma operasyonu bireysel değildir, bu noktada kurumsal olarak yapılır. Böylece, geçmişin susturulması iktidar ilişkileri tarafından belirlenir. Artık mesele bireylerin geçmişte olan bir olayı anlatırken yarattığı suskunlukların veya attığı palavraların ötesinde bir noktaya gelmiştir. Milli devletin kuruluş ideolojisi doğrultusunda her şey yeniden kurgulanır. Tarih yazımına iktidarın müdahalesi çok acımasız bir biçimde gerçekleşir. Bireyler de bazen içinde yaşamış oldukları tarihe yabancılaşırlar.

1930’lardan itibaren ülkemizde bir “milli tarih” anlatısı kurgulanmıştır. Bu anlatı içinde geriye doğru giderek herkes Türk ilan edilmiştir. Efendim, Osmanlı ordusu yoktur, sadece “Türk ordusu” vardır. Dolayısıyla, bu yaklaşıma göre I. Dünya Savaşı’nda cephede dövüşenlerin hepsi Türk ve Müslümandır. Ama maalesef kazın ayağı öyle değil! Osmanlı ordusunda Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Çerkezlerin, Boşnakların Gürcülerin ve Arnavutların yanı sıra Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler de vardı. Bu insanlar da dövüştüler ve bir kısmı öldü. Mesela, Çanakkale savaşlarına katılan Rum kökenli Asteğmen Sok-rat İncesu’nun anıları yıllar önce yayımlandı. Çanakkale Savaşlarını incelerken karşıma çıktı ki Anafartalar’da Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in komutanı olduğu 19. Tümen’in askerlerinin yarısından fazlası Halep sancağından askere alınmış Arap kökenli erler. Adamlar Türkçe bile bilmiyorlar. Eminim, bugün Halep’e gitsek, dedeleri Çanakkale’de şehit olmuş bir sürü insan buluruz. Resmi tarih bunları yok saymayı tercih etti. Bu günden bakarak geçmişi ütüledi ve bazı olaylar ve kişiler susturuldu.

• Yüzbaşı Torosyan’ın hikâyesi ne?

Torosyan, 1914 yılında Topçu Mektebini üsteğmen olarak bitiren, Kayseri-Develi’den bir Ermeni genci. Aynı yıl, Almanya’da Krupp fabrikasına staja gönderiliyor. Savaş başlayınca da Gelibolu yarımadasının en ucundaki Ertuğrul Tabyası’na komutan atanıyor. Orada da iki tane Krupp marka 240 mm’lik kızaklı top var. Krupp’ta staj yapmış bir Osmanlı topçu üsteğmeninin o tabyaya komutan olarak atanmasında şaşılacak bir şey yok.

Tarihe milliyetçi gözlüklerle bakanlar açısından Yüzbaşı Torosyan istenmeyen bir adam. Çünkü genel anlatıyı bozuyor. Bu nedenle, yok sayılıyor. Her yıl büyük tantana ile kutlanan 18 Mart zaferinin mimarı, Çanakkale’deki 2. Ağır Topçu Tugayı’dır. İlginçtir, 2. Ağır Topçu Tugayı’nın tarihi hiç yazılmamış. Ben bunun bir “tesadüf” olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunan bu birliğin evrakı, yazışmaları ve zabitan kadrosu incelemeye açılsa “milli tarih” yazdıklarını iddia edenlerin yüzünün kızarması lazım. O nedenle de belgeleri depolara gömerek, suskunluğun sürdürülmesini sağlıyorlar. Ama Ermeni milliyetçileri açısından da durum biraz tuhaf!

•          Ermeni milliyetçileri açısından durum neden tuhaf?

1915’te neler olup bittiği konusunda yine milliyetçi gözlükle tarih yazanların temel yaklaşımı nedir? 20. yüzyılın ilk soykırımı Nazi Almanya’sında değil, Osmanlı topraklarında Ermeni halkına karşı gerçekleştirildiği söyleniyor. Bu yaklaşıma göre, Nazi partisinin ırkçı ideologu Dr. Rosenberg ile Türk milliyetçiliğinin ideoloğu Ziya Gökalp aynı kefeye konuyor. Ama Ziya Gökalp’in ‘Türkçülüğün Esasları’(1923) kitabında “Gerçi, atlarda şecere aramak lâzımdır; çünkü, bütün meziyetleri içgüdüye dayandığı ve bunlar ırsî (kalıtımsal) olduğu için, hayvanlarda ırkın büyük ehemmiyeti (önemi) vardır. İnsanlarda ise, ırkın sosyal vasıflara (özelliklere) hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir” diyen bir ideolog. Merhum Gökalp biraz göbekli bir adamdı, Dr. Rosenberg’in Nazi üniforması Gökalp’e biraz dar geliyor! Almanya’daki Holokost deneyimini aynen Osmanlı topraklarına taşımaya kalkarsanız durum karışıyor. Anadolu’da yaşanan felaketin yerel değişkenlerin de devreye sokularak analiz edilmesi lazım.

Nazi deneyimini aynen Osmanlı coğrafyasına taşıyarak olup bitenleri kolayca açıklamak isteyenler için Yüzbaşı Torosyan yine ters bir adam. “1940’larda Nazi Almanya’sında olanların aynısı burada oldu” diye işi basite indirgeyenler açısından tuhaf bir durum var. Çünkü Nazi ordusunda nasıl ki Yahudi kökenli bir topçu yüzbaşısı olamaz ise –çünkü Yahudi kökenli subaylar 1936’da Hitler’in çıkardığı Nürnberg Yasaları sonucunda Alman ordusundan atıldılar – Nazi usulü bir soykırımı gerçekleştiren Türklerin ordusunda da Ermeni subay olmaması lazım! Ama durum öyle değil.

Geçen yıl Beyrut’ta Hagop Arsenian’ın anıları yayımlandı. İzmit-Ovacık doğumlu olan Ermeni eczacı Arsenian 1915 yılında ailesi ile birlikte Suriye’ye sürülüyor. 1916 yılının Temmuz ayında Halep’teki Ermeni Askeri Doktor Yarbay Bağdasar Bey’in yardımı ile Osmanlı Ordusunda eczacı olarak işe başlıyor. Böylece, ailesini de Der Zor’a tehcir edilmekten kurtarıyor. Kudüs’teki askeri hastanede eczacı olarak çalışmaya başlıyor. 19 Eylül 1918 günü Yüzbaşı Torasyan’ın da ayrıntılı olarak anlattığı savaşta Hagop Arsenian İngilizlere esir düşüyor. Eczacı Arsenian, Mısır’daki Osmanlı savaş esirlerinin tutulduğu kampta kendisi gibi 45 Ermeni subayın bulunduğunu anlatıyor. Kimdi acaba esir düşen bu 45 Ermeni subay? Bu insanların en azından savaş esirlerinin serbest bırakılması sırasında bir kaydının tutulmuş olması lazım. Ama resmi tarihimizde bunlar yok sayılıyor!

Gördüğünüz gibi, iki tarafın milliyetçileri Yüzbaşı Torosyan’ı tarihten silmek konusunda, farkında olmadan(!), bir işbirliği içindeler. Torosyan’ın kitabı 1947’de basılmış, ondan sonra Diaspora’da kimsenin bu kitabı yeniden basmak aklına gelmemiş! Neden acaba?

•          Genelkurmay resmi tarihinde Ertuğrul Tabyası’nın nasıl “ütülendiğini” birkaç örnekle anlatabilir misiniz?

Çanakkale savaşları tarihinde birlik komutanlarının listesi son derece seçici olarak veriliyor. 19 Şubat 1915 bombardımanında Ertuğrul Tabyası komutanı Sarkis Torosyan. Ama Genelkurmay tarihçileri o günün listesini vermiyorlar. O gün ve 25 Şubat’taki bombardımanlarda Ertuğrul, Seddülbahir ve Anadolu yakasında da Kumkale ve Orhaniye tabyaları yerle bir oluyor. Fakat 18 Mart’ta Torosyan, Rumeli Hamidiye’nin komutanı. Emekli Tank Kurmay Albay İsmet Görgülü’nün ATASE kaynaklarına dayanarak hazırladığı On Yıllık Harbin Kadrosu: 1912-1922 (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993) başlıklı kitabında 18 Mart zaferinin komutan kadrosu verilirken, hem Rumeli Hamidiye Tabyası’nın ismi geçmiyor, hem de o sırada üsteğmen olan Torosyan’ın adı geçmiyor. Dolayısıyla, Torosyan’ı tarihten kazımak için Rumeli Hamidiye Tabyası’nı da ütülüyorlar!

• İttihatçı Kemalist geleneğin milliyetçi politikaları hayata geçirebilmesi-  nin din dolayımıyla sağlanabildiğinden bahsediyorsunuz. Bu durumu ve Osmanlılık ile Türklük arasındaki zihniyet farkını biraz anlatabilir misiniz?

Türkiye’deki tarih yazımında bir ön kabul var. Efendim, Osmanlılık ideolojisi zaten imparatorluğun çöküşünü engelleyemedi. Dolayısıyla, kabul görmemiş bir ideolojiydi. Savaşan subayların otobiyografilerini okuduğumuz zaman daha çok Türkçü özellikleri ağır basan kişilerin anılarını yayımlamış olduğunu görüyoruz. Ama bu durum, 1914 yılında Osmanlılık ideolojisine inananların hiç mevcut olmadığını göstermez. Evet, orduda ve kamu yönetiminde İttihatçıların yaptığı temizlik ve gençleştirme sonucunda binlerce asker ve memur işten atılmış ve yerlerine Türkçü özellikleri ağır basan insanlar gelmiştir. Bu doğru, ama kalanlar içinde Türkçü olmayan insanların da bulunduğu ihtimalini yok saymak bence doğru değil. Osmanlılık bir gecede tasfiye olmadı, 1912-1922 arasındaki on yıl içinde adım adım tasfiye oldu. Gündelik hayatta, İttihatçılar açısından 1915 şartlarında Türkçülük ideolojisini hayata geçirmenin pek imkânı yoktu. Çünkü Türk kavramı pek yeni bir şeydi, Anadolu köylüsü de Türk lafını Kızılbaş olarak algılıyordu. Dolayısıyla, İttihatçılar Türkçülük köyüne ulaşabilmek için Hıristiyan karşıtı uygulamaların içine girdiler. Cihat ilan ettiler. Türkçülük köyünün yolu Müslüman mahallesinden geçiyordu.

•          Çanakkale savaşlarının Cumhuriyetin kurucu mitlerinden biri haline getirilmesi ve Os-manlı bağlamından kopartılarak resmen Türkleştirilmesi ve Çanakkale’de bulunan şehit- liklerin, müzelerin bir hafıza mekânı olarak inşasına ilişkin ne söyleyebilirsiniz?

Yıllar sonra, bir ay önce tekrar Ertuğrul Tabyası’nı ve Çanakkale savaş alanlarını gezdim. Orası bir ‘hac mevkii’ olmuş. Orada tamamen Müslüman ve Türklerden oluşan bir ordunun küffara karşı kazandığı zafer kutlanıyor. Geçenlerde AKP İstanbul il yönetimi Çanakkale’de şehitlerinin menüsünden oluşan (buğday çorbası, hoşaf vs.) bir iftar tertipledi. Binlerce kişinin açık hava iftarına katıldığını TV’den izledim. Yapılan konuşmalarda, zaferin Türk ve İslam özellikleri vurgulandı. Ayrıca, Çanakkale Savaşları sanki Kurtuluş Savaşı’nın parçası gibi ele alınıyor. Ama Kurtuluş Savaşı’nın Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkması ile başladığını düşünürsek, Çanakkale Savaşları’nın 1915’te yapıldığını herkes unutuveriyor. Yahu, arada dört koca yıl var! Milliyetçi tarih anlatısının “bilinçli bir zihin bulanıklığı” pompaladığını düşünüyorum. Kendi tarihini bu kadar çarpıtan ve – ayıptır söylemesi – ‘karikatür’ haline getiren bir ülke var mı, bilemiyorum.

Osmanlı Hükümeti ’nin verdiği Tasdikname

Bismillahirrahmanirrahim
Osmanlı Ordu-yı Hümaynu
Başkumandan
Topçu Yüzbaşı-Sarkis Torosyan Bey
Ohan Oğlu
Doğum yeri Kayseri ili, Everek Kazası

Yüzbaşı Sarkis Torosyan Bey, Çanakkale Muharebesi esnasında Ertuğrul Tabyası’ndaki 6. Ağır Topçu Alayı’nın kumandanıydı. Yüzbaşı Torosyan düşmanın 19 ve 25 Şubat 1915 tarihlerinde boğaza yaptığı saldırılarda düşman zırhlılarına kahramanca ve yiğitçe göğüs germiş, bir tanesini batırmış, bir diğerine ise ağır hasar vermiştir. Daha sonra, Rumeli (Hamidiye) Tabyası’nın komutasını üstlenmiştir. Düşman zırhlılarının 18 Mart 1915 tarihinde boğaza yaptıkları korkunç hücumlar sırasında, düşmana karşı bir kez daha büyük fedakârlıklarla harp etmiş ve batırdığı bir diğer düşman zırhlısıyla zaferin kazanılmasını sağlamıştır. Adı geçen cephede kimse yaralanmamış, büyük bir cesaret örneği göstermiş ve Ordu-yı Hümayun’a zaferi getirmiştir. Binaenaleyh Ordu adına kendisine teşekkür edilerek 16 Aralık 1914 tarihinden itibaren yüzbaşı rütbesine yükseltilmiştir. Ayrıca Osmanlı Hükümeti tarafından Harp Madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Bu takdirname yukarıda adı verilen kişiye verilmiştir.

 

Tarih: 18 Mayıs 1915

Başkumandan ve Harbiye Nazırı Enver

 

 

Savaş kahramanlığından vatan hainliğine

Kayseri’nin Everek (Develi) kazasında doğan Yüzbaşı Sarkis Torosyan 1914 yılında Harbiye Topçu Okulu’nu bitirdi. Önce, Osmanlı Ordusu tarafından Almanya’da Krupp fabrikasında staja yollandı. Daha sonra, Çanakkale Cephesi’ndeki Ertuğrul Tabyası’na komutan olarak atandı. Müttefik donanmasının 19 ve 25 Şubat 1915 tarihlerindeki saldırılarına karşı askerleriyle birlikte kahramanca direnen Torosyan, 18 Mart 1915 günü Rumeli Hamidiye Tabyası’nda savaştı ve ağır yaralandı. Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından takdirname ve “Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Harp Madalyası” ile ödüllendirildi. Rütbesi de üsteğmenlikten yüzbaşılığa yükseltildi.

Çanakkale’de Alçıtepe Savaşları’na 8. Tümen’in Topçu Taburu komutanı olarak katılan Yüzbaşı Torosyan, daha sonra Makedonya, Romanya, Irak ve Filistin cephelerinde savaştı. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın Osmanlı Ordusu’nda savaşan Ermeni subay ve askerî doktor ailelerinin tehcir edilmemesi konusundaki kesin emirlerine rağmen, Develi’nin İttihatçı Kaymakamı Salih Zeki Bey, Yüzbaşı Torosyan’ın ailesini Suriye çöllerine sürdü. 1917 yılında kız kardeşi Bayzar’ı Suriye’deki kamplarda bulan Torosyan, ailesini öldürenlerden intikam almak amacıyla 19 Eylül 1918 günü saf değiştirerek Arap isyanına katıldı. Madalya sahibi “savaş kahramanı” iken, bir günde “vatan haini” oldu. 1920 yılında ise ABD’ye göç etti.


Yüzbaşı Torosyan soykırımdan kurtulan kızkardeşi Bayzar'ı Tel-Halaf'taki kamplarda bulur

Torosyan’ın ‘ihaneti’ değil Kaymakam Salih Zeki’nin ‘emanete hıyaneti’

Devlet-i Aliye-i Osmaniyye Harp Madalyası sahibi Torosyan, ailesinin Ermeni tehcirinde Suriye çöllerine sürülmesinin ardından Arap İsyanına katılıyor. Siz Torosyan'ın “ihanetini” anlayabilmek için Kaymakam Salih Zeki'nin “emanete hıyaneti”ni konuşmamız gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu ne demek?

Torosyan, Ertuğrul Tabyası bombalandıktan sonra Rumeli Hamidiye Tabyası’na atanıyor. 18 Mart günü de orada. O gün ağır yaralanıyor, hastaneye kaldırılıyor. Toparlandıktan sonra Enver Paşa tarafından İstanbul’a davet ediliyor, kendisine harp madalyası takılıyor ve “kahraman muamelesi” görüyor. Enver Paşa’nın makamından ayrıldıktan sonra çok seviniyor. Kayseri’deki ailesinin artık başına bir şey gelmez diye düşünüyor. Ama Develi Kaymakamı olan Salih Zeki aşırı Türkçü ve İttihatçı biri. Daha sonra da Der Zor’a mutasarrıf olarak atanan ve binlerce Ermeni’nin ölümünden sorumlu tutularak 1919’da İstanbul’daki tehcir yargılamalarında idama mahkûm olan bir bürokrat. Salih Zeki Bey, Enver Paşa’nın “Ermeni subay ve askeri doktor aileleri kesinlikle tehcir edilmeyecek” diye yolladığı emirleri hiçe sayarak Torosyan ailesini Suriye çöllerine sürüyor. Torosyan’ın babası Ohannes Efendi ve annesi Vartuhi Hanım İslahiye çıkışında katlediliyorlar. Fakat kız kardeşi Bayzar kurtuluyor. Yüzbaşı Torosyan, Çanakkale’den sonra Makedonya, Romanya ve sonra da Suriye cephesine gönderiliyor ve Tel Halaf’taki kamplarda kız kardeşini buluyor ve hikâyeyi tüm ayrıntıları ile öğreniyor. Dolayısıyla, aldığı madalyadan ötürü sevinen bir Ermeni subayı, devletin gözetimine emanet ettiği ailesinin başına gelenleri birinci elden öğrendikten sonra intikam peşine düşüyor. 1918 Eylül ayında Nablus Muharebeleri sırasında Arap isyanına katılıp, eski ordusuna karşı savaşıyor. Bu noktada, Torosyan’ı “vatana ihanet” eylemine yönelten sebepleri anlamaya çalışırken, onun ailesini emanet ettiği devletin “emanete hıyanet” olarak özetleyeceğimiz davranışını da gözden kaçırmamak lazım.

Torosyan’ın Anılarından

“Hayatımın bir bölümünde samimi olarak Türklerin ailemi ve insanlarımı katlettiğine ve yaptıkları zulüm nedeniyle kız kardeşimin ölümüne sebep olduklarına inandım. Fakat şimdi gerçek katillerin İngiltere ve Fransa olduğunu biliyorum. Katiller bu iki ülke değil, herhangi bir emperyalist ulus da olabilirdi. Türkler emperyalizmin maşasından başka bir şey değildi.”

***

“Çocukken oyunlarımı katı duvarların ve korkuların gölgesinde oynadım. 35 bin soydaşım Adana vilayetinde katledildiğinde henüz delikanlıydım. Bu anlattığım, Jön Türklerin 1908 senesindeki ayaklanmasından hemen sonra, tam da Türklerin ve Ermenilerin Sultan II. Abdülhamid’in devrilmesini kutladıkları bir dönemde yaşandı.”

***

“Halkım! Onları görmeyeli altı sene olmuştu, evimizde sadece babam ve oradan ayrıldığımda henüz çocuk olan kız kardeşim vardı, erkek kardeşlerim evde değillerdi. Onlara ne olacaktı? Eğer ben ölecek olursam, başlarına neler gelecekti? Ayrıca ölümün maceranın sonu olduğunu anlayabilecek kadar çok harp görmüştüm.Türk ordusunun bir subayı olarak hayatta kaldığım sürece onların korunacaklarından emindim…”

***

“Saat sekizi bulmadan, komutanlarımdan tebrik mesajları almaya başladım… Görünen o ki herhangi bir düşman gemisini batırmayı başarabilmiş tek topçu bataryası benimkiydi. Sevinmeyi beceremeyecek kadar yorgun olmama rağmen, şanslı bir adam olduğumu hissediyordum.”

***

“Emin Bey’in kıraathanesinin bulunduğu Beyazıt’a yürüdüm. Burası yüksek rütbeli subayların ve Müslüman din adamlarının toplandığı bir kahvehaneydi. Buraya biraz takılırsam hükümet çevrelerinde olup bitenler ve Ermeni meselesindeki yeni gelişmeler hakkında daha fazla bilgi edinebilirim diye düşündüm… Geleneksel Türk selamını vererek ‘selamünaleyküm’ dedim… Ermeni asıllı oluşumdan şüphelenmediklerinden emindim… ‘Hz. Muhammed’in Hırka-i Şerifi’ni gösterdiğimizden beri biz pek az, gâvurlarsa çok kayıp verdiler’ diye yalan söyledim. Hakikatleri duymaktansa yalanı tercih eden insanlara söylenen birinci sınıf, rezil bir yalandan daha iyisi yoktur.”

***

“Yasaya ve istisna yönergesine göre, gayrimüslim askerlerin aileleri bu tehcirden muaf tutulmalıydı. Oysa Talat Paşa, Enver Paşa’nın kendisinden nefret etmesi pahasına, bu kanunu yok saydı. Bu konuda Talat Paşa’nın karşısına çıkanlar açıkça veya gizlice öldürüldüler.”