Kör kuyulardan bize seslenenlerin romanı

Hasan Ali Toptaş ile yeni romanı ‘Beni Kör Kuyularda’yı ve ilk eserlerinden günümüze uzanan edebiyat serüvenini konuştuk.

Hasan Ali Toptaş’ın yeni romanı ‘Beni Kör Kuyularda’ Everest Yayınları’ndan çıktı. Toptaş’ın sekizinci romanının konusu, Ankara’nın bir gecekondu mahallesinde geçiyor. Bahriye, Güldiyar ve Muzaffer gecekondularında kendi hallerinde yaşayan yoksul insanlardır. “Pılıyı pırtıyı traktöre yükleyip geldiğimiz gün, şehre göçtük diye öyle sevinçli, öyle sevinçliydik ki sorma gitsin! “ diyen Muzaffer’in bu sevinci, gecekondu mahallesinde derin bir acıya dönüşür. Muzaffer, kızı Güldiyar’a özlemini çektiği köyünü şu sözlerle anlatır: “Köy şimdiki gibi değildi tabii, neredeyse kasaba büyüklüğündeydi o yıllarda. Daha rızk darlığı başlamamıştı, göç möç yoktu, orada doğan orada kalır, orada yaşar, orada yaşlanır, orada ölürdü.” Köyün ayakkabı tamircisi olan dedesi Süleyman’dan miras aldığı mesleğini Muzaffer şehirde devam ettirir. Muzaffer, karısı Bahriye, kızı Güldiyar ve yolunu gözledikleri ama bir türlü geri dönmeyen oğlu Hüseyin. Toptaş, sıradan bir ailenin kötülüğün ve acımasızlığın pençesinde yaşadıkları çaresizliği anlatıyor. Maruz kaldıkları kötülüklere kimse müdahale etmeye cesaret edemez. Aynı mahallede birlikte yaşadıkları komşuları ise onların yaşadıkları kâbusu dillendirmekten bile çekinirler. Sesini çıkarmaya yeltenenler ortadan kaybolurlar; polis ise durumu umursamaz. Korku korkuyu doğurur ve Muzaffer kızı Güldiyar’la birlikte derin bir çaresizliğe gömülür. 
Muzaffer ve Güldiyar’ın başına gelenlerle dertlenen Halil şöyle diyor: “Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum. ” Toptaş’ın romanı, kötülüğe bakıp gülümseyen insan yığınlarını gözler önüne seriyor. Halil’in isyanı da işte bu yığınlaradır: “Sen diyorsun ki, kötüler gelip bize kötülük edinceye kadar iyidirler, başımızın üstünde yerleri vardır.” 
Romanın adı, bestesi Münir Nurettin Selçuk’a sözleri ise Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait olan ‘Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın’ adlı ünlü şarkıyı akıllara getiriyor. Toptaş’ın ‘Beni Kör Kuyularda’sı ise kuyularda debelenenleri, o kuyulardan bize seslenenleri anlatıyor. 
Hasan Ali Toptaş’la ‘Beni Kör Kuyularda’yı ve ilk eserlerinden günümüze uzanan edebiyat serüvenini konuştuk. 

Öncelikle kitabın kapağından başlayalım. Kapakta kullanılan kuyu fotoğrafı Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’ flminden bir kare. Bu fotoğrafı seçmenizin nedeni nedir? ‘Ahlat Ağacı’ ile ‘Beni Kör Kuyularda’ arasında bir yakınlıktan söz etmek mümkün mü? Ya da bir çağrışımdan?

Zaten bugüne kadar on bir kitabımda Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraflarını kullandık. Bu, on ikinci. Kapaktaki iki fotoğraftan biri ‘Ahlat Ağacı’ filminden, evet. Fakat romanın ‘Ahlat Ağacı’ filmiyle hiç ilgisi yok. Herhangi bir çağrışım da söz konusu değil. Okuyanlar hatırlayacaktır, bu romanın çekirdeği 2005’te yayımlanan ‘Uykuların Doğusu’ndadır. Bir buçuk sayfalık yer kaplayan o çekirdek on beş yıldır orada bekliyordu, ikide bir aklım ona gidip geliyordu. Sonunda yeşermeye başlamış olmalı ki romana dönüştü ve ortaya ‘Beni Kör Kuyularda’ çıktı. ‘Beni Kör Kuyularda’nın nereden geldiğinin işareti romanın içinde de vardır zaten, ‘Uykuların Doğusu’nu okuyanlar fark edecektir.

2006 tarihli bir röportajınızda “En güzel kelimelerden biri gölge. Ben, kendim olacağıma, gölgem olmayı isterdim. Hayatın içinde solgun solgun dolaşmak. Hem herkese dokunmak hem de kimseye dokunmamak. Ağırlıksız olmak…” diyorsunuz. Güldiyar da sanki böyle bir gölge. Hem herkese dokunuyor hem de kimseye dokunmuyor sanki. Diyebilir miyiz böyle? Ne dersiniz?

Bir açıdan öyle. Başka bir açıdan da Güldiyar bize vurdumduymazlığımızı ve acımasızlığımızı gösteren dilsiz bir ayna. Hepimiz o aynanın içindeyiz. Üstelik ona ettiğimiz kötülüğün belli bir adı yok, sanki bütün kötülükleri etmiş gibiyiz. Kızcağızın başına neler geldiğini bile bilmiyoruz. Belki romanın son sayfasına kadar onun başına gelenleri öğreniriz diye umut ediyor ve böylece biz de seyirciler arasına katılmış oluyoruz.

2013 tarihli bir söyleşinizde şöyle diyorsunuz: “Bir yazarın roman anlayışı, doğal olarak, yazdığı her romanla biraz daha gelişir. Bunun olağan bir seyri vardır. ‘Bin Hüzünlü Haz’da bu, benim için olağan seyrinin dışına çıktı sanki, birden bire bir sıçrama oldu.” ‘Beni Kör Kuyularda’yı bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu romanınız da Hasan Ali Toptaş romanında bir sıçrama mı?

‘Bin Hüzünlü Haz’ın bendeki etkisi başkaydı, o kuvvetli bir aydınlanma ânıydı adeta. O nedenle ‘sıçrama’ diye söz ediyorum. Aradan yirmi yıl geçti, elbette, bu yirmi yılda yazdığım romanlar ‘Bin Hüzünlü Haz’da yaşadığım o aydınlanmanın etkisinde, gitgide artan bir tecrübeyle yazıldı. ‘Uykuların Doğusu’, ‘Heba’, ‘Kuşlar Yasına Gider’ ve ‘Beni Kör Kuyularda’; hepsi öyle. Bu çok şahsi bir macera elbette. Her yazarın kendi edebî yolculuğunda bu tür şeyler vardır. Neticede, ‘Beni Kör Kuyularda’, daha evvel yedi roman yazan Hasan Ali Toptaş’ın yazdığı bir roman. 

Sizce ‘Beni Kör Kuyularda’ sinemaya uyarlanabilir mi? Böyle bir teklif alsanız olumlu bakar mısınız?

Romanı yazarken bu tür bir ihtimali düşünmüyorum elbette, filme çekilebileceğini düşünerek yazmak metne haksızlık olur. Metnin kendi macerası bittiğinde belki bir vesileyle çekilebilir mi çekilemez mi diye bakılabilir. Bence ‘Beni Kör Kuyularda’ sinemaya uyarlanabilir. Keşke ben çekebilsem ama öyle bir tecrübem de öyle bir yeteneğim de yok. Teklif gelse nasıl bakarım şimdiden bilemiyorum, bu biraz da teklifin nasıl olduğuna ve kim tarafından yapıldığına bağlı.

Bundan sonra okuyacağımız, halen üstünde çalıştığınız roman hakkında bilgi verebilir misiniz?

Şu anda üzerinde çalıştığım bir metin yok. ‘Beni Kör Kuyularda’yı bitireli bir buçuk ay oldu, ondaki cümlelerin ayak tıpırtıları zihnimde canlı hâlâ. O ayak tıpırtılarının uzaklaşması, silinmesi gerek önce. Bunun için belli bir zamana ihtiyaç var. Hemen yeni bir çalışmaya başlayamam. Acelem de yok, nereye yetişiyoruz ki? Kitap sayısı hiçbir zaman önemli olmadı benim için. 


Hasan Ali Toptaş kimdir? 

Denizli’de 1958’de dünyaya gelen Toptaş, 1987’de ‘Bir Gülüşün Kimliği’ ve 1990’da ‘Yoklar Fısıltısı’ ile öykülerini kitaplaştırdı. Şiirsel metinlerden oluşan ‘Yalnızlıklar’ (1993) yurtiçinde ve yurtdışında tiyatroya uyarlandı, yıllarca sahnelendi. ‘Ölü Zaman Gezginleri’ ökyük dosyası Çankaya Belediyesi ile ‘Damar’ edebiyat dergisinin ortak düzenlediği yarışmada, 1992’de birinciliği kazandı. 1993’te yayımlanan ‘Ölü Zaman Gezginleri’, 2001’den sonra seçme öykülerinin toplandığı kitabın adı oldu. Yine 1993’te ‘Sonsuzluğa Nokta’ adlı roman dosyasıyla Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada mansiyon ödülüne layık görüldü. Ardından, 1994’te ‘Gölgesizler’ (1995) ile Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. 1996’da ‘Kayıp Hayaller Kitabı’, 1997’de ‘Ben Bir Gürgen Dalıyım’ yayımlandı. 1999’da ‘Bin Hüzünlü Haz’ (1998) Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’yle, 2005’te ‘Uykuların Doğusu’ Orhan Kmeal Roman Armağanı’yla, 2013’te ‘Heba’ Sedat Semavi Edebiyat Ödülü’yle buluştu. Kaleme aldığı denemelerini, 2007’de ‘Harfler ve Notalar’da biraraya getirdi. 2009’da ‘Gölgesizler’ Ümit Ünal imzasıyla sinemaya uyarlandı, 2018’de Kürtçe’ye çevrildi. Toptaş ile yapılan söyleşiler, ‘Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğine Daha da Yalnız’ adıyla 2014’te kitaplaştı. ‘Ölü Zaman Gezginleri’ne dahil olmayan öyküleri, ‘Geçmiş Şimdi Gelecek’te (2016) biraraya geldi. ‘Beni Kör Kuyular’dakinden önce yayımlanan son romanı ‘Kuşlar Yasına Gider’ 2016’da, yeni öykülerinin yer aldığı, ‘Gecenin Gecesi’ 2017’de yayımlandı. Kitapları bugüne kadar ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Finlandiya, İsveç, Irak ve Güney Kore’de yayımlandı. 

Kategoriler

Kültür Sanat


Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.