OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Verabroğner

Zabel’in dayısı Dikran Elvanyan posta/telgraf müdürüymüş; “Çok önemli bir adamdı”, diye anlatıyor. Hayat böylece akarken savaş patlak vermiş ve şehirdeki Ermeni gençler, diğerleri gibi orduya alınmış. Kalanlar için de bir müddet sonra sürgün emri çıkmış. Tersi beklense de, Amerikan vatandaşı olmaları Şişmanyan ailesini kurtaramamış. Mülakatı yapan kişi, “Amerikan vatandaşı olarak ülkeden çıkamaz mıydınız?” diye soruyor. Zabel, bunun mümkün olmadığını söylüyor.

Soykırımlar, bir halkın fiziksel olarak yok edilmesinden ibaret olmayan karmaşık olgular ve olaylardır. Sosyal ve siyasal zemininin oluşmasından tutun da nasıl yapıldığına kadar, katman katman bir meseleden bahsediyoruz. Ayrıca, ‘büyük’ olaylardır. Bunu hem sebep olduğu ve çoğu zaman geri dönüşsüz değişimler temelinde nitel, hem de vuku buldukları coğrafi yüzölçümü ve kapsadıkları nüfus temelinde nicel manada söylüyorum.

Tüm bu sebeplerden dolayı da çalışılması ve anlaşılması kolay değildir. Dışardan bakanlar bu tür devasa bir olayda tam bir iç tutarlılık görmek ister, yani bir yerde ne olmuşsa her yerde de onun olmasını beklerler. Hâlbuki detaya inildikçe yerel farklılıklar ortaya çıkar. Bu metodolojik zorlukları aşmak ve daha iyi anlamak için başvurulacak bir yol mikroya yani insan hikâyelerine inmektir. Oralara indikçe iş basitleşmez, bilakis karmaşıklaşır ama nasıl bir olgudan bahsettiğimiz daha fazla ete kemiğe bürünür. Tabii, o zaman da soykırımları çalışmayı zorlaştıran başka bir etken kendini gösterir ki o da duygusal veya psikolojik yüktür. İşin gereği olarak okumak, dinlemek veya nadir örneklerde seyretmek zorunda olduğunuz benzer vahşet sahneleri ruhu yıpratır. Kişisel hikâyelerde de bu tür enstantaneler, hâliyle çoktur.

Bu tür tanıklıkları bulmak da, üzerinde çalışılan soykırımın oluş tarihine göre oldukça zor olabilir. Holokost bağlamında, çeşitli koleksiyonlarda böyle on binlerce tanıklık kaydı vardır. Ermeni Soykırımı’ndan böyle tanıklıklar görece daha az ama yine de epey çok. Kaliforniya’daki Shoah Foundation, çeşitli soykırımlara dair bu tür tanıklıkları toplayarak geniş bir arşiv oluşturmuş durumda. Prof. Richard Hovannisian’ın yıllar boyu öğrencilerini göndererek Ermeni Soykırımı’ndan sağ kalanlarla yaptırdığı, çoğu Ermenice veya Ermenice-İngilizce karışık sözlü tarih görüşmeleri de bu arşivlerde bulunabilir. Hepsini ‘USC Shoah Foundation Visual History Archive’ (Güney Koaliforniya Üniversitesi Şoah Vakfı Görsel Tarih Arşivi) adı altında toplamışlar. Siteye üye olarak bu tanıklıkları dinlemek mümkün.  

Size oradaki tanıklıklardan birinden, Diyarbakırlı Zabel Şişmanyan’ın hikâyesinden bahsetmek istiyorum (kayıtlarda, evlendikten sonra aldığı soyadıyla, Rose Apelian olarak geçiyor). Hem yukarıda bahsettiğim sofistikasyonu yansıtan, hem de gelişimi itibariyle insanı hayrete düşüren, ilginç bir hikâye. Tabii, burada ancak bir özet geçebileceğim. Ermenice bilenler tamamını, bahsettiğim sitede dinleyebilirler. 

Zabel’in babasının ailesi 1890’larda Diyarbakır’dan Amerika’ya gidiyor. Babasının annesi çocuklarının “Türkler tarafından” (Zabel anlatırken, ‘Türk’ kelimesini daha ziyade Müslüman manasında kullanıyor gibi) her gün taciz edildiğini görünce Amerika’ya gitmeye karar vermiş fakat Ermenilerin Amerika’ya göç etmesi yasak olduğundan, önce Kudüs’e hacca gitmiş, oradan Amerika’ya geçmişler. Zabel’in babası olacak olan Garabed Şişmanyan, sahip oldukları toprakların vergisini vermek, toprakları kiraladıkları kimselerle alacak-verecek hesabını görmek için beş senede bir Diyarbakır’a gidiyormuş. Annesi olacak olan Mayram Elvanyan da 1904’te Amerika’ya gelmiş. Evlenmişler. Zabel 1907’de New York’ta doğmuş, kendisinden birkaç sene sonra da kız kardeşi. Bu noktada insan “E soykırımla ne ilgileri var o zaman?” diye soruyor. Şöyle ki, aile, büyük bir talihsizlik eseri olarak 1910’da Diyarbakır’a dönmüş. Zabel, bir yerde “tatil gibi” diyor ama bayağı bayağı tekrar Diyarbakır’a yerleşiyorlar; kendisi oradaki Ermeni okuluna gitmeye, babası da ayakkabı işi yapmaya başlıyor. Bu arada, 1910’da ailece Kudüs’e gidip hacı oluyorlar. Orada âdet olduğu üzere kollarına haç ve diğer dinî motif dövmesi yaptırıyorlar ki bu dövmeler hikâyenin takip eden kısmında önemli bir rol oynuyor.

Zabel’in dayısı Dikran Elvanyan posta/telgraf müdürüymüş; “Çok önemli bir adamdı”, diye anlatıyor.
Hayat böylece akarken savaş patlak vermiş ve şehirdeki Ermeni gençler, diğerleri gibi orduya alınmış. Kalanlar için de bir müddet sonra sürgün emri çıkmış. Tersi beklense de, Amerikan vatandaşı olmaları Şişmanyan ailesini kurtaramamış. Mülakatı yapan kişi, “Amerikan vatandaşı olarak ülkeden çıkamaz mıydınız?” diye soruyor. Zabel, bunun mümkün olmadığını söylüyor. 

Hakkında sürgün emri çıkarılanlara “Sizi buradan götüreceğiz, zamanı gelince döneceksiniz” demişler. Hikâyeye devam etmeden burada biraz duralım, çünkü bu söz önemli. Ermeni Soykırımı’na dair sorulardan biri de, o kadar insanın nasıl, hangi psikolojiyle ve birkaç istisnai örnek hariç neden hiç direnmeden yola düştüğüdür. Tabii, bu tek faktör değildir ama bu kadar kolay yola çıkmalarının bir sebebi de, bunun geçici bir durum olduğuna, bir süre sonra döneceklerine ikna edilmiş olmaları. Yani, devlet yetkililerinin sözüne güvenmiş, bir şey olmayacağına inanmışlar. Fakat, yukarıda bahsettiğim komplikasyona bir örnek olarak, Zabel, kendileri yola çıkarılmadan bir-iki hafta evvel, aralarında telgraf müdürü dayısının da olduğu Ermeni ileri gelenlerin toplanıp öldürüldüğünü söylüyor. Bunu gören Ermeniler, kendilerine söylenen “Bir zaman sonra döneceksiniz” sözüne neden hâlâ inanıyorlar? Belki de iyi ihtimale inanmak istedikleri veya başka çareleri olmadığı için...

Velhasıl, annesi, babası ve küçük kız kardeşiyle ve diğerleriyle birlikte yola düşüyorlar ama hikâyenin bundan sonrası da uzun, haftaya devam edelim.