Demokrasi, çoğunluğun iradesinden daha fazla bir şey

Emre Can Dağlıoğlu, İslami Kurtuluş Teolojisi’nin en önemli düşünürlerinden Farid Esack’la İslami hareketleri, geçmişle yüzleşmeyi ve Güney Afrika’yı konuştu.

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com

Emre Can Dağlıoğlu, İslami Kurtuluş Teolojisi’nin en önemli düşünürlerinden Farid Esack’la İslami hareketleri, geçmişle yüzleşmeyi ve Güney Afrika’yı konuştu. Esack:“Müslümanlar da tüm insanlar gibi günahkârdırlar. Tüm insanlar, soykırım da dâhil en korkunç günahları işleyebilirler. Müslümanlar, ‘kediler uçamaz’ minvalinde bazı şeylere muktedir olmayan özel bir türe ait değiller. Peygamber Efendimiz, “Her Âdemoğlu hata işler. Hata işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir” der. Günahlarımızı inkâr etmek bizim yürüyeceğimiz yol değildir.”

Farid Esack, İslami Kurtuluş Teolojisi’nin en önemli düşünürlerinden... Şu anda Johannesburg Üniversitesi’nde İslam Çalışmaları Enstitüsü’nün başında bulunan Esack, Nelson Mandela’nın ANC’siyle birlikte apartheid karşıtı hareketin bileşenlerinden biri olan Call of Islam [İslam’ın Çağrısı] hareketinin kurucularından. Esack’la Ortadoğu’daki İslami hareketleri, geçmişle yüzleşmeyi ve Güney Afrika’yı konuştuk.

Mısır’daki askeri darbe ve Tunus’ta Nahda hükümetinin iktidardan çekilmesiyle birlikte, bölgede İslami hareketlerin sonu geldiği konuşuluyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben aynı fikirde değilim, fakat İslamcı hareketler, kendi kaynaklarından günlük ve güncel siyasetin anlık değişimlerine doğru yöneldiler. İlk olarak, sağlam kökleri olan dini ve yazımsal bir söylemleri halen var, her ne kadar, bu söylem seküler veya modernistler tarafından beğenilmese de. İkinci olarak, hâlâ sivil toplumda anlamlı bir rol oynamaya devam ediyorlar; bu rol, genellikle muhalefet için tek yolları ve devlet desteğinden mahrum kalan en fakir insanlar için bir refah ağı olarak güçlü bir enstrüman. Fakat iktidar koridorlarına giren bağlantıları onların ‘doğal alanları’ değil. Bu konuda İran bir istisna, onu Türkiye izliyor. Tunus ve Mısır’sa bu konuda çok acemi. Onların ‘doğal alanları’, hükümetin dışında, devlete meydan okunan bölge aslında.

Peki, Türkiye’nin bu İslamcı hareketler için model teşkil ettiğini düşünüyor musunuz?

Seçimlerin ve siyasi parti çeşitliliğinin olduğu demokrasinin çok yüzeysel bir formu için bir rol model olabilir. Hâlbuki gerçek demokrasiler, bireylerin ve farklı toplumların haklarını tanımak üzerine kuruludur. Yerel azınlık kültürleri, dilleri ve gelenekleri tehdit eden herhangi bir demokrasi, basitçe çoğunlukçu uluslardır. Demokrasi, çoğunluğun iradesinden daha fazla bir şey. Gerçek demokrasiler, çok zor olsa da, geçmişleriyle yüzleşen demokrasilerdir. Ancak bunu yeterli ölçüde yapmayı başaramamaya devam eden başka demokrasiler de var. Avustralya ve Güneydoğu Asya’daki Aborijinlerin başına gelenlerle bağlantısı sebebiyle İngiltere veya Korelilere yapılanlardan dolayı Japonya mesela… Bunlar resmi demokrasiler olsa da, geçmişinin inkârı üzerine kurulan herhangi bir ulus, diğerlerine örnek olamaz.

Bu perspektiften yola çıkarak, demokrasi ve İslam ilişkisinin tartışıldığına da şahit oluyoruz. Bunu oryantalist bir zihniyetin ürünü olarak yorumlayabilir miyiz?

‘Demokrasi’ ve ‘İslam’ kavramlarını belirli bağlamlar içerisinde dondurmak ve onlara tek ve sabit bir anlam tayin etmekten kaçınmak ve bu konuda dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Bu, hem seküler hem de dindar köktenciliğin güzergâhı tam olarak. ‘Müslümanlar soykırım yapmaz’ veya ‘demokrasilerde işkence olmaz’ gibi özcü önermeler üretilebilir oluyor böylece. Demokrasi söylemi genellikle Müslüman toplumları dövmek için kullanılan bir sopa işlevi görürken, öte yandan Müslüman toplumların yüzleşmesi gereken bazı konular var elbette ki. Cinsiyet eşitliği, dini çeşitliliğe saygı, muhalefete özgürlük, ifade özgürlüğü, geçmişle yüzleşme ve seçilmişlerin kamuya hesap verebilirliği, bu konulardan birkaçı.

Geçmişi inkârdan yola çıkarsak, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bir konuşmasında “Müslüman soykırım yapmaz” demişti. Bu ne kadar geçerli bir önerme sizce?

Müslümanlar da tüm insanlar gibi günahkârdırlar. Tüm insanlar, soykırım da dâhil en korkunç günahları işleyebilirler. Müslümanlar, ‘kediler uçamaz’ minvalinde bazı şeylere muktedir olmayan özel bir türe ait değiller. Peygamber Efendimiz, “Her Âdemoğlu hata işler. Hata işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir” der. Günahlarımızı inkâr etmek bizim yürüyeceğimiz yol değildir. Bize ve Allah’a karşı bu günahları kabul etmek, kurbanlardan af dilemek ve onlarla uzlaşmak, Müslümanların yoludur.

Bu bağlamda, Güney Afrika başarılı bir uzlaşı ve geçmişle yüzleşme süreci geçirdi. Bu süreçte ne gibi adımlar atıldı?

Evet, Güney Afrika geçmişle yüzleşmede tam olarak yeterli olmasa da bazı başarılar elde etti. Bu kısmi uzlaşının en önemli bileşeni, anayasa oldu. Tüm Güney Afrikalıları ve kendimize karşı da bizi koruyan bir anayasa. Kapsayıcı, azınlıkların haklarını koruyan ve bu hakları muhafaza edecek mekanizmaları işleten bir metin oldu. Özgürlük hareketlerinin işlediği suçları da içerecek şekilde geçmişle yüzleşme isteği ve takipçilerini yöneten ve onlara kılavuzluk eden siyasi liderlerin yetenekleri de diğer etmenler.

Siz, Nelson Mandela’nın ‘Müslüman yoldaşları’ndansınız. Apartheid rejimine karşı mücadele eden Müslümanlar arasında başka kimleri sayabilirsiniz?

Benden çok daha etkileyici insanlar vardı bu mücadelenin içinde. Ahmad Kathrada, Mandela’yla Robben Adası’nda 27 yılını harcadı. Maulana Cachalia ve Dr. Yusuf Dadoo, büyük kahramanlardandı. Son olarak da, İmam Abdullah Haron’u sayabiliriz, kendisi 1969’da güvenlik polisi tarafından öldürülmüştü.

Son olarak, Mandela’dan sonra Güney Afrika’da neler değişir?

Hiçbir şey ve her şey. Mandela, yaklaşık on senedir siyasi yapının içinde aktif görev almıyordu. Ancak onun fiziksel göçüyle her şey biraz daha karanlık oldu. Artık hiçbir ışığın onun kadar aydınlatıcı olmasına imkan yok bizim için.

Kategoriler

Şapgir