Öykülerden öykülere ince yolculuklar

Ayşegül Ural’ın ilk öykü kitabı ‘İyi Pazarlar İyi Pazartesiler’ kitabına dair düşüncelerimi yazmak, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’ne kısmetmiş. Öykünün tabiatında var olan kısa; zaman zaman tek kelimeden oluşan ve üstünde ağır bir yük taşıyan cümlelerin gücü Ayşegül Ural’ın öykülerinde derinden hissediliyor. Kendine has bir üslup oluşturduğunu söylemek mümkün.

NİHAN BORA

Ayşegül Ural’ın ilk öykü kitabı ‘İyi Pazarlar İyi Pazartesiler’ kitabına dair düşüncelerimi yazmak, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’ne kısmetmiş. Öykünün tabiatında var olan kısa; zaman zaman tek kelimeden oluşan ve üstünde ağır bir yük taşıyan cümlelerin gücü Ayşegül Ural’ın öykülerinde derinden hissediliyor. Kendine has bir üslup oluşturduğunu söylemek mümkün. Bazen üzerine sanki hiç düşünülmemiş ya da üstünden bir kez daha geçilmemiş ama bu durumun yarattığı samimiyeti seziyor, bazen de iki kelimenin ötesi ve berisine yerleşirken sancılar çekildiğini hissediyorsunuz.

Öyle bir zaman olur ki

İyi bir öykü okuru bilir ki, kısalığa sonsuz ve derin düşünceler sığdırmak zordur, zahmetlidir. Bazen iki cümlenin saatler, belki günler süren duygu yoğunluğu ardından çıkar. Öyle bir zaman olur ki, tek bir kelime kitabı kapatıp size yönlendirdiği anıya dair saatlerce düşünmenize sebep olur. Bu kadar güçlüdür yani.
Öyküde, sarsıcı kelimelere ulaşmayı sağlayan başlangıç noktasının da iyi bir gözlemci olmaktan geçtiğini düşünüyorum. Ayşegül Ural’ın gözlem yeteneğiyle birlikte hayal gücüne ve bu ikisini, kurguladığı öykülere yerleştirmesindeki ustalığa hayran kalmamak elde değil. Bilmiyorum, bazı okur ya da sanat takipçisi kendine verilen belli bir bilginin ardından kendini özgür hissetmek ister. Bazı yazar ya da sanatçı da okur ya da sanat takipçisinin dünyasına bırakır üretiminin bir kısmını. Zihni yorması, eser üzerine düşünme açısından tercih edilebilir fakat bazı öykülerde kendiliğinden akıp giden bir yazıya kimse hayır demez.

Bazı öykülerde betimlemelerin ardından okurda uyanan hissi okuduğunuzda yazarla aynı yolda yürüdüğünüzü, hatta konuştuğunuzu hissediyorsunuz. Ayşegül Ural, gündelik yaşamlarımızı sunuyor bize, gündelik diliyle. Bazı öykülerine kattığı zihnindeki düşünceler, anlatım diliyle zaman zaman fazla iç içe geçtiğinden başta takip etmekte zorlanıyorum ama alıştıktan sonra su gibi akıyor. Konuşur gibi yazmasının yanında düşündüğü gibi de yazıyor. Hatta ana hikaye devam ederken, fonda minik hikayelerin de ardı ardına dizilmesi çok kalabalık bir ailenin fertleriyle tanışmak gibi.
Ayşegül Ural, bu hikaye ve hikayeciklerin yanında, araya giren tüm hikâyelerin betimlemelerini de bir çırpıda yapıyor. Bu durum, okur için biraz kafa karıştırıcı ama yine de karşınızda tezcanlı bir şekilde dikkat çekici bir konu anlatan biri hissi yarattığı için de ilginç bir okuma deneyimi sunuyor.

Başta da bahsettiğim tek kelimeyle anlatmayı tercih ettiği cümleler, bir yandan yeni dünyanın gidişatına bir ayakuydurma esasında. Zaman hızlı, kalın kitaplar, uzun cümleler izleyecek vaktimiz yok. Ne kadar az satır, ne kadar çok görüntü o kadar iyi; çoğu kişiye göre. Bu fikirden yola çıkarsak, Ayşegül Ural’ın kısa ve kesik cümlelerle öykülerini kurgulaması zamanı yakalaması gibi de hissettiriyor. Tabii bunu ardı ardına, gereksiz ya da anlamsız kelimeleri seçerek yapmıyor. Bu tek kelimelik cümleler de kurgunun gidişatına uyum sağladığı için göze batmıyor, bilakis okumayı ve öyküye girmeyi de kolaylaştırıyor.Bu, yazar için zor bir nokta bana kalırsa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ