Muğla ve Diyarbakır iki farklı dünya

‘Türkiyeli Gençler Anlatıyor: Sözlü Tarihin Geçmişle Yüzleşme, Toplumsal Uzlaşma ve Demokratikleşmeye Katkısı’ başlıklı sözlü tarih çalışmasında Prof. Leyla Neyzi ile ekibi, Diyarbakır ve Muğla’daki Kürt ve Türk gençleriyle konuştu.

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr

‘Türkiyeli Gençler Anlatıyor: Sözlü Tarihin Geçmişle Yüzleşme, Toplumsal Uzlaşma ve Demokratikleşmeye Katkısı’ başlıklı sözlü tarih çalışması, Diyarbakır, Muğla ve Berlin’de yaşayan gençlerin tarihe, kendilerine, ‘öteki’ne ve geleceğe nasıl baktığını ortaya koyuyor.

Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Leyla Neyzi ve ekibi tarafından hazırlanan projede, “Türkiyeli gençler, tarihi nasıl  tanımlıyorlar? Kişisel, ailevi, yerel ve ulusal tarihi nasıl kurguluyor ve anlatıyorlar? Geçmişe dair onlara aktarılanlar ve kendi yaşanmışlıkları, güncel kimliklerini, aidiyetlerini, ‘öteki’ olarak gördükleriyle ilişkilerini ve öznelliklerini nasıl şekillendiriyor? Gençlerin geçmişe dair anlatıları ve geleceğe yönelik kurguları, Türkiye toplumunun günümüzde yaşadığı ekonomik, sosyal ve kültürel çatışmaları ve çözümsüzlükleri anlamamıza, nasıl yardımcı olabilir?” sorularına yanıt aranıyor.

•          Gençler üzerinden sözlü tarih çalışması yapmak çok alışık olduğumuz bir yöntem değil. Neden gençler?

Türkiye’de genç nüfus çok fazla olmasına rağmen gençler üzerine az araştırma var. Bu, sosyal bilimlerin en büyük eksiklerinden biri bence. Elbette ki yakın tarihimizden mümkün olduğunca geriye gitmek için yaşlılar çok daha uygun, ancak yakın tarihimizde ne oldu sorusunu sorarken aslında ilgilendiğimiz şey tarihin kendisi değil, tarihin bugünü nasıl şekillendirdiği sorusu. Bu sorunun yanıtı ise büyük bir oranda gençlerde saklı. Geçmişin bugünü nasıl etkilediğini görmek için gençlere bakmak gerekiyor.

•          Peki, neden Diyarbakır, Muğla ve Berlin’i seçtiniz?

Diyarbakır malum, Kürtler için çok önemli bir şehir. Muğla ise dışarıdan oldukça fazla göç alan, üniversite nedeniyle Kürt öğrenciler tarafından oldukça fazla tercih edilen bir yer. Yani Diyarbakır’dan farklı bir Kürt profili mevcut. Berlin’i seçmemizin nedeni ise Türkiye ile ilgili çalışmaların çok fazla ulusal sınırlar içinde sıkışması ve diaspora gibi bir gerçekliğin var olduğunun unutulması. Ulus ötesi dediğimiz noktadan Türkiye’ye bakmak önemli.

•          Doğu-Batı arasında zihinsel bir kopuş yaşandığı ve şu anda siyasette etkili olan kuşaktan sonra gelen genç kuşakla barışmanın pek mümkün olmadığı söyleniyor. Sizin çalışmanız bu tespiti doğruluyor mu?

Kürt çocukları ya da gençleri hakkında konuştuğumuzda homojen bir grupla karşı karşıya olmadığımızı bilmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bu genelleme çok fazla gerçeği yansıtmıyor. Evet, tabii ki taş atan çocuklar dediğimiz, sınıfsal olarak en altta olan ve çok öfkeli bir kesim var. Bu çocuklar kopmuş durumda. Şiddet üzerinden kendilerini ifade ediyor, hatta bu şiddeti kendi bedenlerinde de yönlendiriyorlar. Ama bütün Kürt gençleri bu çocuklardan ibaret değil. Üniversiteli gençler, çalışan orta sınıf diyebileceğimiz Kürt gençleri ve kentli Kürt gençleri de var.

•          Muğlalı gençler ve Diyarbakırlı gençler arasında nasıl farklar var?

Açıkça söylemek gerekirse, Muğla ile Diyarbakır’ı karşılaştırdığımızda bu kadar farklı iki dünya beklemiyorduk. Diyarbakır’da görüştüğümüz insanlar kronolojik olarak genç olmasına rağmen yaşlı insanlardı. Muğla’daki gençler ise küresel gençlik tanımına daha uygundu. Günü gününe yaşayıp geleceğe yönelik planlar kurarken anlatacak hazır bir hikâyeleri yoktu. Geçmişleriyle ilgili de çok fazla bir bilgi sahibi değillerdi, kısa öyküleri vardı. Diyarbakır ise tamamen farklıydı. Bu insanlar hiç genç değildi aslında, çok yaşlı ve yorgundular. Kendi sırtlarında birkaç kuşağın yükü vardı. Anne babalarının, en büyük şiddeti yaşayan 90 kuşağı abi, ablalarının ve çocukluklarında yaşadıklarının yükü vardı. Muğla’dakilerden farklı olarak bireysel değil kolektif bir hafızaya sahiplerdi. Sanki herkes aynı şeyi yaşamış gibi, aynı olaylardan, aynı jargonu kullanarak bahsediyordu. Herkes okula gittiği ilk günü, eve jandarmanın girdiği günü, cezaevi ziyareti hikâyesini, aileden birinin dağa çıkışını anlatıyordu. Hikâyenin anlatıla anlatıla bir tipoloji haline geldiğini gördük.

•          Kürt gençlerinde Öcalan nasıl algılanıyor?

Öcalan bence bütün Kürtler için çok önemli bir sembol. Bunu bütün Türklerin anlaması gerekiyor. Öcalan Kürtler için kendi kimliklerinden ilk defa gurur duymalarını sağlayan kişi. Bütün gençler içinde bu olgu böyle.

•          Peki dağ?

Biz özellikle yirmili yaşlardaki gençlerle konuşmak istedik. Otuzlu yaşlarda olan ve şiddetin en yüksek döneminde yaşayan ve büyük oranda travmatize olmuş gençlerle konuşmak yerine, onların kardeşleriyle konuşmayı tercih ettik. Bizim görüştüğümüz kuşaktakiler için dağ, ağabeylerinin, ablalarının gittiği yol. Bu kuşak, ağabeyleri ablalarına göre biraz daha iyi koşullarda yetişen, kentte büyüyen, Türkçe bilen bir kuşak. Belki politik olarak ablaları ve ağabeylerinden farklı değiller ama farklı mücadele yöntemleri olan bir kuşak. Mesela avukat olmayı, öğretmen olmayı ya da sivil toplumda çalışmayı yeterli bir mücadele yöntemi olarak görebiliyorlar. Ayrıca bu kuşak için anneleri önemli birer sembol. Annelerinin çektikleri acı ve ödedikleri bedel bu kuşağın kendilerini geri çekmelerinde, dağa gitmemelerinde önemli bir faktör. Ama tüm bunlar hareketten vazgeçmek anlamına gelmiyor.

•          Türk gençlerle Kürt gençlerin karşılaşmaları nasıl?

Muğlalı gençler için Kürt gençleriyle aynı mekânda olmak, birlikte aynı okula gitmek, bir şeyi dönüştürmüyor. Kürtler hâlâ ‘onlar’, genel olarak Kürtler”. Çok dışlayıcı, aşağılayıcı bir bakış açısı var. Bunun Bölge’de yaşayan savaşla ne kadar ilintili olduğu sorusunu sorduğumuzdaysa, aslında ‘terör’ ve ‘terörizm’ gibi kavramlardan çok, ekonomik sebeplerden kaynaklandığını gördük. Muğlalı gençler için savaş ancak kendileri asker olarak oraya gidecek olurlarsa gündeme geliyor, bunun dışında fazla bilmiyor ve ilgilenmiyorlar. Asıl gerilim noktası Kürtler ‘kendi’ mekânlarına geldiği için giriştikleri ekonomik rekabet.

Kürtler içinse bu karşılaşmalar çok fazla dışlanma hikâyesi barındırıyor. Cildinin rengine, şivesine, dili konuşma kapasitesine, şivesine, nereli olduğuna ilişkin çok fazla dışlanma hikayesi var.

ASKERLİK BATI’DAKİ
GENÇLER İÇİN BİR ÇEŞİT  UYANIŞ

Batılı gençler için, ironik bir şekilde, Kürdistan’ı tanımanın ender yollarından biri askerlik. Çünkü Bölge’ye gitmiyorlar. Memuriyet için ya da mecburi olarak bir çeşit zoraki göç gibi askerlik nedeniyle gidiyorlar. Yine ilginç bir şekilde, askerlik için Bölge’ye gidenlerde bir değişim olduğunu gözlemledik. Örneğin, görüştüğümüz bir genç, Tunceli’de askerliğini yapıyor ve döndüğünde çevresine uyum sağlamakta zorlanıyor. Hatta annesi dinlediği müziklerden dolayı “Oğlum sen Kürt mü oldun?” diye soruyor. Savaş ve terör gibi kavramlara yaklaşımı değişiyor. Çünkü yerelle tanışıyor. Sonuç olarak askerlik Batı’daki gençler için bir çeşit ‘uyanış’ sağlıyor. Komando olmayan sıradan bir er ölmek ve öldürmek istemiyor ve neden orada olduğu gibi birtakım felsefi sorular soruyor.

Etiketler

Leyla Neyzi