OHANNES KILIÇDAĞI
İsrail diyaloğu da öldürüyor
İsrail ve politikaları, toplumları keskin biçimde ikiye bölen bir faktör hâline gelmiş durumda. İsrail’in eylemleri insanların birbirini dinleme ve anlama isteğini, kapasiteni, tahammül eşiğini dramatik biçimde aşağı çekti, çekiyor.
Tarihin azı karar, çoğu zarar
Bir topluluğun bir coğrafyada, başka gruba tabi olmadan, eşit ve özgür olarak yaşayabilmesi için geçmişte herhangi bir zamanda o topraklar üzerinde bir devlet kurmuş olmasına, hatta tarihin çok eski çağlarından beri orada yaşıyor olmasına gerek yoktur
İsrail’in yıktığı sadece Gazze değil
İsrail’i durdurmak, sadece Gazze’deki insanların hayatını kurtarmak için değil (ki bu da tek başına yeterli olurdu), aynı zamanda insanlık olarak hâlâ etrafında toplanacağımız, toplanabileceğimiz bazı değerler olduğunu gösterebilmek, buna inanabilmek için de gerekli. Batılı (AB, ABD) devletleri yönetenler, bu değerleri koruma konusunda utanç verici bir durumdalar. Fakat, Batılı sivil toplum kuruluşlarından, Batılı halklardan gelen itirazlar her geçen gün artıyor.
‘Kendine Müslüman’
Türkiye’de insan hakları savunusunda ilkesel tutarlılık sağlanamamasının tek sebebi sadece kültür ve kimlik olarak kendine yakın gördüklerini, ‘bizden’ saydıklarını savunmaktan ibaret değil. Hakları ihlal edilen insanların haklarını savunmanın siyaseten muarız kabul edilen bir harekete, akıma yarayacağı düşünülüyorsa Türkiye’deki çoğu ‘demokrat’ da kafasını öte yana çeviriyor, havalara bakıyor.
Cumhuriyet ve azınlıklar için beyaz bir sayfa
Farklı kimliklerin, özellikle de Hıristiyanların ve Yahudilerin, bütün toplumla bir arada, eşit, özgür, haklarının sahibi olarak, huzurlu biçimde yaşatılması söz konusu olduğunda cumhuriyet kendi hakkındaki iddiasının tersine, temiz bir sayfa açmadı. Tam tersine, resmî tarih versiyonu üzerinden şeytanlaştırdığı bu insanların takip eden kuşaklarından da intikam almayı sürdürdü.
“İsrail ne yapsın?”
Nasıl Hamas 7 Ekim’de yaptığı vahşi katliamdan sorumluysa, İsrail de Gazze’de 20 gündür uyguladığı vahşi katliamdan sorumludur. Hamas’ın katliamına bu şekilde karşılık vermek İsrailli yetkililerin tercihidir, bilinçli kararıdır ve sorumluluk da onlara aittir. “Hamas sivillerin arkasına saklanıyor, onları kalkan olarak kullanıyor” diyerek sivilleri öldürmeyi normalleştiremez, meşrulaştıramaz ve öldürmeye devam edemezsiniz.
Umarım Ahmet Hamdi yanılmıştır
Batı, içinde bulunduğumuz kriz ânında hem Hamas şiddetini kınayabilir, reddedebilir hem de İsrail’in vereceği karşılığın meşruiyet sınırları içinde kalmasını talep edebilir ve sağlayabilirlerdi ama İsrailli yöneticilerin arkasında ip gibi dizildiler, en sınır tanımaz eylemlerine peşkir tuttular. Ukrayna’da işgalcinin karşısında dururken (ki doğruydu) Filistin’de işgalcinin en büyük destekçisi oldular.
“Benim milletim katliam yapmaz” mı?
Başka bir husus, kolektif cezanın kabul edilemezliği. Bir cürüm, bir katliam işlendiğinde o suç için sadece failleri cezalandırılabilir; bütün bir topluluğu veya halkı sorumlu tutup cezalandıramazsınız. Son yaşananlarda örneğin, Hamas’ın sergilediği vahşet için bütün Filistinlileri cezalandırmazsınız.
Meşruiyet erozyonu
KHK’yla işinden attığınız binlerce kişiye toptan “terörist”, “FETÖ’cü” dedin mi, başka bir şeyi ispat yükümlülüğün kalmamış oluyor. Toplumda da bu, büyük ölçüde kabul edilmiş durumda. Kimi, iktidarla aynı düşüncede olduğundan, kimi “Başıma ne gelir" korkusundan itiraz edemiyor, hatta iktidarın dümen suyuna giriyor. Bunun başını da konumu itibariyle bu tür hukuksuzluklara en çok itiraz etmesi gereken ana muhalefet partisi CHP çekiyor, maalesef.
Karabağ ve Türkiye’de muhalefet
Azerbaycan’ın insan haklarına ve özgürlüklerine, azınlık haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğunu ve güvencenin de bu olduğunu söylemek komik bile değil. Karşımızda gerçekten iyi niyetli bir yönetim olsa, Karabağ Ermenilerinde güven duygusunu tesis edecek önlemleri, örneğin, entegrasyon süreci boyunca uluslararası gözlemcilerin Karabağ’da bulunmasını kabul ederdi. Fakat biliyoruz ki Aliyev rejiminin Ermenileri Karabağ’da tutmak gibi bir niyeti yok.