YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Bilhassa 2015 sonrasına damga vuran Türkçü-İslamcı siyasetler de (Ayasofya’nın camiye çevrilmesini burada hatırlamak gerekir) azınlıkları yine tedirginlik içinde yaşamaya sevk etti. Her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu belliydi. Somut örneklere gelecek olursak, Türkiye Ermenileri açısından Patrik seçimini burada saymak gerekir.

Türkiye'nin yakın tarihi üzerine çalışmalarıyla bildiğimiz Taner Akçam'ın "Yüzyıllık Apartheid/1918-1923 Türkiyesi: Bağımsızlık ve Apartheid Rejiminin İnşası" başlıklı kitabı geçtiğimiz aylarda Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı ve kısa sürede ikinci baskısını yaptı. Akçam ile kitabından yola çıkarak "Apartheid" olarak tanımladığı , Cumhuriyet rejiminin azınlıklarla ilgili politikalarına yakından baktık. Pek çok konu başlığını içeren söyleşiyi iki bölüm halinde yayınlayacağız.

Türkiye’deki iki büyük düşünce ve siyaset ırmağı, yani laik-seküler Cumhuriyetçiler ile dindar muhafazakârlar, ülkeye her zaman ‘laik - laik değil’ ekseninde baktılar ve bu mücadelenin bir aracı olarak devleti ele geçirmeye, elde tutmaya özel bir önem verdiler. Bir kez devleti ele geçirdiklerinde ise önceliği rakiplerini ezmeye verdiler. Bu kavga içinde demokrasiye, eşitliğe, çoğulculuğa yer yoktu. Bu tür kavramlar hep göstermelik ya da bu siyasetlerin kendi iktidarları açısından işe yarayacakları ölçüde kullanıldı. AKP örneği, bu açıdan çok öğreticidir.

İnsan hakları alanında çalışmaları ile bilinen avukat-hukukçu Orhan Kemal Cengiz’in öykülerini biraraya getirdiği “En İyi Oyuncu” başlıklı kitabı SRC Yayınları’ndan çıktı. Orhan Kemal Cengiz kitabında dört öyküyü biraraya getirmiş. “Yanlış Taksi” başlıklı öykü ise benim açımdan ilginç, çünkü zamanında bir röportajda söylediğim bir cümle, Orhan Kemal Cengiz’e esin kaynağı olmuş. O cümlenin ne olduğunu birazdan okuyacaksınız. Hak mücadelesi alanında takip ettiği davalarla ilgili pek çok kez kendisinden bilgi aldığım Orhan Kemal Cengiz ile bu kez ilham kaynağı olduğum öykü ve kitabı üzerine konuştum.

Bu saldırıyla ‘Artık yeni bir döneme giriyor muyuz?’ sorusu herhalde gündeme gelebilir. ABD ve ağırlıklı olarak Batı dünyası, genel olarak Ortadoğu meselesinde İsrail’i destekleyegeldi. Bugün de böyle. Hastane saldırısı sonrasında ABD Başkanı Biden İsrail’e destek verdi. Ancak bilgi ve haberin çok hızlı yayıldığı şu dönemde artık bu destekler eskisi kadar geçerli olmuyor. Batı medyası da bu anlamda sert bir eleştiri altında. Bir yandan da “doğru haber” arayışı sürüyor.

“Siviller bölgeyi terk etsin” demek neyi çözüyor peki? Binlerce, on binlerce insan kısıtlı saatler içinde nereye gidecek, ne yapacak? Yeni çağın savaşları ne yazık ki böyle. Füze saldırıları bir gövde gösterisine dönüşmüş durumda. Görüntüler hızla sosyal medyada paylaşılıyor ve savaşın dehşeti katlanarak artıyor. Ve can kayıpları artık sadece bir sayı haline geliyor.

‘Tek devlet, tek millet’ belki birçoklarının kulağına hoş geliyor. Ancak bu etnik olarak ‘arındırılmış’ topraklar kimseye huzur getirmiyor. İnsanların, halkların bir arada yaşayabilme ihtimalinden vazgeçerek varabileceğimiz bir yer yok.

Ne yazık ki genel hava, 1990’larda Ermenilerin Karabağ’da yaptıkları dolayısıyla şimdi başlarına gelenleri hakettiği yönünde. Şüphesiz 90’larda çok sayıda hak ihlali yaşandı, pek çok Azeri yaşadıkları toprakları terketmek zorunda kaldı. Peki durum böyle diye bu işlerde hiç kabahati olmayan on binlerce Ermeni, yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kopmak zorunda mı kalsın?

Tüm bu dengeleri kollayan Azerbaycan 19 Eylül’de Karabağ’a yönelik bir saldırı başlattı. Bölgede barış gücü bulunan Rusya’nın sesini çıkarmayacağını biliyordu Bakü. Karabağ Ermenileri ise zaten dokuz aydır Azerbaycan’ın Laçin Koridoru’nda uyguladığı abluka nedeniyle çok zor şartlarda yaşamaktaydı. Şimdi Bakü ile Karabağ Ermenilerinin temsilcileri arasında temaslar olması bekleniyor. Ancak bu temaslardan kimse umutlu değil.

Erdoğan’ın sözleri ne yazık ki şaşırtıcı değil. Ordu-devlet-parti- hükümet birlikteliği yaşadığımız bu dönemde Erdoğan da fırsatı kaçırmayacaktı. Ancak CHP herhâlde 12 Eylül darbecilerinin partiyi kapattığını ve CHP’nin mal varlığına el koyduğunu unutmuş olsa gerek. CHP ayrıca seçimden önce başlattığı ‘helalleşme’ politikasını da unutmuş olmalı.