Her şey Arjantin’deki Ermeniyle başladı
‘Bu Ermenilerin Arjantin’de ne işi var?’
ROBER KOPTAŞ
[email protected]
Daha adından ve kapağından insanı huzursuz eden bir kitap ‘Bir Ermeniyi Öldürmek’. İki hafta kadar önce, tanıtım bülteni gazeteye ulaştığında, muradının ne olduğu çoktan malum, milliyetçi, nefret yüklü bir roman olduğuna o kadar emindim ki… Roman dünyasında, rahatsız edici bir meseleyi gözler önüne sererek, buna dair sorular sorarak mevzunun üzerine gitmek sıkça başvurulan bir yol. Ancak Türkiye’de, kapağında şakağına silah dayanmış bir adamın olduğu bir kitaba, üstelik “Bir Ermeniyi Öldürmek’ adını vermek, en azından benim açımdan yanlış yerde ve yanlış zamanda olmak demekti. İnsanı o kadar irkilten bir durum söz konusuydu ki, Arif Nihat Dursun’un kitabına kayıtsız kalamadım.
Katı bir önyargıyla başladığım kitabın ilk sayfaları, tam da beklentiler doğrultusunda akıyordu. Romanın başkarakteri Murat Asiltürk, babası ASALA saldırılarında yaralanmış bir diplomat olarak, Ermenilerden nefret ediyor, onlardan öç almak için yanıp tutuşuyordu. Ancak, bu o kadar katı ve sarsılmaz bir öfkeydi ki, okudukça, için için, dramatik bir değişiklik yaşanması gerektiğini sezinliyordunuz. Nitekim öyle de oldu… Murat, kendisinin de nefret ettiği Ermenilerden biri olabileceğini keşfetti. Bundan sonrasını anlatıp işin tadını kaçırmayayım, ama Bir Ermeni’yi Öldürmek, adında ima ettiğinin aksine, düşman bildiğinizi asla öldüremeyeceğinizi; eğer bir düşman varsa, bunun asıl içinizdeki nefret olduğunu, aslolanın nefreti öldürmek olduğunu anlatıyor. Bu yönüyle de, kanımca, Türkleri -ve elbette Ermenileri de- esir alan bütün o hastalıklı duyguların tedavisinin yolunu arayan değerli bir çaba olarak anılmayı hak ediyor.
1996’da Adıyaman’da doğan ve 2000’de Arjantin’de tesadüfen bir Ermeni’yle tanışana kadar Ermenilere dair pek de bir şey bilmeyen Arif Nihat Dursun, o tarihten sonra, onca Anadolu kökenli Ermeni’nin Arjantin gibi uzak bir diyarda ne aradığı sorusuyla başlayan macerasında epey mesafe kat etmiş. Adından dolayı basımı ve dağıtımı sırasında ciddi sorunlarla karşılaşan Bir Ermeni’yi Öldürmek, bu mesafenin ürünü. Tıp eğitimi alan, önemli bir yayıncılık ve dergicilik deneyimi olan Dursun, Türklerin Ermenilerle barışması konusunda siyasi açıdan pek umutlu olmasa da, insani alanda yapılabilecek çok şey olduğuna inanıyor. Türklerle Ermeniler arasındaki güç dengesi ve buna bağlı olarak Türklerin sorumlulukları konusunda da kayda değer düşünceleri var.
• Bu ismi ve bu kapağı seçerken ne düşündünüz?
Bir yıldır bitmiş bir kitaptı bu. Yayınlamakta ciddi kararsızlık yaşadım. Tabii ki tepki bekliyordum. Aslını sorarsanız önceki kapağı daha irkilticiydi. Karda yürüyen bir adamın arkadan çekilmiş bir resmiydi. İnsanlar “Hrant Dink’in katilini çağrıştırıyor” deyince hemen vazgeçtik. Bir başka fotoğraf daha vardı düşündüğümüz. O da Buenos Aires’teki Ermeni kolejinin duvarına yapılmış bir resimdi. Ani harabeleri ve arkada Ağrı dağı vardı. Arka kapaktaki yazı ona atfen bir yazıydı. O resmi kullanmaya da çekindik. Çok da cesur olduğumuz söylenemez bu anlamda.
• Resmin yaratmasını istediğiniz etki neydi?
Editör, daha kitabını okumadan, resmine ve ismine bakarak, “Sizi infaz ederler” dedi. Bu kitap 2010 yazında bitti. Kimse yayınlamadı. En baba yayınevlerine götürdüm ama yayınlamadılar. Bazıları okumadan geri çevirdi. Zaten yayıncılığın içinden geliyorum, o zaman, zaten ilişkili olduğum AND yayınlasın dedik.
• Ermenilerle tanışmanız nasıl oldu?
2000 yılında Arjantin’e gittim iş için. Görüşme yapacağım firma Türk büyükelçiliğinden bir çevirmen istemiş. Beni karşıladılar. Merhaba dediler, baktım kız Türkçe konuşuyor. Sonra öğrendim ki İstanbul’dan göçme bir Ermeni ailenin kızı, Suzanna. Sonradan çok canciğer olduk, Buenos Aires şubemizin müdürü oldu. Bu öykü orada başladı. Romanda yer yer atıfta bulunduğum, “Bu adamların burada ne işi var?” sorusunu ben hakikaten çok sordum kendi kendime. Hâlâ Türk vatandaşılar mesela. Arjantin vatandaşlığını kabul etmemişler. İspanyolca bilmiyorlar, işin trajikomik tarafı, Ermenice de bilmiyorlar. Sadece Türkçe biliyorlar…
• Memleketleri nere?
Sivaslılar… Onlarla birlikte şekillendi bu öykü. Bu romanı yazarken, birincil amacım, insanlara, bir gün sizin de nefret ettiğiniz bir durum başınıza gelebilir, o yüzden başkasına yönelik nefretinizin köklerini iyi araştırın demekti. İnsanları, tercih etme durumunda olmadıkları bir şeyden ötürü yargılamayın demekti. Bu kadar basitti. Amacım Ermeni sorununa girmek, büyük bir laf etmek, bunu istismar etmek değildi. Bu beni rahatsız eden bir süreçti. Yeni yeni kurtuluyorum bu kitaptan. Yazarken şunu anladım: Benim roman kahramanım bile kaldıramadıktan sonra, çok zor, ağır bir şeymiş…
• Nedir ağır olan?
Nefretin daha sonra başınıza nasıl bir bela açtığı… Romanın ilk kurgusunda, Ermeni olduğunu öğrenen başkahramanın nefreti o kadar büyüktür ki, bir Ermeni’yi ortadan kaldırmak için kendini öldürür. Ama ben yazmaya başladığımda, o kahramanla haşır neşir olduğumda, onun insanı yönü bana bunu yazdırmadı. Kurgu değişti. Ondan sonra adamın zavallılığı çıktı ortaya ve sanırım daha insani oldu roman. Ben reklam veya bir yere oynama gibi sorulara kendimde bir yanıt veremediğim için 1,5 sene yayınlamadım bu kitabı. En son, artık benden çıksın diye düşündüğüm için yayınladım. Daha dağıtımdan başlayarak, yok, bu ülkede Ermeni olarak yaşamak hakikaten zormuş dedim. Bunu görmeye başladım. Reklamlarda bile sıkıntı yaşıyorum.
• Neden?
Bir sağırlıkla karşı karşıyayım şu anda. Çok yakından tanıdığın önemli köşe yazarları var. Görmüyorlar. Bir kutlama mesajı atmaktan dahi imtina eden arkadaşlarım var.
• Bugün Ermenilerle Türkler arasındaki sorunun kökeninde sizce ne var?
2000 yılından beri Ermenilerle haşır neşirim. Ondan önce Ermeniler benim için, uzak durulması gerekenlerdi. Çocukluğumuzda öyle yetiştik. Bir gâvur mahallesi vardı. Adı üstünde, gâvur mahallesiydi… Uzak durmamız gerektiğini öğretmişlerdi. Ben 2000’de tanıştım Suzanna’yla. Arjantin’de evlerine gittim. Bir amca. Duvarda Boğaz köprüsü, İstanbul’dan bahsederken gözleri doluyordu. Bu adam niye burada kardeşim? Niye Arjantin’de? Dünyanın öbür ucu! Neden burada? Bir haksızlıktan dolayı burada. Üstelik 100 yıl öncesinden de değil, 30-40 yıl önceki haksızlıktan dolayı burada. Bu dramı yaşadığın zaman bunun gibi bir öykü çıkıyor ortaya.
Arjantin’de çok güzel dostluklarım oldu. 24 Nisan yürüyüşlerine katıldım. Aslen Halep kökenliyim, babam oralı. Beraber Suriye’ye gittik, orada insanlarla tanıştım. Neticede yavaş yavaş oluştu bende böyle bir bilinç. 2008’de yazmaya başladım romanı.
• 2007’de Hrant Dink öldürüldü bu cinayetin etkisi oldu mu?
Yok. Ben bir mecraya yanaşmaktan korkuyorum. Bence aydın topluma uzaktan bakmalı. Bu benim anlayışım. 50 bin kişi yürürken ben yoktum. Uzakta durdum hep. Ben insani açıdan bakıyorum. Ne Türk milliyetçisiyim, ne Ermeni düşmanıyım, ne de Ermeni sempatizanıyım… Ermenilerin bir zulme uğradığını, mazlum durumda olduğunu görüyorum. Bunu bağırmama da gerek yok. Zaten herkes yeterince bağırıyor.
• Bir tür suçluluk hissi mi sizi bu romanı yazmaya zorladı?
Suçluluk değil, çünkü ben de bu rejimden zulüm görmüş bir insanım. Onlar adına suçluluk duymam. Ama şu: İnsanlık adına suçluluk duyarım, güçlü olmak adına suçluluk duyarım. Çünkü bu ülkede ben ne kadar sizden değilim desem de, Türküm, Müslümanım, Sünniyim, Beyaz Türküm vesaire… Bu memleket şartlarında her şeyin en iyisiyim yani. Ne kadar uzak durmak istesen de kullanırsın bu pozisyonu.
Ermeni meselesine bakışım şu: Beni şu an, burada, memleketimden bir güç gelip atmaya çalışacak. Ben bunu düşünmek istemiyorum. Bu kadar basit. Şu şunu öldürdü, bu bunu kesti filan… Geç bunları! İnsanlık tarafına geç. O insanların bana bir sarılışları oluyor. Sanki memleketlerinden bir koku çekmek için içlerine… Ve bu insanların memleketlerini görmeye gelecek paraları bile yok. Diaspora çok zengin filan diyorlar, yok, hiç öyle değil.
• Tepki gösteren hiç Ermeni olmadı mı size?
Hiç olmadı. 24 Nisan yürüyüşünde yanımdakilerle Türkçe konuşarak yürüdük, insanlar anlıyordu ama hiçbir şekilde kötü bir şeyle karşılaşmadım. Ermeni mezarlığına gittim. Türkiye’den isimlerle dolu. Kayseriliyan, İzmirliyan, Sivaslıyan… Bu bile bir roman konusu. Onların hiçbiri bana yabancı değil. Öyle olduğu için de, onlarla kucaklaşmak istiyorsunuz. İnsani bir şey bu…
• Eğer bir gün Türklerle Ermeniler barışacaksa, bu nasıl olacak sizce?
Kişisel olarak benim zaten hiçbir sorunum yok. Ama daha büyük bakarsak, çok ümitvar değilim maalesef. Bu gidişatla o dediğiniz çok kolay olmayacak. Çünkü güçlü olan biziz ve gücümüzden feragat etmek istemiyoruz.
• Bir şeyleri değiştirmesi gereken Türkler mi?
Şu anda Ermenilerin elinde ne var ki? Ermenistan dediğiniz yer nedir allahaşkına! Bir avuç toprağa insanları hapsetmişler, sıkıştırmışlar. Diaspora da abartıldığı kadar güçlü değil. Bizimkiler onları kullanıyor. Elbette ki orada da bu işten nemalananlar var, ama genelde insanlar onlar gibi değiller. Ama asıl adım atması gerekenler elbette ki Türkler. Bir el uzatmak çok zor değil, ama olacağını zannetmiyorum. Çünkü bu resmi politika. İki gün önce çıkan DDK raporunda gördük. O insanlar burada hâlâ. Görev başındalar. O zihniyet duruyor. Şu anda Emniyet’i ve adaleti ele geçiren cemaatçi zihniyet Ermenilere çok mu sıcak bakıyor? Öbür tarafın da zaten ne olduğu belli…
• Kitabın başkahramanının çok katı bir nefreti var Ermenilere karşı. Sizde var mıydı bu?
Bende Ermeni düşmanlığı yoktu. Ama dostluğu da yoktu. Çünkü tanımıyordum. Biz, Türkiye’de Türk ve Müslüman olmak lazım, geri kalan cehennemlik diye büyüdük. Dünyaya çıkınca tanıdık ve gördük ki iyi insan var, kötü insan var… Kahramanın nefretini elbette ki çevreyi gözleyerek kurguladım. Çünkü çevrede bu çokça var. Ama ben insanların sadece hür iradeleriyle seçtikleri şeyler nedeniyle yargılanması gerektiğine inanıyorum. Zenci mi beyaz mı, Ermeni mi Türk mü olacağımız bizim tercihimiz değil.
• Ermenilerin tarafını tutuyorsun diye suçlanmaktan çekiniyor musunuz?
Olamam ki ben Ermeni taraftarı! Ben sizi çok seviyorum diyemem ki. Samimiyetsiz bir şey bu. Onun yerine, kardeşim, sen zulüm görüyorsun, ben senin yanındayım derim. Ben kötü bir şeyi yaptıysam özür dilerim. Senin mağduriyetin üzerinden ben bir şey elde ettiysem yine özür dilerim. Bunu sana iade etmeye hazırım. Bunu demek, Hepimiz Ermeniyiz demekten çok daha önemli geliyor bana.
• Türklerden bir tepki aldınız mı romandan ötürü?
Henüz az kişi okudu. Ama kimse gelip “Abi ne yapmışsın? Ermeni sempatizanlığı yapmışsın” demedi. Toplumun zemininde bir şeyler var. Barışma arzusu var. Fakat bunun yol bulması en önemlisi. Devlet tarafından böyle bir şey olacağını düşünmüyorum. Olursa alttan olacak.
• Ne yapmak lazım bunu sağlamak için?
1915’te Türkler sonuna kadar haksızdı. Sonuna kadar… Doğu cephesi, ayaklanmalar filan, anlarım… Ama Tokat’taki, Samsun’daki adamı yerinden etmenin hiçbir açıklaması yok. Zaten İttihatçılardan da nefret ederim. Ama bu sorun nasıl çözülür sorusuna kendimi hiç muhatap kılmadım. İnsani boyutuyla uğraştım. Güçlü olandan merhamet bekliyorsunuz. Tarihte pek örneği yok bunun. Kolay iş değil...

