OHANNES KILIÇDAĞI
Ortaköy’den haber var
Mevcut yönetim özel bir mali denetim firmasına vakfın geçmiş iş ve işlemleri hakkında böyle bir inceleme yaptırmış, Peki, bu raporun sonucu ne? Gene maalesef, bu raporun VGM’ye verilmesinin üzerinden yaklaşık bir sene gibi uzun bir süre geçmesine ve VGM’nin de bir müfettiş atamasına rağmen bir gelişme olmamış. Tuhaf bir durum. Ortaköy’den gelen haberler bununla sınırlı değil ve maalesef pek hoş da değil. Anlaşılan o ki yönetim kurulu içinde yönetim tarzıyla ve ilkeleriyle ilgili birtakım anlaşmazlıklar var. Bunu söylerken doğrusu sıkılıyorum ve üzülüyorum ama iş, geçen Şubat’ta bir yönetim kurulu üyesinin diğer bir üyeye hakaretine ve “Ben ülkücü camia içindeyim, akıllı olun” tarzı laflarla fiziksel saldırısına kadar varmış.
Kaprielyan’a saldırı ırkçılık mıdır?
Bir müdahalenin, saldırının ilk veya çıkış sebebi doğrudan ırkçı olmayabilir ama o havaya sinmiş ırkçılık, farklı gruplardan bireyler arasında herhangi bir konuda, herhangi bir sebeple ihtilaf ve çatışma baş gösterdiğinde, toplumsal hiyerarşide –mezkur önyargılardan ötürü– zayıf konumda bulunan gruba mensup tarafı baskı altına almak, korkutmak, sindirmek, dolayısıyla o ihtilafta avantajlı pozisyona geçmek için toplumsal hiyerarşide üst konumda bulunan grubun üyesi tarafından devreye sokulur. Bunu yapan kişinin, ırkçılığı bir ideoloji olarak benimsemiş, normal günlük hayatında ırkçı eğilimler gösteren biri olmasına gerek yoktur.
Tarihle yüzleşme gerekli ama...
Holokost’u, Holokost sırasında Yahudilere karşı işlenen korkunç suçları bilmek, hatırlamak, kurbanla empati yapmak ve tüm bunlardan demokrasiye dair gerekli dersleri çıkarmak, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman kimliğinin temel özelliği hâline geliyor. 2000’li yıllara kadar ülkedeki göçmen kökenli Müslüman topluluklar ‘dışarlıklı’ ve ‘alakasız’ olarak nitelendirilerek bu hafızanın dışında tutuluyor. Fakat 2000’lerde, bu toplulukların, Holokost hafızası ve antisemitizm karşıtı bilinci taşımadıkları için Alman demokrasisinin temel değerlerini benimseyemedikleri, dolayısıyla o demokrasi için risk oluşturdukları kanaati yaygınlaşıyor. Bu değerleri ve bilinci onlara kazandırmak için gerek federal, gerek yerel, gerek sivil toplum örgütleri eğitim programları, atölyeler, hatta hafıza mekânına çevrilmiş Nazi toplama kamplarına geziler düzenliyor.
Yolsuzluk ve şaibe kültürünü kırmak lazım
Bu tür denetim ve raporlar orta ve uzun vadede Türkiye Ermeni toplumunda yukarıda bahsettiğim şaibe alışkanlığını veya kültürünü ortadan kaldırmaya yarayacaktır. Şöyle ki, bu denetim ve raporların sıklaşması, rutin hâle gelmesi hem yöneticilerde hem de halk nezdinde yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin ilanihaye gizli kalmayacağı kanaatinin yerleşmesine sebep olur. Böylece yolsuzluğa ve usulsüzlüğe eğilimli yöneticiler böyle bir işe girişmeden evvel iki kere düşünürler;
Demokrasi hayvanları da kapsar
Meselenin toplumdaki genel siyasi eğilimlerin bir parçası olduğuna dair bir başka gösterge de şu ki, hayvanlara yaklaşım ile öteki veya yabancı olarak görülen insan gruplarına yaklaşım arasında benzerlikler, paralellikler var. Örneğin, kolektif cezalandırma isteği. Yani, eğer hedef aldığınız hayvan veya insan grubunda bazı yanlışlar, sorun yaratan, zarar veren bireyler olduğunu gösterebilirseniz, bu size bu o grubunun tamamına istediğinizi yapma hakkı verir diye düşünen anlayış. Misal, bir yerlerde köpekler birilerine saldırıp yaralamışsa bu size tüm köpekleri yok etme hakkı verir veya bir yerlerde bir mülteci birine zarar vermişse bu size tüm mültecileri sürme, cezalandırma hakkı verir diye düşünmek. Sorunlu bir anlayış bu.
“Yeniden buluşacağız”
Sergi kapsamında İmrozlu Rumlarla yapılmış mülakatların bulunduğu, aynı isimde bir de belgesel vardı. Bu belgeseli YouTube’da seyretmek hâlâ mümkün. Baskı politikalarına bizzat şahit olmuş insanlar, başlarından geçenleri anlatıyorlar. Dinleyin bakalım, baskı politikaları ‘sözde’ miymiş, değil miymiş... Suyun öte yanına baktığımızda Yunanistan devletinin de azınlıklara muamele konusunda sicilinin pirüpak olmadığını görüyoruz. Sözünü ettiğim belgeseli seyrederken tesadüfen başka bir haber önüme düştü.
Normalleştiremediklerimizden misiniz?
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, olaylarla ilgili attığı tweet’inde “İnancımızda, medeniyet değerlerimizde, Aziz Milletimizin sicilinde olmayan yabancı düşmanlığına müsaade edemeyiz” dedi. Hâlbuki tüm bunların olabilmesinin bir sebebi de geçmişi tertemiz gören bu anlayış.
“Türk’e durmak yaraşmaz”
Bir spor müsabakasında Gürcistan’ın yenmenin ‘Türk’ün gücü’yle bir ilgisi olmadığı gibi, bir sonraki maçta Portekiz’e yenilmek de ‘Türk’e leke’ değil. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye millî takımı, yurtdışı doğumlu oyuncuların sayısının yüksekliği bakımından ikinci sıradaymış. Takımda oynayan oyuncuların çoğunluğu yurtdışında doğmuş ve futbol eğitimini yurtdışında almış. Demek ki, mesele içinde doğduğun millî kimlik veya ‘damarlarındaki kan’ değil, nasıl yetiştiğin, nasıl yetiştirildiğinmiş.
Zulüm zalimi de çürütür
Söz konusu kişi, 12 yaşındaki yeğeninin futbola ve özellikle Anadolu takımlarının formalarına meraklı olduğunu, bu sebeple gittiği yerlerden ona o şehrin takımının bir formasını getirdiğini, Diyarbakır’a son gittiğinde de bir Amedspor forması alıp yeğenine hediye ettiğini söylüyor. Çocuk da formayı çok sevmiş ve her yere üzerinde o formayla gitmeye başlamış. Fakat, birlikte maç yaptığı akranları o formayı giydiği için çocuğu taciz etmeye, “Amedspor Kürt takımı değil mi? Neden o formayı giyiyorsun? Bence giymemelisin” gibi sözler söylemeye başlamışlar.
Her çözüm mübah değildir
Sokak köpeklerinin ötesinde kültürel bir durumdan, yaygın bir zihniyetten bahsediyoruz. Bu zihniyetin yansımalarını farklı sorunlarda gözlemlemek mümkün. Basitçe tarif etmek gerekirse, bu zihniyete göre eğer ortada kendisine zarar veren bir sorun varsa bunun olası çözümlerinin sınırı ve ölçütü kendi gücüdür. Başka bir deyişle, uygulayabildiği her çözüm mübahtır. Yapabilirlik hiçbir ahlaki ölçütle sınırlı olmuyor. Esas çabası sorunun varlığını ispatlamaya yönelik oluyor çünkü bir kere sorunun gerçek olduğunu gösterebilirse sonra o sorunu çözmek için her şeyin yapılabileceğine dair bir kabul var