Bağlar’ın dev adamları

!f İstanbul’da kapsamında bu akşam ve 26 Şubat’ta gösterilecek olan Bağlar’ belgeseli, bölgenin en başarılı basketbol takımı haline gelmiş Bağlar Belediyesi Basketbol Takımı’nın kendileriyle, koçlarıyla, kentleriyle, sokaklarıyla ve devletle ve bölgedeki sert siyasi gündemle ilişkilerine odaklanıyor. Belgeselin yönetmenleri Melis Birder ve Berke Baş anlattı.

Belgeselde Diyarbakır Bağlarlı bir çocuk “Bağlar, herkes burada ağlar” diye bağrıyor. Tam da o anda Bağlar Belediyesi Basketbol Takımı maçı alıyor. Bölgede onlara takılan isimle “Diyarbakır’ın Efes Pilseni” onlar. İki kadın yönetmen Berke Baş ve Melis Birder’in deyimiyle ise “Savaşa rağmen umudun var olabildiği o kısa anlar hakkında bir hikâye” Bağlar Belediyesi Basketbol Takımı’nın hikayesi. !f İstanbul’da kapsamında 19 Şubat ve 26 Şubat’ta gösterilecek. Melis Birder ve Berke Baş’ın ‘Bağlar’ belgeseli, bölgenin en başarılı basketbol takımı haline gelmiş Bağlar Belediyesi Basketbol Takımı’nın kendileriyle, koçlarıyla, kentleriyle, sokaklarıyla ve devletle ve bölgedeki sert siyasi gündemle ilişkilerine odaklanıyor. Amedspor Futbol Takımı’nın Ziraat Türkiye Kupası’ndaki başarısı, ‘özgürce uçmayı bekleyen kartal yavruları’ Bağlar’ı gölgelemesin. 

‘Bağlar’ belgeselini çekmeye nasıl başladınız?

Berke Baş: 2010’da Doğu’daki çocukların ve gençlerin Batı’daki temsili, ‘taş atan’ çocuk imgesine sıkıştırılmıştı. O dönem yaklaşık 3000 çocuk Terörle Mücalede Kanunu yani TMK’dan yargılanıyordu ya da cezaevindeydi. Uzun zaman bu konu üzerinden Kürt gençlerinin yaşadıklarını anlamaya çalışacağımız bir işe nasıl girişebiliriz diye tartıştık. Aklımızın bir köşesinde de hep Diyarbakır Belediyesi Spor Dairesi’nde çalışan arkadaşımız Bişar’ın anlattığı olaylar vardı. Turnuvalar için takımları Karadeniz’e veya Batı şehirlerine götürdüklerinde yaşadıkları problemleri, duydukları hakaretleri, çocukların bu duruma ne kadar üzüldüklerini dinlemiştik ondan. Biz de gençlerin hikâyesine sporla girebileceğimizi düşündük ve bir gazete haberini takip ederek kendimizi Bağlar Belediyesi Basketbol Takımı ve hocası Gökhan Yıldırım ile bulduk.

Çekimlere 2010’da başlamışsınız, durum neydi? Ve şimdiki durumla karşılaştırabilir misiniz?

B.B.: Üç yıllık çekim sürecinde şehrin çok farklı hallerini gözlemleyebildik. İlk başladığımızda TMK mağduru çocukların adil yargılanması için eylemler vardı, anne babalar cezaevlerinin önünde nöbet tutuyorlardı. Daha sonra kepenk kapatma eylemleri, sokak protestoları ve tabii yoğun polis şiddetinin yaşandığı Newrozlara tanık olduk. Roboski katliamı haberlere çıkana kadar dilden dile yayıldığında oradaydık… Şehri nasıl kararttığını, insanları nasıl bir umutsuzluğa ve öfkeye sürüklediğini gördük. Girdiğimiz çoğu ortamda 1990’larda yaşananların izi vardı, anısı tazeydi. Diğer yandan olumlu bir gelişme olduğunda, çözüm süreciyle ilgili adımlar atıldığında insanların barış idealine nasıl sahip çıktıklarını da gördük. Ama hep her an her şeyin değişebileceği korkusunun baskın olduğunu da hissettik. O güvenmeme halleri, o korkularıyla maalesef haklı çıktılar ve şimdi sekiz ay öncesinden “O eski günler”, “Artık o günlere dönmek imkansız” diye bahsettikleri bir döneme girdik. Ocak ayında Diyarbakır’daydık ve trafik ışıklarında beklerken panzerlerin silahlarını halka yöneltmiş halde geçtiğini gördük. Bu ortamda insanlar normal yaşayabilme çabasının ötesinde ülkenin geri kalanı tarafından yalnız bırakılmış olmanın ağır kırgınlığını da yaşıyorlar. Filmimizin karakterlerinden Ali bize şöyle demişti yıllar önce: “Bize bir adım atana biz beş adım yaklaşırız.” Şimdi maalesef o adımlar geri geri gidiyor.

Çekimler sırasında Bağlar Basketbol Takımının sizi etkileyen yanı neydi?

Melis Birder: Diyarbakır’a her gittiğimizde büyülenmiş gibi dönüyorduk. Bu büyü bazen pozitif, bazen negatif oluyordu. Ben hayatımda hiç bu kadar kibar, bu kadar düşünceli erkeği bir arada görmedim. Batı’da mesela ergenlik dönemindeki gençleri düşünün. Genelde duyarsız bir asilik içinde olurlar. Akıllı telefonlarından başka şey görmez gözleri. Halbuki bizim takım bölgede yaşanan ve kendi hayatlarına da sızan trajedilere rağmen o kadar centilmen ve düşünceliydi ki. Bize bir kere bile o kamera çantalarını taşıttırmadılar. Negatif etki ise örneğin çekim sürecindeyken Diyarbakır’da bir sürü olay oluyordu. Roboski, açlık grevleri, Newroz sırasında yaşanan çatışmalar. Bunca olay olurken biz Batı’daki evlerimize döndüğümüzde bakıyoruz Batı’da bambaşka bir gerçeklik var. Hiç kimsenin bir şeyden haberi yok. Haberi olsa da empatisi yok. Filmdeki rapçilerden Ejder çok net ifade ediyor: “Doğu’da bom bom bom, Batı’da lay lay lom.” Biz işte bu iki tezat gerçeklik içinde yaşayan şizofren bir toplumuz. Duygusal sınırlar o kadar sert ki.

Bağlar Basketbol Takımı’nın özelliği bütün çocukların Bağlar’lı olması bir de. Siz Bağlar’da ne gördünüz?

M.B.: Bağlar 1980’ler ve 90’larda köyleri boşaltılan yakılan insanların gelip yerleştiği bir bölge. 350 bin nüfusuyla Diyarbakır’ın en büyük ilçesi. Hem çok fakir hem de Diyarbakır’da çıkan çatışmaların en sert geçtiği yer. Fakat bütün bu zorluklara rağmen mahalle ruhunun da yaşatıldığı bir yer. Ortak alanlarda ekmek yapılıyor. Çocuklar sokaklarda oynuyor. Mahallede çoğu kişi birbirini tanıyor. Yazları sokak düğünleri oluyor. Biz o sokaklarda da birçok kişiyle tanıştık. Mesela rapçi Ejder ile Bağlar’da tanıştık. Hemen bizi evine davet etti. Arkadaşlarıyla beraber bize rap yaptılar. Sözleri çok sert de olsa annesi mesela destekliyor Ejder’i. Gurur duyuyor. Çok güzel. Ben olsam “Aman yapma, dikkatli ol, terbiyeli ol” filan derim.

Koç Gökhan Yıldırım, takım için çok önemli değil mi? Bir oyuncu eşinin bileziklerini sattığını söylüyor belgeselde.

B.B.: Gökhan Hoca kendini basketbola adamış, hayatını tamamen basketbol etrafında kurmuş biri. Kendi çocuklarından daha çok oyuncularını görüyor, evinden çok sahada zaman geçiriyor. Sahada müthiş bir enerjisi, katı bir disiplini ve oyunculara ödül gibi gelen takdiri var! O yüzden takımı birarada tutmakta, onlara ilham vermekte çok başarılı. Sadece basketbol için değil geleceklerini üniversite okuyarak kurmaları için de çok ısrarcı. Onun basketbol sevgisi ve tabii Diyarbakır’dan güçlü bir takım çıkarma hırsı, oyuncularına büyük bir motivasyon oluyor. Sahanın dışında da onların hayatındaki etkisi gözardı edilemez. Ve evet, koçluğunun ilk dönemlerinde kendi kurduğu basketbol kulübünü turnuvalara götürmek işin eşinin altınlarını sattığı doğru!

Mesele Diyarbakır Bağlar olunca, spor, hayat ve siyaset birbirinden ayrılamıyor galiba?

M.B.: Bağlar Belediyesi bütün imkânsızlıklara rağmen spora çok önem veren bir belediye. Mücadele ettiği onca belanın içinde o çocuklara bir umut kapısı açmak için uğraşmaları büyük fedakârlık. Filmde de belirtildiği gibi esas amaçları aslında şampiyonluk veya 2. Lig değil, bölgenin gençlerini sporla tanıştırmak. Filmde bir sahnede Belediye’den spor sorumlusu olan Sabahattin Bey oyunculara, “Amerika’daki siyahi sporcuların mücadelelerini sporla dünyaya duyurduğunu ve kendilerinin de onları örnek alması gerektiğini” anlatmaya çalışırken arka planda arda arda kalkan F16 savaş uçaklarının gürültüsüyle bir türlü lafını bitiremiyor. Mücadele konusu savaş uçaklarının gürültüsüyle paramparça oluyor. Kurmaca filmde böyle bir sahne olsa “çok abartılmış” denir. Ama orada bu gürültü hep var. Günlük hayatın, hayallerin, sporun, sanatın içine zorla kendini sokan bir gürültü. Düşünme, hissetme, varolma diyen bir gürültü.

Roboski’den sonra 2. Lig’e çıkma maçında takımın yenilmesini bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.B.: Filmle ilgili ‘spoiler’ vermek istemeyiz ama Roboski’de yaşanan katliam, takımın Denizli’de yenilmesi için direkt bir neden değil aslında. O sahnede gösterilmek istenen, çok farklı gerçeklikler içinden gelen bir doğu takımı Batı’ya gidince kendini nasıl hissediyor, mücadele esnasında psikolojisi nasıl oluyor. Filmde Roboski yıllardır o bölgede yaşanan savaşın etkilerinin bu gençler üzerindeki travmasını gösteren bir anlama dönüşüyor.

Finansal olarak nasıl durumdaydı takım?

M.B.: Her deplasmana gidiş problem olabiliyor mesela. Kim gidecek kim kalacak, otelde mi kalınacak, günü birlik gidilip otobüsle mi dönülecek? Takımın toplam yıllık bütçesi ufak sponsorluklarla sağlanacak kadar düşük bir miktar aslında fakat bölgede sponsor bulmak çok güç. Siyasi nedenlerden ötürü şirketler sponsor olmaya çekiniyorlar. Bağlar Belediyesi aslında Güneydoğu’daki diğer kulüpler arasında en organize kulüp. Bölgedeki tüm oyuncuların girmek istediği bir takım. Siz bir de diğer kulüplerin durumunu düşünün.

Bilmiyorum başka basketbol takımlarıyla karşılaştırma imkanınız oldu mu ama psikolojik olarak oyuncular ve takımın ruh halini nasıl yorumlarsınız?

M.B.: Bizim bu kadar derinden bildiğimiz tek basketbol takımı Bağlar oldu. Çocuklar için orası bir koza. Kendilerini ifade edebildikleri, aile sıcaklığı yaşanan bir yuva. Bu yuvada yıllardır verdikleri mücadeleyle takıma çok büyük başarılar sağlamışlar. Bunun yanında bir yorgunluk da var. Her sene lige büyük umutlarla başlanıp sonra play off’larda var olamamanın getirdiği hayal kırıklıkları. Ama her sene o umudu yeniden çocuklara aşılayan bir koç var başlarında. “Emek hiçbir zaman yerde kalmaz” der Gökhan Hoca. Ve filmde de görüyoruz bu emeğin karşılığının alındığı anları.

B.B.: Çekimler üç yıla yayılınca birçok oyuncuyla zaman geçirme, yolculuk yapma, Diyarbakır kafelerinde, parklarında takılma şansımız oldu. Evlerine girdik, okullarına gittik, annelerini, kız arkadaşlarını tanıdık, KPSS’den bahsettik, evlilik planlarını dinledik… Çoğu meseleler, ekonomik tasalar, kız-erkek ilişkileri, gelecek korkuları Türkiye’de yaşayan diğer gençlerinkinden farklı değil ama burada arka planda her an orada yaşamı ele geçirecek bir şiddetin, çatışmanın tekrar ortaya çıkma tehlikesi vardı…

Takımın hem oyunculara, hem oradaki gençlere, hem ailelere hem de Bağlar’a nasıl bir etkisi oluyor sizce?

B.B.:  Biraz önce Melis’in dediği gibi orada güçlü bağların kurulduğu bir koza yaratılmış gibi. Sadece sporda başarıya değil, eğitime, sağlam bir gelecek kurmaya yönelik bir yaklaşım var. “Ağbilerin” rol modeli olduğu, küçüklerin okul için destek aldığı, bölgesel lig takımının maaşlarının dershane ücretine dönüştüğü, yani sahanın dışındaki hayata uzanan bir elbirliği var. Eşitlik çabası sadece sahada değil, hayatın her alanında verilen bir mücadele. Bu bağ hem takımın oyuncularını güçlü kılıyor hem de ailelerinin güvenini ve desteğini kazanıyor.

Dikkatimi çeken bir şey, Diyarbakır ve Bağlar’da geçmesine rağmen neredeyse hiç Kürtçe olmaması.

M.B.: Biz de buna takımla tanıştığımızda şaşırmıştık. Filmdeki karakterlerimizin çoğu az çok Kürtçe anlasa da konuşmuyor. Gökhan Hoca da öyle. Kendi aralarında filmde de görüldüğü gibi hep Türkçe konuşuyorlar. Nedenlerini artık hepimiz biliyoruz.



Yazar Hakkında