Arjantin’de askeri cuntanın Ermeni kurbanları

Sevan Değirmenciyan’ın “Latin Amerika Ermenileri” yazı dizisine epeyce bir süre ara vermiştik. Artık dizinin son bölümündeyiz. Değirmenciyan, Arjantin’de cuntaya karşı mücadelede hayatını kaybeden 22 kişinin öyküsünü anlatan bir kitap yazan Cristian Sirouyan ile röportaj yapıyor bu son bölümde. Gencecik yaşta yaşamları ellerinden alınan Ermenilerin hayat hikayeleri Arjantin toplumu tarafından da unutulmamış.

narekian2000@yahoo.com


Arjantin’deki son konuğumuz ülkenin ileri gelen gazetelerinden Clarin’de turizm ve seyahat bölümü editörü olarak çalışan, gazeteci Cristian Sirouyan. Sirouyan, 1976-1983 yıllarında Arjantin’deki cunta hükümetinin faşist rejimine karşı mücadele eden, bu davada hayatlarıyla bedel ödeyen, devlet terörü kurbanı onbinlerce kişi arasında bulunan 22 Ermeni gencin hayat hikayesini anlatan “22 Hayat” adlı kitabın da yazarı. 
Geçen birkaç hafta boyunca gündem patrik seçimi meseleleri ile meşgul olduğundan (hala da öyle gerçi) Sirouyan ile yaptığım söyleşiyi ancak şimdi yayına hazırlayabildim.  Bu gecikme için okuyucularımın affına sığınıyorum. Sirouyan’ı tanımakla başlayalım.

Nerede doğduğunuz, aile kökenleriniz nereye dayanıyor?

1963 doğumluyum, yani 56 yaşındayım. Buenos Aires’te doğdum ve tüm hayatım boyunca burada yaşadım. Anne ve babamın ataları tarihi ve hatta çağdaş Ermenistan’ın farklı yerlerinden gelmiş Latin Amerika’ya. Anne tarafından büyük babalarım Sivas ve Harputlu. Baba tarafından annem Bakülü, buralarda tanınmış bir yazar ve gazeteci olan babası Aşod Ardzruni ise şimdi Yerevan mahallelerinden, fakat o zamanlar henüz bir köy olan Kanaker’de doğmuş.

Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan sonra Bakü ve Kanaker’den kaçıp buralara kadar gelmişlerse Taşnagtsutyun taraftarı olmuşlar muhtemelen...

Evet... Anne tarafım da Taşnagtsagan bir aile. Dedem partinin Montevideo faaliyetlerine katılım gösterirdi. Annemin ailesi Anadolu ve Ortadoğu’dan bir an önce kurtulmak için önlerine çıkan ilk gemiye atlamış ve nefeslerini Montevideo’da almışlar. Annem Montevideo’da doğmuş. Babamın ailesi ise önce Fransa’ya gitmiş. Babam orada doğmuş. Daha sonra Buenos Aires’e gelmişler. Ben ve diğer üç kardeşim Buenos Aires’te doğduk. Ben aslen gazeteciyim. “22 Hayat” adını taşıyan kitap üçüncü yayınım. Diğerleri seyahat ile ilgiliydi. Bu kitap, ülkedeki korkunç askeri diktatörlüğün Ermeni kurbanları olan gençler hakkında. Kaybedilen 30 bin kişi vardı... Araştırmalarım sonucunda 22’sinin Ermeni olduğunu buldum. Hepsi bu bölgede doğmuş. Bu konu Ermeni toplumunda bir tabuydu, kimse konuşmaz, konuşmak istemezdi.

Cristian Sirouyan

Bu kişiler nasıl katledildi? Caddelerde, yollarda kör bir kurşun mu aldı hayatlarını, yoksa diktatörlüğe karşı bilinçli bir mücadele mi veriyorlardı?

Genelde hepsi direnen kişilerdi. Sol partiler veya Peronist hareketin üyesiydiler. Peronist hareket o kadar geniş ki sol, sağ ve merkez kolları var. Bu gençler diktatörlüğe karşı mücadele ediyorlardı. Diktatörlüğün en vahşi ve en kanlı zamanı 1976-1983 arasında yaşandı. Bu gençler hayatlarının son zamanlarında hemen hemen aynı kaderi paylaştı ve “kaybedilmiş” olarak tarihe geçtiler. Başlarda izliyor, taciz ediyorlardı, daha sonra gözaltına alıp hapse attılar. Önce resmi bir hapishaneye götürülüyor, daha sonra ise gizli yerlerde işkence görüyor, sonra ise kaybediliyorlardı. Kaybedildikten sonra cesetleri bulunan insanlar da “kaybedilen” olarak tanımlanıyor. Ailelerin hiçbir şeyden haberi olmazdı, daha sonra hayatta kalan hapis arkadaşları anlatırdı olanları ve yıllar sonra onlar sayesinde öğrendik olup bitenleri. Hala kemikleri dahi bulunmamış, akıbetleri hakkında herhangi bir şey bilmediğimiz binlerce insan var...

Ziyaretimiz sırasında şimdi İnsan Hakları Merkezi olarak kullanılan ve geçmişte işkence merkezi olan Deniz Kuvvetleri Okulu’nu ziyaret ettik. Ermenistan Meydanı’nı da gördük. Bu iki mekanda da diktatörlük döneminde kaybedilen Ermeni kurbanların isimlerinin yazıldığı plaketler var. Kitabında tüm bu isimlerin hikayesi var, değil mi?

Belki 2-3 isim eklemişimdir bu listeye... Zamanında sadece sol eğilime sahip Ermeni Kültür Merkezi bu konuyla ilgilendi ve bir liste hazırladı. Merkezin bulunduğu eski binada 2000 yılında bir plaket asıldı. Böylece Ermeni toplumu cunta rejimiin devrilmesinden tam 17 yıl sonra kurbanlarıyla ilgilenmeye başladı. Bu ilk listeydi... 10 sene sonra Ruhani Önderlik girişimiyle o plaket Ruhani Önderlik binasına götürüldü. Ermenistan Meydanı’nda da artık var. Bu konu tabuydu, Ermeni toplumunda konuşulmazdı. Kayıpları olan ailelerde demokratik zamanlarda dahi korku vardı. Sonra yavaş yavaş insanlar konuşmaya başladı. 1915 Soykırımı ile benzerlik gösteriyor bu anlamda. Aileler tekrar aynı cehennemi yaşamak istemiyor, unutmak istiyordu.

Bu insanların mezarı var mı?

Hepsinin değil, pek azının.

Anıldıkları özel bir gün peki?

24 Mart! O gün tüm ülke askerlerin 1976’da yaptığı darbeyi anıyor. Bazı kişiler 24 Nisan anmalarında yaptıkları konuşmalar sırasında bu gençleri de anıyor tabii...

Ermeni kaybedilenlerin aileleri de Plaza de Mayo Annelerine katılıyorlar mıydı? Orada Ermeni anneler, nineler de var mıydı?

Ermeniler hemen hemen hiç katılmadı. Dediğim gibi, sadece isimleri vardı bu gençlerin. Ben yavaş yavaş ailelere yaklaşmaya başladım. Başta bir çokları bu konu hakkında konuşmak istemediler, zamanla içlerini dökmeye başladılar. Daha sonra kurbanların hayatta olan hapis arkadaşları, üniversite ve okul arkadaşlarıyla iletişim kurdum ve böylece zincir oluşmaya başladı. Anneler veya nineler meydanlarda değil, daha ziyade evlerde, ev içinde yaşıyorlardı acılarını.


Muhakkak bu gençlerin hepsi de çok değerli ve özel hayat hikayelerine sahip, fakat içlerinden birinin hayatını anlatmanı istesen hangisini tercih ederdin?

Zamanından çok daha önce kısalan bu hayatların hepsi de beni çok etkiledi kuşkusuz. Elena Kalaycıyan’ın hikayesi benim için en dikkat çekeni. Khrimyan İlkokulunda öğrenciyken, bizden bir sınıf aşağıda okuyan Adriana adında bir kızın ablasıydı ve tutuklanıp kaybedildiğini işitirdik. Ailesi Elena hakkında bir şey bilmezdi. Okulda herkes haberdardı kızın başına gelenlerden, fakat kimse konu hakkında konuşmaya, soru sormaya cesaret etmezdi. Zaten zor yıllar yaşıyorduk, sıkıntı had sahfadaydı ve öğretmenler de bu konuyu açmamamızı söylerdi. İlginçtir ki bu kız çocuğu, Adriana Kalaycıyan, ablası hakkında gerçeklerin ortaya çıkması, adaletin sağlanması ve naaşının bulunması için en çok çalışan kişi olacaktı ilerde. 10 sene önce buldular naaşını. Bazı Ermeni kurumlarının da bulunduğu Palermo’ya çok yakın Çakarita mahallesindeki mezarlıktaydı bedeni... Buenos Aires’in en büyük mezarlığıdır. Kaybedilen bir çok kişinin kemikleri oradaydı, Elena’nın kemikleri de... Tanınmış bir doktor olan babası Stepan Kalaycıyan adaletin sağlanmasına tanık olmadan, hapisteyken kaybedilen kızının yasını tutarken yıllar önce vefat etti, fakat annesi ve kızkardeşi için tüm yaşananlar, naaşın bulunması çok sarsıcıydı tabii. Ruhlarına huzur getirdi ama, içleri ferahladı. Khrimyan Okulu Elena anısına bir anıt yaptı. Büyük bir kalabalık vardı anıtın açılışında. Adriana ve annesi de oradaydı tabii.

Bu gençler ayrı ayrı mı mücadele ediyorladı, yoksa bir örgüt çatısı altında mı toplanmışlardı? Silahlı mıydılar; yoksa...?

Hepsi ayrı ayrı... Bazıları silahlıydı, bazıları ise faşizme karşı ideolojik mücadele veriyordu.

Demokrasinin yeniden tesis edildiği 1983 senesinde cuntanın yargılanmasına geçildi ve yargı heyeti başkanı kökleri Antep’e uzanan bir Ermeni idi; Leon Carlos Arslanian. Tüm bu yargılamalar sırasındaki rolü neydi? Bu yargılamaların Ermeni kimliğine sahip bir hukukçu tarafından yapılmasını nasıl değerlendiriyorsun?

Leon Carlos Arslanyan tüm Latin Amerika’daki Ermeni toplumu için çok önemli bir kişi. Kendisiyle  gurur duyuyoruz daima. Hem Buenos Aires eyaleti, hem milli hükümetin Adalet bakanı idi. Birkaç kere kendisini safdışı bırakmak istediler, çünkü sert, temiz bir adam, çok önemli kararların altında onun imzası var. Bazı odaklar, mafyatik oluşumlar kendisinden rahatsızdı haliyle. Şimdi kendi avukatlık mesleğine döndü ve çalışıyor.

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında