OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İnkârcılık

Bir inkârcılık türü olan aşı karşıtlığı üzerinde de uzun uzun durulabilir ki zaten şu sıralar anlaşılır şekilde çok canlı. Aralarında da ton farkı var, hepsi birebir aynı şeyi söylemiyor fakat ortak noktaları gene olguları ve bilimsel yöntemi reddetmeleri.

Bu tabir genel olarak soykırım inkârcılığını akla getirse de, onun ötesinde bir duruma işaret ediyor. Soykırımla ve başka tarihi vakalarla ilgili inkârcılığının yanı sıra, mesela iklim değişimi inkârcılığından bahsedilebilir. Son zamanlarda bu kervana eklenen ve şu anda en popüler inkârcılık, aşı karşıtlığı. İnkârcılık, örneklerde görüldüğü gibi, birbirinden çok farklı konular karşısında dahi benzer biçimde çalışan ve tepki veren bir zihin ve daha da önemlisi, bir duygu durumu. İnkâr edilen şey temelde aslında aynı. Olgular (‘fact’), veriler ve bir bilme yöntemi olarak bilim inkâr ediliyor. Olguyu ortaya koyduğunuz ve artık onu inkâr edemediği noktada, sanki o zamana kadar maddeten yanlış bir şey söylemesinin hiçbir önemi yokmuş gibi, hemen başka bir laf ileri sürüyor. Konu ne olursa olsun inkârcılık kendine sapacak bir yan yol buluveriyor, çünkü fikrî ve ahlaki tutarlılık gibi bir kaygısı yok.

Geçenlerde Twitter’da inkârcılığın zihin ve duygu durumunu çok iyi özetleyen bir hikâyeye denk geldim (aktaran kullanıcının ismini hatırlayamadım, bağışlasın ama sanırım anonim bir hesaptı.) Adamın biri kendisinin ölü olduğunu düşünüyormuş, o kadar öyleymiş gibi davranıyormuş ki sonunda akıl hastanesine koymuşlar. Ama orada da bu düşüncesinden ve hissiyatından vazgeçmemiş. “Ölüler yemek yemez” diyerek, ne yiyor ne içiyormuş. Doktorlardan birinin aklına kendince iyi bir fikir gelmiş. Kendini ölü sanan adama “Ölüler kanar mı?” diye sormuş. “Kanamaz tabii” demiş, “onlar yaşamıyorlar ki.” Bunu dedikten sonra doktor, adamın eline kaşla göz arasında iğneyi batırıvermiş. Kanamış tabii. Kendini ölü sanan adam, beklenmedik can acısıyla “Aah” diye bağırmış, “Ölüler de kanarmış demek!” İnkârcılığın, fikrini olgulara değil de olguları eğip bükerek fikrine uydurma hâlini çok iyi anlatıyor.

Gene sosyal medyada şahit olduğum bir durum, çok farklı bir konuda aynı düşünme tarzı olan inkârcılığı gözler önüne serdi. Akademisyen tarihçi Axel Çorlu, adına ‘İzmir’in kurtuluşu’ denen günde “‘denize dökülenlerin’, öldürülenlerin, tecavüz edilenlerin, bütün malı mülkü yağmalananların bu toprağın insanları olduğunu, bizzat İzmir’in kendisi olduğunu” hatırlatınca, biri “Bunlar savaşı ne zannediyorlar ya” diye ‘cevap’ verdi. Çorlu, söz konusu olanın savaş olmadığını, Yunan Ordusu’nun 9 Eylül’den günler önce şehri terk ettiğini, “denize dökülenler”in İzmirli sivil Rumlar ve Ermeniler olduğunu söyleyince, bu sefer ‘savaş’ argümanını kendi ileri sürmemiş gibi hemen “Rüzgâr eken fırtına biçer” deyiverdi! İşte, sözünü ettiğimiz zihniyet böyle bir şey. Alet kutusunda istediği aleti bulana kadar birini alıp ötekini bırakmak gibi, işine yarayacak lafı bulana kadar dağarcığındakileri sıralıyor. 

Bir inkârcılık türü olan aşı karşıtlığı üzerinde de uzun uzun durulabilir ki zaten şu sıralar anlaşılır şekilde çok canlı. Aralarında da ton farkı var, hepsi birebir aynı şeyi söylemiyor fakat ortak noktaları gene olguları ve bilimsel yöntemi reddetmeleri. Bunu hatırlatınca, “Araştırmacıların baştan beri söyledikleri yanlış çıktı” diyorlar. Takriben iki senedir büyük bir pandemiden geçiyoruz. Dünyanın dört bir yanında ölü sayısı 4,5 milyonu geçmiş durumda ki bu da resmî, yani tespit edilebilen veya ‘edilmek istenen’ veriler. Velhasıl, olağanüstü şartlardan geçiyoruz ve bu olağanüstü şartlar içinde bilim insanları gene olağanüstü bir hızla aşı geliştirdiler. Böyle hızlı bir süreçte bazı dediklerinin yanlış çıkması anlaşılır, onlar da öğrenmeye çalışıyor. “Dedikleri yanlış çıkıyor” diyenlerin aradıkları şey bilim değil; din arıyorlar. İstiyorlar ki bilim de din gibi kendine mutlak yanılmazlık atfetsin.

Bilim öyle bir şey değil; tam tersine, bilimsel metodun önemli bir özelliği bilginin yanlışlanabilir olduğunun kabulüdür. Bilim, eldeki verileri değerlendirerek bir sonuca varma, problem çözme yöntemi ama doğaüstü bir sihir değil, insan işi. İnsan işi olduğu için de hataya açık. Bilimsel yöntem kusursuz değildir, hatta sosyal iktidar ilişkilerinden, onun hiyerarşisinden bağımsız da değildir, her insan faaliyeti gibi yozlaşabilir. Bunların üstüne bir de tıp söz konusu olduğunda, her metabolizmanın her etkiye aynı tepkiyi vermediğini hesaba katarsanız, mesele daha da karmaşık hâle gelir. Fakat bütün bu handikaplarına rağmen bilimsel metot insanoğlunun şimdiye kadar geliştirdiği en iyi bilme yoludur.

Tüm bunlar bir yana, uzmanlar, sahada bizzat hasta gören doktorlar uzun süredir “Bu artık aşısızların pandemisi” derken, özel bir sağlık ve beden durumu olanlar hariç, aşı olmamakta ısrar etmek hiç mantıklı değil. Aşının hiç riski yok mu? Hiç yok diyemeyiz ama uzmanların dediğine göre özel bir hassasiyetiniz yoksa milyonlarda bir. Covid’e yakalanma riski daha fazla.

Yanlış anlaşılan bir husus da, aşı olanların virüsü kapmayacağı ve yaymayacağı. Aşı olan da virüsü kapabilir ve yayabilir. Fakat, büyük ihtimalle ya asemptomatik yani hiç belirti göstermeden ya da hafif, yani hastanelik olmadan geçirir. Virüs de metabolizmasında daha kısa süre kalıp daha az sayıda üreyeceğinden, onu yayma riski aşı olmamış birine göre daha düşüktür fakat sıfır değildir. Sıfır olmadığı için de, aşı olmuşların da kapalı alanda maske takmak gibi tedbirleri elden bırakmaması gerekir. Burada bir çelişki yok.

Üstüne üstlük, hastalığı hafif geçirmek ile hastanelik, hatta yoğun bakımlık olarak geçirmek arasında, kişinin çektiği eziyet açısından, sağlık çalışanlarına, sağlık sistemine, kamu kaynaklarına binen yük açısından, dağlar kadar fark var. Yani aşı olup hastalığı hafif geçirecek yerde, olmayıp hastanelik olduğunuzda, sizin çektiğiniz işkencenin yanı sıra zaten yorgun olan sağlık çalışanlarını daha fazla yoruyor, kamu kaynaklarını harcıyor, hastanelerin ve yoğun bakımların kapasitesinin dolmasına sebep olarak, başka rahatsızlıklarından dolayı doktora, hastaneye ihtiyaç duyacaklara zarar vermiş oluyorsunuz.

Velhasıl, aşı olmak hem sizin yararınıza, hem de toplumun yararına.