Patrik Maşalyan'dan 24 Nisan mesajı

Türkiye Ermenileri Patriği Sahak Maşalyan 24 Nisan nedeniyle yayınladığı mesajda "Bugün 24 Nisan. Bu meşum gün, halkımızın bir asır önce yaşadığı tarifsiz trajedinin anıldığı gündür. Geçmişimizin en acılı dönemlerinden birinin başlangıcını temsil eden bu tarih, başımızı bir kez daha yere eğip buruk bir yürekle dehşetli olayların üzerinde düşünmemize vesile oluyor" dedi.

Patrik Maşalyan'ın mesajı şöyle: 

Bugün 1. Dünya Savaşı günlerinde hayatını kaybeden ruhban ve sivil halkımızın tüm evlatlarını anıyor onlarla Rabbin sofrasında ruhen (Surp Badarak) birleşerek Yüce Tanrımıza şükranlarımızı sunuyoruz. Tüm bu masum kurbanlar Kilisemiz tarafından ‘azizler’ olarak sınıflandırıldıkları için 2015’ten bu yana 24 Nisan’ı artık bir yas günü olarak değil de onların şefaatini, hayır dualarını dilediğimiz bir azizler günü olarak anıyoruz.

Evet, bugün sayısız şehitlerin çiçeklerle taçlandırılmış anısını yücelttiğimiz kutlama günüdür. Kutsal Kilise derin bilgeliği ile sayısız şehitlerin anısını onurlandırmaya karar verdi ve onları yeni bir yasayla aziz ilan ederek çektikleri cefaları Hristiyanlığın parlak bir şehadeti olarak niteledi. Şimdi hepsi aziz mertebesindedir. Bunu layıkıyla hak ediyorlar. Onlar inancımıza göre “sona kadar” dayandılar ve göksel solmaz taçlara nail oldular. İlahi adaleti hesaba katmadan, dünyevi yargılarımız anlamsız kalmaktadır. İnsanlar ve toplumların yazgısı ile ilgili son söz hakkı, hatalar yapabilen beşerî yargıya değil, Hak olan Tanrı’ya aittir. 

Yeşaya Peygamber aracılığı ile Tanrı, insani düşüncelerin ne kadar boş olabileceğini vurgulamaktadır. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, yollarım sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden öyle yüksektir.” (55:9)

Yas ve kutlama nerede birbiriyle kucaklayabilir? Sadece Efendimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in Çarmıhında, değil mi! Çünkü orada onun ölülerden muhteşem dirilişi ve ölümsüzlüğü de mevcuttur. Aziz Vartanants kahramanlarının, ölümün korkunç bakışlarına karşı ilan ettiği söz bu değil midir? “Anlaşılmayan ölüm, ölümdür. Anlaşıldığında ise ölüm, ölümsüzlüktür”. Büyük Felaket ’in kurbanlarının ölümsüzlüğü, öldükleri gün başladı. Biz, ancak yüzyıllık bir yastan sonra bu gerçeği idrak edebildik.

Maalesef biliyoruz ki, birçokları, bu tanrısal görüşe sahip değiller ve büyük felaketin çıkmaz labirentlerinin karanlığına gömülmek ve orada kalmak istiyorlar. Ama biz diri bir halkız, yürüyecek yollarımız, erişecek mavi bir ufkumuz ve inşa edeceğimiz aydınlık bir geleceğimiz var. Geçmişi hatırlamalı ve hatırlatmalıyız, ancak yüz yıl önce olmuş olayları sanki daha dün açılmış şifa bulmaz bir yara olarak değil, milli ve dini gücümüzün, dayanıklılığımızın, yaşam gücümüzün ve var olma kararlılığımızın yadsınamaz kanıtı olarak görmeliyiz. Böyle insanlık dışı olaylar tekrarlamasın diye hatırlayacağız ve hatırlatacağız.

Bugün 24 Nisan. Bu meşum gün, halkımızın bir asır önce yaşadığı tarifsiz trajedinin anıldığı gündür. Geçmişimizin en acılı dönemlerinden birinin başlangıcını temsil eden bu tarih, başımızı bir kez daha yere eğip buruk bir yürekle dehşetli olayların üzerinde düşünmemize vesile oluyor. Birinci Dünya Savaşı pek çok ulus gibi halkımız için de yadsınamaz yıkımlara ve sonuçlara yol açarak, “Medz Yeğern”, “Büyük Felaket” olarak adlandırılan çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Genel olarak, bulunduğu topraklarda esenlik içinde yaşayan, sadık bir tabası olduğu imparatorluğun gelişmesi için her şeyi yapan bir halk, bizim için anlaşılmaz nedenlerle geliştirilmiş olan politikalar sonucunda, trajediye dönüştürülen bir sürgünle asırlarca yaşadığı topraklardan sökülüp atıldı. Sürgün kelimesi en acı tonlarıyla Ermeni kimliğimize kazındı. Bu talihsiz uygulama; manastırların ıssızlaşmasına, kiliselerin imanlılardan boşalmasına, okulların öğretmenlerinden ve öğrencilerinden mahrum kalmasına ve genel olarak tüm yaşam alanlarının nüfusunu kaybetmesine sebep oldu.

Aileler, ebeveynlerini ya da evlatlarını kaybetme acısıyla yas tuttular. Erkek ve kadın, yaşlı ve çocuk, genç erkek ve genç kızlar ölüm kokan bir yoldan yürümek zorunda kaldılar. Kısaca o kadar olumsuz bir durum ortaya çıktı ki, yaralanmış bir halk, kaybettiği geri döndürülemez ve yeri doldurulamaz değerlerin acısını, yıllarca yüreğinde taşımak zorunda kaldı.

Bu olay halkların Anadolu’da barış içinde birlikte var olma ve yaşama alışkanlığına büyük zarar vermiştir. Bu dönüm noktasında yüzyıllar boyunca dökülen alın terinin ürünleri yok olmuş, hatta sonsuza dek kaybolmuştur. Bütün dünyaya savrulan evlatlarımız sebebiyle, Ermenilerin üçte ikisini içeren diaspora denilen sosyolojik bir gerçek oluşmuştur. Yüzyıllara uzanan dünya tarih sahnesinde savaşlar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Savaşların ortak paydası, kimin galip kimin mağlup olduğu bir yana, hep gözyaşı ve yas olmuştur.

Doğal olarak bizimki gibi büyük yaralar daha çok kanamakta. Ancak bu topraklarda yaşayan halkların en büyük eksiklerinden biri sadece kendi acılarını biliyor ve konuşuyor olmalarıdır. Ermeniler ve diğer Hristiyan uluslar Rumlar, Süryaniler, Keldaniler, Yahudiler, Müslüman uluslar Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Boşnaklar, Lazlar, Romanlar vs., hepsinin bu topraklarda gömülü buruk, hırpalanmış ve çok yaralı bir tarihi var. Kimi az kimi çok, ama herkes incinmiş, herkesin kendi ‘kıyım’ hikayesi var. “Ateş düştüğü yeri yakar” sözü uyarınca bugün bizim hikayemizi anlatıyoruz. Ağıtlarımızı dinleyecek kulaklar ve kayıplarımıza sempatiyle yaklaşacak dost yürekler bulalım istiyoruz. Bizler de onların hikayelerini dinlemeli, ortak paydalara erişmeli, böyle olaylara çok açık bu coğrafyayı nasıl bir daha bu acıların yaşanmayacağı bir yere dönüştürebileceğimizin yol ve yöntemini aramalıyız.

Bu topraklarda Ermenilerin yaşadığı acıları inkâr etmek ne kadar vicdanları yaralıyor ise, ecdadımızın bu acılarını uluslararası arenada Türkiye’ye karşı aşırı politize edilmiş tezler olarak kullanma çabalarını da bir o kadar gayri ahlaki bulduğumuzu belirtmek durumundayız. Ne inkâr ne de farklı ülkelerin parlamentolarında kabul edilen soykırım tasarıları bu topraklarda yaşanan acıları ve onları yaşayan insanları onurlandırmamaktadır. Tam tersine öfkeyle kızışan ve savunmaya geçen taraflar geçmişin gölgelerini büyüterek halkların uzlaşma ve normal ilişkiler geliştirme umutlarını karartmakta, komşu halkların bugününe ve geleceğine ambargo koymaktadır. Biz de öncüllerimiz olan rahmetli patriklerimiz gibi, Türkler ve Ermeniler arasında barış, dostluk ve esenlik dileklerimizi sunmaya devam edeceğiz. Üstünden 107 yıl geçmiş olayları bin yıllık ortak tarihin acı bir istisnası olarak görüp ilişkilerin ortak komşuluk ve kazanç paydalarının üstünde ivedilikle yeniden inşa edilmesini teşvik edeceğiz.

Hatırlamak zorunda olduğumuz en büyük gerçek yaşadığımız coğrafyanın pek çok halkı yan yana ve iç içe var olmaya zorunlu kıldığıdır. Geçmişten gelen sorunlar bu ışık altında ele alınmalıdır. Dostluk köprüleri kurmak, kültürel ve ticari ilişkileri geliştirmek ve coğrafyayı herkesin kazanacağı bereketli bir sofraya dönüştürmek hepimizin, ama özellikle siyaset yapıcıların görevi olmalıdır. Bunun alternatifi çatışma ve savaşlarla birbirini tüketen, yoksullaşarak çoraklaşan bir coğrafyadır. Şimdi iki ulus arasındaki çekişmeyi, karşılıklı suçlamayı, intikam söylemlerini, hak taleplerini ve küfür dilini bir yüzyıl daha mı sürdüreceğiz yoksa taze başlangıçlara bir şans tanıyacak mıyız? Kafkaslardaki yüzyıllık buzul çağını bir yüzyıl daha mı uzatacağız, yoksa halklar arasında oluşacak barışın ılık baharını mı selamlayacağız? Bu coğrafyayı paylaşan halklar uzak ülkelerin kışkırtıcı etkilerine kapılmadan, kendi havzalarını gelecek yüzyılların ütopyasına çevirmeyi becerebilecekler mi?

Bu soruların yanıtını politikacılar ve onların geliştirdiği stratejiler belirleyecek. Eğer bu iki halkın ileri görüşlü politikacıları, düşünür ve yazarları, sanatçı ve din adamları yeni bir paradigma oluşturamazlarsa bu coğrafya gözyaşı vadisi olmaya devam edecek ve elemlerin en büyük payı tekrar masum halklara düşecektir. Bir asır önce 1914’te politikacılar sorunların çözümünü savaşta buldular. Savaşın kaçınılmazlığına halklarını ikna ettiler. Sonuç insanlık için bir utanç tarihi oldu. Bugünün politikacıları alışılmışın ötesinde adımlar atma cesaretini ve becerisini gösterirlerse bölge halklarına yüzyılın barışını sunma onuruna erişeceklerdir, şüphesiz.Bu konuda atılan olumlu adımlar kalplerimizi umutla dolduruyor.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, Sayın Recep Tayyip Erdoğan hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 2015’ten itibaren bu vesileyle her 24 Nisan’da mesajlar yayınlayan yegâne devlet büyüğü oldu. Bu mesajlarda alışıldık inkâr dilini bir yana bırakarak acımızı paylaşan bir ruh ve sürgün döneminde hayatlarını kaybeden halkımız evlatlarının anısına dair bir saygı göze çarpmaktadır. Bize göre bu mesajları, gelecekte bir yakınlaşmaya zemin hazırlayabilen olumlu adımlar olarak değerlendirmek yerinde olur. Bugün de tekrarladıkları bu değerli mesajları için Sayın Cumhurbaşkanımıza saygı ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Öncelikle dostluk ve samimiyet köprüleri kurulmalıdır. Ancak böyle bir ortamda tarihi olayların değerlendirilmesi çok daha yapıcı ve tatminkâr olacaktır. Yakın zamanda bu yönde geliştirilen diplomatik çabaları memnuniyetle karşılıyor, sınırların açılması ve Kafkasların bir dostluk havzasına dönüşmesini canı gönülden diliyor ve Yüce Rabbe başarı dualarımızı yükseltiyoruz. İnsan için imkânsız olan Tanrı için mümkündür. Eğer bu amaca ulaşmak istiyorsak iyi niyet taşımalı ve bu iyi niyetimize Yüce Tanrı’ya sunduğumuz duaları eklemeliyiz. İyi ve güzel olanı bina edebilmeleri ve iyi komşuluk ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu anlayabilmeleri için Yüce Tanrı Türkiye ve Ermenistan vatandaşlarının yüreklerine dokunsun. Tanrı’ya ve O’nun yapıcı müdahalelerine güvenelim. Komşularımız için dua ediyoruz, komşularımız da bizim için dua etsin, böylece Türk ve Ermeni halkları arasında bir dostluk köprüsü kurulsun.

Rab İsa Mesih’in görkemli, kutsal diriliş müjdesinin sevincini yaşamaya devam ettiğimiz bu günlerde, merhametli Tanrı’mız, Kutsal Bakire Meryem Ana’nın, Kilise’nin eski ve yeni, bilinen ve bilinmeyen tüm azizlerinin şefaatiyle yalvarışlarımızın sesini duysun. Büyük yıkımlara yol açan savaşlar ve insan haklarını tehdit eden kavgalar son bulsun. Hiçbir ırk, millet ve din farkı gözetmeden, tüm insanlığın gelişmesi ve bereketi için Tanrı’nın sevgisi, merhameti ve inayeti sonsuza dek hüküm sürsün. 

Âmin.

Kategoriler

Güncel