PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Saç, Beden ve İktidar

Ermeni kadınlarının uzun, örgülü saçlarını gördüğümüz fotoğraflar çoğunlukla 1915 öncesinde çekilmiştir. Bu tarihten sonra Halep, Beyrut, Kudüs, İskenderiye, Kıbrıs, Syros, Atina, Pire ve diğer pek çok yerde çekilen yetim, öksüz ve hayatta kalan Ermeni kadınlarının saçları kısacık ya da sıfır numaradır. Hele de çocukların saçları özellikle kazınmıştır. Saçların kazınması kadınların ve genç kızların cinsiyetsizleştirilmesi, dışarıdan bakanın gözüne hoş görünmemesi, böylelikle kaçırılmaması, köleleştirilmemesi için alınan bir önlemdi. Bir başka deyişle kadınların saçları çok ciddi bir güvenlik sorunuydu. Bu nedenle, 1915 sonrasında uzun saçlı Ermeni kadını görmek son derece zordur.

AYLİN VARTANYAN - TALİN SUCİYAN

Güvenlik tehdidi sadece dışardakinin bakışından kaynaklanmıyordu. Kişinin kendi bütünlüğünü ve sınırlarını koruyamadığı noktada beden de bitlenme ile adeta bu duruma cevap veriyordu. Bu da saçların sıfıra vurulmasının bir diğer nedeniydi. Korumasızlığın, ölümün, kaybın sonu gelmeyen sürgün yollarında hayatta kalmanın en sıradan, en bilindik bedeliydi bitlenme.

Okul yıllarımızda bitlenmeyi, hepimizi terörize eden bir deneyim olarak hatırlıyorum (Talin). Bir parazitin kafamızda gezinmesi ve kaşındırması yetmiyormuş gibi bir de, neredeyse bitlendiğimiz için suçlanmak, dışlanmak, bitleri şeffaf kutulara koyup sergilemeye çalışmak gibi “yaratıcı” pedagojik yöntemler, uzun saçlı olmayı ya çok az kişinin sahip olabileceği bir ayrıcalık ya da bir lanet gibi yaşamaya mahkum ediyordu bizleri. Oysa ki hijyen koşullarının en gelişkin olduğu ülkelerin okullarında bile bit halen olur, ama çocukların saçları illa da kısa kesilmez, sıfıra vurulmaz. 

Çizim - Tamar GürciyanBitlenmenin bir ayrımcılık meselesine ya da saçların doğrudan müdahale alanına dönüşmesi ABD’de benzer bir şekillerde tezahür ediyor. Örneğin, genç bir üniversite öğrencisiyken (Aylin) Türkiye’den ABD’ye bir gidişimde bitlendiğimi fark edip üniversite hastanesine gittiğimde okul kliniğindeki doktor tarafından “Harlem’deki eczanelere gitmem” söylenmişti. Bitlenme, beyaz erkek doktorun dilinde doğrudan bir ırksal bir meseleydi ve o nedenle siyahların hastalığıydı. 

Mahkumların Şafağı’nda, Zaven Biberyan Nafıa ile birleşerek üç yılı aşan zorunlu askerlik yıllarında “bitlenme”yi yalnızca hijyen sorunu değil, varoluşsal bir çöküş anı olarak anlatır:. “Biri bana askerlik hayatımdaki en berbat şeyin ne olduğunu sorsa, hiç tereddütsüz ‘bitler’ derdim. Onlara karşı çaresizdim; görünmez, yenilmez bir düşmanın karşısında gibi, gerçek anlamda dehşete kapılıyordum. Sabahlara kadar uyumuyor, kaşınıyordum; tenimin her noktasında yürüdüklerini, hiçbir şey yapamayacağımı biliyordum. Yorgunluktan, uykusuzluktan bitkin düşüyor ancak uyuyamıyordum: Hareket dahi edemeyen, kolayca yakalayıp öldürebildiğim bu mini minnacık mahlukat yüzünden sinirlerim bozuluyordu.” 

Biberyan, İstanbul’da değil, kawar’da yaşamıştı bu deneyimi. Son derece zor şartlar altında, bilmediği şehirlerde, binbir türlü hastalık, zulüm ve yoklukla mücadele ederken, bitler ve haşereler tarafından bir istilaya uğruyor, beden ve ruh bütünlüğü bozuluyordu. Bu istila, yalnızca dış dünyanın zor koşullarının bir yansıması değildir; aynı zamanda bedenin geçirgenliğini, sınırlarının kırılganlığını ifşa eder. Dışarıda vuku bulan hastalık, sefalet, aşağılanma içeriye sızar. Beden artık kendi bütünlüğünü koruyamaz, bir sınır koyabilme yetisini kaybeder, dış dünyanın acısını, aşağılanmasını ve travmasını kaydeden, yaşayan ve yaşatan bir araca dönüşür. 

Kadınların ve genç kızların saçlarını kısacık kesmek, sıfıra vurmak tam da böylesi bir görünmez bir tehdite karşı “önlem almak” gibi gözükse de, aslında onların ruhsal ve bedensel bütünlüğüne yönelik ciddi bir müdahaledir. Bu eylem benliğin onuruna, kimliğin sembollerine yönelmiş bir şiddet biçimidir. Bu bakımdan da Amerikan yerlilerinin yatılı okullarda maruz kaldıkları müdahalelere çok benziyor. Saçlarını kesmek bırakmak zorunda bırakılan Amerikan yerlilerinin çocukları, aynı zamanda kendi dillerini konuşmaktan ve geleneksel kıyafetlerini giymekten de men edilmişlerdi.

Tüm bu örneklerde gördüğümüz ortak nokta uzun, parlak ve gür saçlar egemenin kökünü kazımak istediği şeydir, çünkü muhtemelen sağlıklı bir benliğin göstergesi olarak yorumlanır. Uzun, gür, canlı saçlar yalnızca estetik bir nitelik değil; canlılığın, direncin, köklenmenin simgesidir. Sağlıklı bir benlik ise, aşağılanamaz, taciz edilemez, üstüne basılıp geçilemez, yok edilemez.