PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Bir mahalle ötede, bir kilo badem

Badem boğazından aşağı inerken, sanki içimden bir parça da onunla birlikte düştü. Bakkalın kahkahası, sanki varlığımın en derin yerini titretiyordu. O olaydan sonra o caddeden geçmenin hiçbir çekiciliği kalmadı. Orada kendimi yabancı gibi hissettim; dükkânın önünden her geçtiğimde, bakkalın beni hatırlamaması için adımlarımı hızlandırdım. Mekânın içimde uyandırdığı utanç duygusu, bedenimi ve kimlik algımı denetleyen bir şeye dönüştü; yer, üzerimde bir iktidar kurmuştu. Bir kilo badem almak gibi sıradan bir alışveriş, benim için bir dönüm noktasına dönüşmüştü: İlk kez kim olduğumu, bulunduğum yer üzerinden anlamıştım.

ARAZ KOJAYAN

Kamusal alanların eksikliği nedeniyle, çocukluğumun mahalleyle (Bourj Hammoud'un Arakadz mahallesi) kurduğu ilişki küçük ve kısıtlı anlardan örülmüştü: komşularla selamlaşmalar, balkondan balkona yüksek sesle yapılan muhabbetler, sokakta bir hareketlilik olduğunda merakla aşağıyı gözetleyen gözler ve esnaflarla aramızda dönen küçük şakalarla dedikodular.… Hayat, pencerelerden ve kapı eşiklerinden izlenirdi. Mahalle, ancak bir mahalle aşağıdaki Nor Maraş’a gitmek için o kalabalık caddeden geçmem gerektiğinde, kendini ağırlığıyla hissettiren, canlı bir mekâna dönüşürdü. Bu geçiş dikkatli ve kaygılı bir yürüyüşü gerektirirdi, çünkü ne trafik ışıkları ne de polis vardı; arabalar yayalara pek aldırmadan hızla geçerdi. İşte bu yüzden ailem, o caddeden tek başıma geçmemi kesinlikle yasaklamıştı.

Bir yaz öğleden sonrasıydı, babam benden “bir kilo badem” (Ermenice nuş) getirmemi istedi. Önce mahalledeki bakkallara bakacaktım, eğer bulamazsam Nor Maraş’a geçmeme izin vardı. Dileğim nihayet gerçekleşmişti. O gün, dokuz yaşındaki hâlimle normalde geçmem yasak olan o caddeyi geçme fırsatını yakaladım. İlk bakkala hevesle girdim. İçeride kimsenin Ermenice konuşmadığını fark edince, sadece “Baddi kilo noush” dedim (Arapça bir cümlede nuş kelimesini kullanarak). Nuş’un Arapça bir kelime olmadığının farkında değildim tabii ki. Bakkal, gülümsemesini bastırma zahmetine bile girmeden, kaldırımı neredeyse yarıya kadar kaplayan hasır çuvalları işaret etti: “Hangisinden?” diye sordu. Ben ise bademin nasıl göründüğünü bile bilmediğimden, kelimeyi tekrar etmenin birdenbire onu anlaşılır kılacağını da umarak, sadece “nuş, nuş” diyebildim. Sonunda, konuşmamızı dinleyen bir kadın müşteri gülüşünü saklamayarak: “Loz, badda loz,” dedi (Arapça 'badem istiyor'). Kadın, çuvaldaki bademlerden birini alıp neredeyse hiç kalmamış dişleriyle kabuğunu kırdı ve bademi yuttu.

Bourj Hammoud'dan geçen Yerevan Köprüsü'nün görünümü (alamy.com)

Badem boğazından aşağı inerken, sanki içimden bir parça da onunla birlikte düştü. Bakkalın kahkahası, sanki varlığımın en derin yerini titretiyordu. O olaydan sonra o caddeden geçmenin hiçbir çekiciliği kalmadı. Orada kendimi yabancı gibi hissettim; dükkânın önünden her geçtiğimde, bakkalın beni hatırlamaması için adımlarımı hızlandırdım. Mekânın içimde uyandırdığı utanç duygusu, bedenimi ve kimlik algımı denetleyen bir şeye dönüştü; yer, üzerimde bir iktidar kurmuştu. Bir kilo badem almak gibi sıradan bir alışveriş, benim için bir dönüm noktasına dönüşmüştü: İlk kez kim olduğumu, bulunduğum yer üzerinden anlamıştım. Bu karşılaşma bana kimliğin yalnızca kim olduğumuzla değil, nerede olduğumuzla da ilgili olduğunu da göstermişti.Caddeyi geçince tüm ilişkiler değişmişti. 

Yıllar sonra o caddenin yerine bir köprü yapıldı. Bu değişim, birkaç binanın tamamen ya da kısmen yıkılmasına yol açtı. Birçok aile ve esnaf evlerinden, dükkânlarından taşınmak zorunda kaldı. Semtin çehresi değişti, mahallelerin Ermenice adları hafızalardan silinmeye başladı. Örneğin, Ermeni yetimleri toplamak için büyük çaba harcayan Katolik rahip Hayr Boghos Aris’in adını taşıyan “Boghos Aris Mahallesi”, köprünün yapımı sırasında yok edildi.

Bugün hâlâ mahalleleri Ermenice adlarıyla anıyor, dükkânlarda karşımda duran kişi anlamasa da Ermenice konuşmaya devam ediyorum. Fakat bu toprak, bedenim üzerindeki hâkimiyetini sürdürüyor. Bugün bu mekân, burada benimle yaşayanlarla sürekli bir müzakereye itiyor beni; her gün kimliğimizi çizen görünmez sınırları hatırlatarak.

(Tercüme: Parrhessia Kolektifi)