Hrant Dink Vakfı’nın "Köklere Yolculuk" sohbet serisinde, Deborah Valoma geçmişin sessiz anılarını ipliklerle nasıl işlediğini, aile mirasını ve kayıp hikâyelerini iğne oyası aracılığıyla nasıl yeniden canlandırdığını anlattı: "Geri dönemeyiz, travmayı tersine çeviremeyiz. Ama beklenmedik bir şey buldum: hafıza. Biraz tozlu, çamurlu, travmayla yıpranmış. Ama desenler tanınabilir ve yeniden dokunabilir."
Bir yangında, can güvenliğinizi sağladıktan sonra ilk olarak neyi kurtarmak istersiniz?
Soruya verilecek cevaplar muhtelif. Ama aklınıza el işi oyalar, yakalıklar ya da danteller gelir mi?
Deborah Valoma, sahip olduğu el işlerini "göz kamaştırıcı ya da müzelik değiller" diye tanımlıyor ama ardından hemen ekliyor: "Evde bir yangın çıksa ilk önce onları kurtarmak isterim. Büyükannem, hayatı boyunca her akşam sessizce iğne oyası yaptı; eğildi, sessizce çalıştı. Televizyon açıktı, o dikiş dikiyordu. Gayet sakindi ama bu sessiz çalışma hafife alınamayacak kadar değerliydi."
Büyüklerimizin evlerinde, kimi zaman ellerinde gördüğümüz el işleri sandığımızdan daha güçlü bir miras olabilir. Hatta başlı başına bir hafıza nakli bile olabilir. "İpliğin izinden koşmak" başlıklı konuşmayla hikâyesini anlatan Deborah Valoma'nın anlattıkları, tam da bu türden bir hikâyeydi.
Hrant Dink Vakfı, bu yaz ‘Keşif, yeniden birleşme ve köklere yolculuk’ temalarını işleyen yeni bir sohbet dizisine başladı. Haziran ayında aile köklerini bulabilmek için Türkiye'ye gelen Carolyn Rapkievian ve Anahid Nazarian'la başlayan "Köklere Yolculuklar: Mekân ve Aidiyete Dair Düşünceler" başlıklı seri 13 Kasım’da Anarad Hığutyun Binası’nda yapılan Deborah Valoma’nın konuşmasıyla devam etti.

Valoma, yine Aylin Vartanyan’ın moderasyonuyla karşımızdaydı ve hikâyesini anlattı.
San Francisco’daki California College of the Arts’ta tekstil alanında profesörlük yaptıktan sonra emekli olan Valoma’nın disiplinlerarası çalışmaları; bedensellik, maddesellik, geçicilik ve yerlilik gibi pek çok kuramsal mercekten el işi tekstil üretimlerini ele alıyor. Makaleler ve katalog yazıları kaleme aldı, bildiriler sundu ve çeşitli sergilerin küratörlüğünü üstlendi.
Şu anda, büyükannesinden emanet bir koleksiyonun envanteriyle başlayan çok yıllı disiplinlerarası bir projeyi yürütüyor. Çoğu Türkiye’deki köylerde ve Ermeni diasporasında yaşayan anne ataları tarafından yapılmış 100 balıksırtı kumaştan oluşan bu koleksiyon, el işlerinin kimlik göstergeleri ve kültürel sürekliliğin taşıyıcıları olarak oynadığı rolü araştırıyor.
Konuşmasına küçük bir uyarıyla başladı: “Duygularım çok taze ve muhtemelen ağlayacağım.” Ardından ailesinin hikâyesini anlattı.
Valoma’nın iki büyük büyükbabası, 1895 katliamlarından önce göç etmek zorunda kalmıştı; büyük büyükanneleri ise sağ kalmış ama ailelerini kaybetmişti. Aile önce ABD’ye ulaştı; Boston ve Chicago’da yaşadı, ardından Kaliforniya’nın bağcılık bölgelerine yerleşti.
Gençlik yılları Berkeley, California’da geçti. Ailesinden miras kalan el işi koleksiyonu, soykırım ve göç deneyimlerinin somut bir tanığı hâline geldi. Büyük büyükanneler, büyükannesi ve diğer kadın akrabalar tarafından yapılan el işlerini korumak; geçmişi hatırlamak ve kültürel kimliği sürdürmek için bir yol oldu.
Büyükannesi Elizabeth Ashodian Magarian, soykırımdan sağ kurtularak ailesinin geleneksel iğne işlerini devam ettirdi. Valoma, annesi ve büyükannesi aracılığıyla bu mirasla yüzleşti; kayıp ve travmayı anlamak için belgeler, fotoğraflar, sözlü tarih ve arşiv araştırmaları yaptı. Bu el işleri ona hem belleği hem de dayanıklılığı temsil ediyordu.
Elişiyle tanışması, 19 yaşındayken büyükannesinin ona öğretmesiyle başladı. “Büyükannemin sürekli el işi yaptığı bir ortamda büyümek, hem bu beceriyi öğrenmemi sağladı hem de el işiyle kurduğum bağı derinleştirdi” diyor.
Geçmişin peşinde iplikleri takip etmek
Geçmişi ve köklerini bilmek bugünü nasıl etkiler? Cevap herkes için farklıdır. Fakat acılar ve yaşanamayan yaslarla dolu bir geçmişi bilmemek büyük boşluklar yaratır. Valoma için ailesinin geçmişini bilmemek, “peşini bırakmayan bir gölge”ydi.
Annesine defalarca sormuştu: “Büyükannenin başına ne geldiğini neden hiç sormadın?” Cevap hep aynıydı: Kimse konuşmamıştı.
Bunun üzerine üç yıl boyunca her sabah katliamlar ve soykırım üzerine anlatıları okudu; neler yaşanmış olabileceğini anlamaya çalıştı. “Bu korkunç ayrıntılar geceleri de yakamı bırakmadı” diyor. Bir yandan da çevrimiçi arşivlerde şecere araştırmaları yaptı: gemi kayıtları, doğum ve ölüm belgeleri, vatandaşlık evrakları, nüfus sayımı kayıtları, evlilik sertifikaları, mezar bilgileri… Yaşlı akrabalarla görüştü ve ABD’deki Ermeni Soy Ağacı Grubu’na katıldı.

Valoma geçmişin izini sürerken yapması gereken tek bir şey vardı: ipi takip etmek. İplerle örülü el işlerinin kendisine nasıl yol gösterdiğini şöyle anlatıyor:
“Büyükannem bazı parçalara üreticilerin isimlerini yazmıştı; ama diğerleri hâlâ birer sırdı. Parlak pembe bir pelerinin ve ipek başörtüsünün kıvrımlarına sıkıştırılmış, kimliği belirsiz bir kadının fotoğrafını buldum. Aynı kıyafetleri giymişti; fotoğraf halam Armel Manadyan Magaryan’ın koleksiyonundaydı ve büyükannem aracılığıyla bana geçmişti. Ne isim, ne tarih, ne de yer bilgisi vardı. Ailede kimse fotoğrafı tanımıyordu. Herkese gösterdim, kimse bilmedi.
Büyükannemin koleksiyonu yalnızca görkemli parçaları değil, gündelik hayatta kullanılan basit tekstilleri de içeriyordu. Örgü, tığ işi, mekik oyası, çekme işi, kesme işi, nakış ve en önemlisi Ermeni iğne oyaları… Bu teknik, Doğu Akdeniz ve Güneybatı Asya’ya özgü; Ermeni, Türk, Rum ve Filistinli kadınlar tarafından kullanılan karmaşık bir düğüm dantel tekniğiydi. Bir çocuk önlüğünün iğne oyası kenarlığını büyükannem 1916 civarında, yedi-sekiz yaşındayken yapmıştı.”
Valoma’ya göre büyükannesinin eserleri bir direncin göstergesiydi. El işlerinin başka bir işlevini ise şöyle anlatıyor: “Kaybı dile getirmek imkânsız olduğunda, travmayı duymak katlanılmaz olduğunda bile insan dikiş dikebilir.”
Büyükannesi hayatının sonuna kadar iğne oyası üretmeye devam etti. Son günlerinde ilmekleri düzensizleşmiş, işleri küçülmüş olsa da hiç vazgeçmedi. Valoma’ya göre bu da bir direnişti: “Hiç görmediği bir vatanın anılarını bizim için somutlaştırmayı sürdürdü.”
Bir mezarı örmek
Deborah Valoma için bu mirasla çalışmak bir “hafıza onarımı”ydı; kopuk bilgilerden, gölgeli hatıralardan bir bütün inşa etmek ve bunu da devam eden bir iplikle yapmak… Ailede kuşaklar boyunca saklanan şiddet, sürgün ve kayıp hikâyeleri sessizlikle korunmuştu; kadınlar gece gece anılarını iplikle işliyordu. Bu görünmez emeğe saygı göstermek Deborah’ın sorumluluğuydu.
Büyükannesi öldüğünde eli hâlâ çok iyi değildi, ama onlarca parçayı envanterlerken memleket ile diaspora arasında bir kültürel hat gibi işleyen bu sanatın izini sürmeye başladı. Kitaplar ve videolar vardı; fakat yüz yüze, elden ele aktarılan bilginin samimiyeti onun için vazgeçilmezdi. Ustalarla buluşmaları kahkahalar ve hüzünlü sessizliklerle doluydu. Ortak dil olmasa da iğne danteli onların diliydi; iplikler hem aidiyet hem dayanışma sağlıyordu.
Başını eğip işe baktığında iplik hafızaya dönüşüyor, danteller tanıklık nesnelerine, hikâyeler dokunaklı ifadelere dönüşüyordu. Deborah, ölüler için kefenler dokumaya başladı; amacı ürün değil, süreçti. İlkini annesi için yaptı. Dört yıl önce, annesi 24 Nisan’da öldüğünde, keteni tabutun üzerine örttü.
Ardından aile fotoğraflarından tanıdığı bir aile büyüğünün kefenini dokudu. Bu kişinin 1895 katliamlarında öldüğü söylenmişti ve kaderini bilmemek büyük bir belirsizlikti. Bir süre sonra mucizevi şekilde adını ve gömüldüğü yeri buldu: Queens’te işaretlenmemiş bir mezara gömülmüştü. Kızı da kısa süre sonra ölmüş; ikisi de Elizabeth adını taşıyordu. Valoma, 2023 sonbaharında Queens’e gidip mezarlarını buldu, dokuduğu kefenleri serdi; nar, krizantem ve şifalı otlar bıraktı.
"Travmayı tersine çeviremeyiz ama yeniden dokuyabiliriz"
Kadın emeği tarih boyunca küçümsense de dikiş ve özellikle iğne oyası, Osmanlı ve diaspora döneminde patriyarkal bir toplumda Ermeni kadınlarının az sayıdaki ifade biçimlerinden biriydi. Anneden kıza aktarılan bu beceri, güçlü bir kültürel miras olarak kuşaklar boyunca varlığını sürdürdü. Deborah Valoma bugün bu mirası taşıyor; ipliklerle hem geçmişi hem geleceği birbirine bağlıyor.
Son sözü ona bırakalım:
“Geri dönemeyiz, travmayı tersine çeviremeyiz. Ama beklenmedik bir şey buldum: hafıza. Biraz tozlu, çamurlu, travmayla yıpranmış. Ama desenler tanınabilir ve yeniden dokunabilir. Yarın Kaliforniya’ya döneceğim; atalarımın teselli bulduğu yere. Orada onların mirasını dokumaya devam edeceğim.”

