Maritsa Küçük cinayeti ve yetkililerin dayanılmaz suskunluğu

85 yaşındaki Maritsa Küçük’ün 28 Aralık Cuma günü bıçaklanarak öldürülmesi, gazetelerin üçüncü sayfalarına bir adi cinayet olarak geçti. Ancak, Ermeni toplumu olayın etrafındaki yoğun sis perdesi nedeniyle son derece kaygılı ve bugüne dek konuyla ilgili tek kelime etmeyen yetkililerden açıklama bekliyor. Rober Koptaş yazdı.

ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr

85 yaşındaki Maritsa Küçük’ün 28 Aralık Cuma günü bıçaklanarak öldürülmesi, gazetelerin üçüncü sayfalarına bir adi cinayet olarak geçti. Ancak, Ermeni toplumu olayın etrafındaki yoğun sis perdesi nedeniyle son derece kaygılı ve bugüne dek konuyla ilgili tek kelime etmeyen yetkililerden açıklama bekliyor.

Maritsa Küçük cinayeti, görünüşte, Türkiye’de belki her gün onlarcası yaşanan olaylardan biriydi. Kadının evine girilmiş, boğazı kesilmiş, bazı ziynet eşyaları çalınmıştı. Polis soruşturması başlamıştı. Aile, acılıydı. Meselenin haber değeri taşıyan boyutu bu kadardı. Haliyle, haberler de kısacıktı. Gazeteciler açısından konu kapanmıştı. Yetkililer ise suskundu.

Oysa bu cinayetin, İstanbul’un, artık Kocamustafapaşa adıyla anılan eski semtlerinden Samatya’da bir ay içinde Ermeni kadınlara yönelik ikinci saldırı olduğunu bilen bir avuç insan için, Maritsa Küçük’ün öldürülmesi çok daha endişe uyandırıcı bir durum arz ediyordu. Bu iki olay arasında bir bağlantı ihtimali, en hafif tabirle, korkutucuydu.

Yine Samatya’da, yine Aralık ayında, tıpkı Maritsa Küçük gibi yalnız yaşayan 87 yaşındaki bir başka Ermeni kadın saldırıya uğramıştı. Dairesinden içeri girdiği sırada arkasından yaklaşan saldırganın önce yumruklayıp ardından boğazını sıktığı T.A.’nın da ziynet eşyaları alınmış, saldırı sonucunda bir gözünü kaybeden yaşlı kadın, bir süre yoğun bakımda kaldıktan sonra taburcu olmuştu.

Maritsa Küçük cinayeti İstanbul’da yaşayan Ermenilerin aklına hemen bu olayı düşürdü. Aynı ay içinde, aynı mahallede, iki Ermeni kadın, benzer şekilde saldırıya uğramış, biri hayatını kaybetmiş, diğeri ise ölümden ancak bir gözünü kaybederek dönebilmişti. Üstüne, Maritsa Küçük’ün bedeninin çıplak halde olduğu bilgisi geldi. Dahası, Küçük’ü bulan oğlu Zadig Küçük, annesinin gövdesinin üzerinde bıçakla yapılmış bir haç işareti gördüğünü söylüyordu.

Zadig Küçük gerçi sonra, Agos muhabirine, annesinin gövdesinde yatay bir yara izi gördüğünü, ancak gördüğünü sandığı haçın bir kolunun belki de yukarıdaki bir yaradan sızan kan olabileceğini de söyledi ama laf ağızdan çıkmıştı bir kere. İstanbul’da yaşayan yaklaşık 50 bin Ermeni’nin zihninde oluşan, bıçaklanmış, vücuduna haç işareti çizilmiş, öldürülmüş ve çıplak bir kadın imgesi, Maritsa Küçük’ün Ermeni kimliğinden kaynaklanan bir nefret cinayetine kurban gittiği şüphesini adeta somut bir bilgi haline getiriyordu.

Konuyla ilgili soru işaretleri ve aydınlatılmayı bekleyen noktalar ise muhtelif.

• Maritsa Küçük’ün vücudundaki haç izi iddiası doğru mu? Adli Tıp veya Emniyet bu konuda neden hemen doyurucu bir açıklama yapmıyor?

• Kısa bir arayla Samatya’da iki Ermeni kadının  saldırıya uğraması tesadüf olabilir mi?

• İki olay eğer adi hırsızlık suçuyla bağlantılıysa, neden bu kadar şiddetli darplar yaşandı?

• Hırsızlık iddiası doğru mu? İki kadının üzerindeki ziynet eşyalarının alındığı söyleniyor. Peki evlerinden bir şey çalındı mı? Yoksa hırsızlık sadece bir kılıf mı?

• Polis, henüz olay daha çok tazeyken Küçük ailesine, “Olay amatör işi, yakalamamız an meselesi” yorumu yaptı. Bu ne kadar doğru bir tavır? Zira bu noktada akıllara hemen dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın Hrant Dink cinayetinin ardından yaptığı “Örgüt bağlantısı yok. Milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayet” açıklaması düşüyor. O açıklamanın ardından cinayet soruşturmasının sağlıklı bir şekilde yürütülmediğini ve nihayet davanın da, bizzat kararı veren hâkimi bile vicdanen rahatsız edecek bir şekilde sona erdiğini hep beraber yaşadık.

Dahası, İstanbul Emniyeti benzer bir açıklamayı 2011 yılının Ekim ayında da yapmış, ancak sonra suçlu yakalanamamıştı. Zincirlikuyu'da bindiği taksici tarafından Ermeni olduğu gerekçesiyle hakaretlere maruz kalan ve dövülen bir Ermeni kadın, olayın ardından taksiciden şikayetçi olmuş; Emniyet faili ismen tespit ettiği ve yakalanmasının an meselesi olduğunu duyurduğu halde, aradan geçen 15 ayda zanlı tutuklanamamıştı.

Bunca şüphenin ve benzerliğin ardından, Ermeni toplumu, yetkililerden onları rahatlatacak bir açıklama; basından ise konuyu takip edecek bir mesleki reaksiyon bekledi, ancak nafile. Konunun gündeme taşınmadığını görerek, 4 Ocak günü basılan Agos’a “Samatya cinayeti karanlıkta kalmasın” manşetini attık. Muradımız, kamuoyunun dikkatini olaya çekmekti; ancak görüyoruz ki bunda başarılı olamadık. Ne basın konunun üzerine gitti, ne de polisinden siyasisine, yetkililer.

Belki de boşuna evhamlanıyoruz. Belki de bu iki olayla ilgili bütün şüphelerimiz yersiz. Belki de gerçekten iki talihsiz kadın da, benzerine çokça rastlanan adi saldırılara kurban gittiler. Ancak, günler geçtikçe hiçbir yetkili ağzın doyurucu açıklama yapmaması, aksine, sanki bu saldırılar hiç yaşanmamış gibi susmayı tercih etmesi, Türkiye’de yaşayan tüm Ermeni yurttaşların tedirginliğini artırıyor.

19 Ocak 2007’de Hrant Dink’i kaybetmenin karabasanlarını hâlâ yaşayan, 24 Nisan 2011’de Batman’da askerlik yapan Sevag Şahin Balıkçı’nın öldürülmesiyle büyük bir şok daha yaşayan Ermeni toplumu, Samatya’daki saldırıların ırkçı bir nefretin sonucu olup olmadığını öğrenmek istiyor. Yetkililer, ilgililer, sorumlular, sırtlarında zaten yumurta küfesiyle yaşayan Türkiyeli Ermenileri bu ülkenin eşit vatandaşları olarak görüyor ve onların günden güne azalmasını, göç etmelerini ya da korkuyla yaşamalarını arzu etmiyorlarsa, bir an önce tatmin edici açıklamalar yapmaları gerekiyor.

Aksi takdirde, bundan birkaç yıl sonra, üzerine konuşulacak, haberler yapılacak, yerine göre Türkiye mozaiğinin parçası olarak selamlanacak veya içimizdeki yabancılar olarak hakaret edilecek azınlıklar kalmayacak. Çünkü, tarih boyunca benzer olaylar sonucunda “azınlık” halini alan topluluklar, bu korkuların etkisiyle o kadar azalacaklar ki, gün gelecek, Ortadoğu’da en az gayrimüslimin yaşadığı ülke olan Türkiye’de, Hıristiyan nüfus hanesinin karşısında, “0” (yazıyla “sıfır”) yazacak.

Eğer arzu edilen bu değilse, yetkililer bir an önce harekete geçmeli.  

Kategoriler

Güncel Azınlıklar

Etiketler

Marista Küçük