Hangisi “ağır” olan?

Tamar Nalcı, Metin Kaçan’dan romanı dışında arta kalanları, bu kalanların nasıl da görmezden gelindiğini ve yaşandığı dönemde dahi entelektüel ortama çöken ‘suskunluğu’ yazıyor ve soruyor: “Karanlığı aydınlatmaya çalışmaktansa, bunu örtbas etmeye çalışmak niye?”

Tamar Nalcı
tamar.nalci@gmail.com

Yıl 1995... Henüz 9 yaşındayım. Güneş K.’nın yaşadıklarından, 5 yılın sonunda karara bağlanan ve ceza alan iki kişiden bihaber, seneler sonra Ağır Roman’ı bayıla bayıla okumuş, kitabın filmi çekildiğinde yarattığı gündemin heyecanına ben de kapılmıştım.

Yıl 2013... Twitter’da “Metin Kaçan intihar etti” haberleri dolanıyor, içimden “doğru olmasın” diyorum. Bu kadar zamandır, Ağır Roman’dan sonra o ağırlıkta bir şey yazamadığı için Metin Kaçan’a nasıl üzüldüğümü anımsıyorum. Haberin doğrulanmasını bekliyorum saatlerce. Ertesi gün ağabeyi tarafından haber doğrulanıyor. Ama artık ben üzülme faslını çoktan aşmış, okuduklarımı, gördüklerimi, öğrendiklerimi sindirmeye çalışıyorum. Sindiremiyorum.

Metin Kaçan ve spiker Alp Buğdaycı, Güneş K.’ya işkence ve tecavüzden yargılanmış ve ceza almışlar. İlk düşündüğüm, Türkiye’de adalet hiçbir zaman kadından yana tecelli etmezken, nasıl oluyor da, iddia edildiği gibi ortada hiçbir rapor yokken (ki fiil-i livata raporu var), Kaçan ve Buğdaycı bu kadar masumken hapis cezası alabiliyorlar?

O dönemde davayı takip edenler, bu kişilerin yakınları hepsi olayı hatırlamaya/hatırlatmaya ve bildiklerini kısmen tekrar anlatmaya başladı. Okurken yaşadığım hayal kırıklıkları ve mide bulantılarına, “entelektüel” çevreden ve ağırlıklı olarak Twitter’dan gelen destekler ve akıl almaz yorumlar eklendi.  95’te yaşanan bu olayın ertesi gününde Güneş K.’nın kardeşleri Metin Kaçan’a saldırdıkları için, Güneş K.’nın “işkenceye teşvik eden olduğu” yorumlarının yanında sorgusuz, sualsiz Kaçan’ı mağrur değil mağdur ilan edenler oldu. “Kimileri leş kargaları gibi. Üşütüğü güzellik mi pislik mi bilmeden, karanlık bir hikayenin etrafında çirkin çığlıklarla ölüye dalıyorlar” diyor çok sevdiğim bir yazar. “Pis pis sırıtarak geç git. Bu gayya kuyusunda geriye kalsın bize Ağır Roman. Hoşçakal Metin” diye bitiriyor sözlerini.

Yas tutmaya, Metin Kaçan’ın edebiyatçı kimliğini konuşmaya hakkı olanlar kadar, Metin Kaçan’ın romanlarını değil de nasıl bir hayat yaşadığını ve Güneş K.’nın başına gelenleri de konuşmaya da hakkımız var elbet. Kimse kimseye “sen git, o gelsin” demesin. Nitekim bu olay üzerine yaptığınız her bir yorum, sizlere Metin’i kazandırmıyor ama şu yorumlarınıza tanıklık eden bir çok insanı kaybettiriyor. Metin Kaçan’dan geriye yalnızca Ağır Roman kalmadı, ağır ve evet bir o kadar da ‘karanlık bir hikâye’ kaldı. Karanlığı aydınlatmaya çalışmaktansa, bunu örtbas etmeye çalışmak niye? Kendinizde gördüğünüz konuşma hakkından nasıl bir düsturla başkalarını mahrum edebiliyorsunuz?

Peki, Güneş K.’ye ne oldu?

Yine ve yeniden tek konuşmadığımız şey bu oldu. Solcu ve entelektüel kesimden diye tabir edebileceğimiz gazeteciler, yazarlar acaba “arkadaşları”na destek verirken tam olarak hangi alışkanlıklarının arkasına sığınıyorlardı? Görmezden gelme? Yok sayma? Yoksa “kol kırılsın, yen içinde kalsın” düsturu mu? O dönem Metin Kaçan’a destek verenler arasında birçok günümüz “entelektüelinin” adı zikrediliyor. Bugün, bu mevzu bu kadar çok detayıyla birlikte ortaya dökülmüşken, hepsinin büründüğü suskunluk, her zamanki gibi gelenekleri olmayan özeleştiriye muhtaç, köşelerinde oturduklarını gösteriyor bize. Ve de o zamandan bu zamana, bu çevreye yenileri eklemleniyor bir de...

Öldüğü için körü körüne Metin Kaçan’ı savunanlar sosyal medyada çokça paylaşılan şu röportajı da mı görmediler? (Yoksa yine görmezden mi geldiler?): http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnewsmobile.aspx?id=64229

“(...) iki salon tokadı, birkaç tekme ve birbirimize tükürmenin dışında başka birşey olmadı.” Bunlar, Metin Kaçan’ın Ayşe Arman’a verdiği röportajda sarf ettiği sözler. Peki, ortada alenen ve oldukça rahat bir şekilde itiraf edilmiş böyle bir şiddet söz konusuyken, ayrıca röportajda olay günündeki sarhoşluktan kaynaklanan başka çelişkiler de varken biz neyi tartışıyoruz tam olarak? ‘Dövdü ama tecavüz etmedi’ kısmını mı? Şiddetin hangi boyutuna geçince Güneş K.’ya ne olduğunu konuşabilme hakkını kazanacağız?

Önümde o dönemin bir gazete kupürü... Güneş K.’nın fotoğrafı... Onun, bir kadının hikâyesini, herkes sustuğu ve örtbas etmeye çalıştığı için ancak ona bu zulmü edenlerlerden biri öldüğünde öğrenebildik, konuşabildik –ki hâlâ da tam olarak konuşamıyoruz. Susturulmaya çalışıyoruz. Asıl “ağır” olan bir şey varsa o da bu...

Kategoriler

Şapgir