MİT yöneticilerinin şüpheli sıfatıyla gözaltına alınmak istemesi “Cemaat” meselesini yeniden gündeme getirdi. Yorumları şöyle özetlemek mümkün: Polise hakim olan Cemaatin adamları, MİT'i de kendi denetimleri altına almak amacıyla bir operasyon başlattılar. Ellerindeki belge ve bilgileri yönlendirici bir şekilde özel yetkili savcıya verdiler.
Savcı da harekete geçti. Savcının da polisin istediği yönde hareket etmesiyle bir kriz çıktı. Krizin nedeni; MİT yöneticilerinin Başbakanın talimatıyla PKK yöneticileriyle buluşmaları ve bir müzakere yoluyla soruna çözüm aramalarının yargı konusu yapılmasıydı. İşte bu nedenle Savcı, MİT yöneticilerini “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırdı. Belki de Başbakanın emriyle Kürt sorununa barışçı çözüm aramaları nedeniyle hapse atılacaklar ve “terör örgütüne yardımcı olmak” gerekçesiyle yargılanabileceklerdi.
Bu tabloya bakarak Cemaatle Hükümet arasında bir güç savaşı olduğu yorumu yapılıyor. Cemaat öylesine güçlendi ki, artık Başbakanı bile açıktan hedef alacak bir kalkışmaya girişti, deniyor.
Gerçekten Cemaatla Hükümet arasında bir savaş var mı? Bu savaşın sonu nereye varacak? Bu sorulara hepimiz cevap arıyoruz. Ben kendi saptamalarımı ifade etmek isterim.
1. Cemaat, açıktan örgütlü bir güç değil. Üyeleri yok. Kendi yaptıklarını ve örgütlenmelerini “hizmet” diye niteliyorlar. Bu nedenle polis içinde kimlerin Cemaat mensubu olduğunu anlamak ve net bir saptama yapabilmek o kadar da mümkün değil. Tahminler, söylentiler üzerinden bazı değerlendirmeler yapabiliriz.
2. O zaman söylentilere geçelim: Polis içinde Cemaatçi oldukları söylenen çok sayıda polis yetkilisi var. Bunlar özellikle Ergenekon, Balyoz, Kafes, Şike, KCK soruşturmalarında tayin edici bir rol oynadılar. Askeri darbecilerin yargı önüne çıkarılması ve ordunun siyaset üzerindeki ağırlığının kırılması noktasındaki katkıları tarihe not düşecek kadar önemli.
3. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, onların varlığından haberdar ve bu soruşturmalarda oynadıkları olumlu rolü bir katkı olarak görüyor. Cemaatçi polislerin soruşturmalardaki gayretlerini takdir eden Başbakan, bir yandan da onların polis içinde köşebaşlarını elde tutmalarından pek hoşlanmıyor.
4. Cemaatçiler, son bir iki yıldır, Başbakanın Cemaat mensuplarını devlet içindeki postlardan uzaklaştırmak istediğinden, bir çok “hizmet” mensubunun üzerini çizdiğinden şikayet ediyorlar.
5. Son MİT operasyonu, alttan alta süren bu gerilimin ve tedirginliğin sert bir şekilde açığa vurulmasına neden oldu. Eğer Başbakan MİT yöneticilerini teslim etseydi, onların lehine bir adım geri atmış olacaktı.
6. Öyle olmadı Başbakan, kendisini de hedef aldığını düşündüğü operasyona sert ve kararlı bir karşılık verdi.
7. İnisiyatif yeniden Başbakana geçti.
Bundan sonra ne olabilir? Cemaat bir adım geri atacaktır. Şu ana kadar Cemaatçi diyen bilinen isimler sosyal medyada MİT'e yönelik operasyonu savunmayı sürdürüyorlar. Medyaya yapılan servisler de MİT'i köşeye sıkıştırmayı amaçlıyor. Ancak tabii tayin edici olan tutum “Hocaefendi”nin tutumudur. Onun Başbakana yolladığı geçmiş olsun mesajı, bir ipucu olarak kabul edilebilir.
Bu gerginlik şimdiye kadarki deneylere bakılarak denebilir ki büyük bir ayrışmaya neden olmaz. Altan alta sürecek alan mücadelesi, belki başka koşullarda yeniden günyüzüne çıkabilir.
Cemaat, AK Parti'ye alternatif bir siyasi örgütlenmeye gider mi? Şimdiye kadarki deneyler bunun da olmayacağını gösteriyor.
Fakat ne olursa olsun, iki taraf da bu çatışmadan yara aldı. Daha çok da Cemaat.
Bu gerginliğin ne yönde gelişeceğini asıl tayin edecek olan muhafazakar Anadolu burjuvazisidir. Onların tercihleri, yönelimleri nasıl şekillenecek onu göreceğiz.
Görebildiğim kadarıyla, Kürt sorununda çatışma ve çözümsüzlük yerine “müzakere” isteği büyüyen ve küreselleşen Anadolu burjuvazisinde öne çıkıyor. Çünkü çıkarları içeride uzlaşmayla çok paralel gidiyor.
Göreceğiz bakalım neler olacak...