Tomo Abi’nin yeleği
Mevsimlerle, zamanla ilişkimi en fazla şekillendiren şey galiba ada. Ada dediğim Heybeliada. Yıllar sonra palamutu neden bu kadar sevmediğimi anladığımda bir aydınlanma yaşadım. Palamutu sevmem; çünkü o, yazın bittiğinin, çok yakında İstanbul’a temelli inileceğinin habercisidir. Ama sanmayın ki kış ya da sonbaharla ilgili her şey canımı sıkar. Buraya tekrar kestane ve boza muhabbeti sıkıştırmayacağım…
Eskiden yaz daha büyük mevsimdi, ama sonbaharın da sevdiğim yanları vardı. Sonbaharın en sevdiğim yanı, yaklaşmakta olan kitap fuarıydı desem abartmış olmam. Tepebaşı’nda yapılan TÜYAP Kitap Fuarı, benim öncesinden çalıştığım babamdan fazladan harçlık alıp biriktirdiğim, kendimce bir ritüeldi. Sağ olsun yayınevleri yeni kitaplarını fuara saklar, fuar bir ticari organizasyon değil gerçek bir şenlik olurdu. Bazen okulla da gelsek, ben babamla ya da yalnız gezmeye bayılırdım.
Okulla geldiğimizde ise çok büyük forsum olurdu. Babamdan dolayı tanıdıklar sayesinde okul kıyafetleriyle içeri alınma lüksüm olan İmroz’a arkadaşlarımı götürüp meyhane sofrası kurmuşluğum da var hani.
Kitap fuarı şehirler arası mesafelere göçüp, bir kitap şenliğinden büyük bir AVM havasına girdiğinden beri gitmiyorum. Ama Tepebaşı’ndaki fuarı iyi hatırlıyorum. Belki daha teklifsiz zamanlardı… Birçok hayran olduğum yazarla sohbet etme, kitap imzalatma, onları canlı dinleme şansım oldu.
Fuarların en unutamadığım standı ve hâlâ hayatıma olan etkisini hissettiğim karşılaşma Tomo Abi ile oldu. Yani Yetvart Tovmasyan.
Benim jenerasyonum ilk gençlik zamanları, bizim cemaat için bir kırılma noktasındaydı. Sokakta adını değiştirip toplu taşımada Ermenice konuşmaktan imtina eden, kendini göstermemek gibi yazılı olmayan bir kurala uyan büyüklerimizin aksine, kitapçılarda bizden yazarları görmek, tabu olan konuların cesurca kaleme alındığı kitapları alabilmek garip bir özgürleşme hissi yaşatıyordu.
Sessiz sakin bizim cemaat için gerçekleşen bu normalleşmeyi ve görünürlüğü sağlayanların başında Aras Yayınları ve tabii ki Tomo Abi geliyordu. Margosyan’ın Gavur Mahallesi’ni okumuştuk ama Aram Pehlivanyan’ı, Zaven Biberyan’ı, Zabel Yesayan’ı Aras’ın bastığı kitaplardan öğrendik biz. Bazıları Ermeni cemaatinin bu yazarlara eskiden beri aşina olduğunu, okuduğunu zannedebilir ama en azından benim için durum böyle değildi. Babam okumayı seven, hiç fena olmayan bir kütüphaneye sahip biriydi ama o da benimle beraber Aras standlarında keşfetmişti pek çok yazarı, kitabı.
Aret Gıcır’ın Tomo Abi’nin arkasından çizdiği müthiş karikatürle, bugün bizim cemaatte yazan çizen herkes adına bir tespitte bulunmuştu. Dostoyevski’nin Gogol için söylediği sözü Tomo Abi’ye uyarlayarak: “Hepimiz onun yeleğinden çıktık.”
Tomo Abi alametifarikası hâline gelmiş yelekleriyle gezerdi ve ona çok yakışırdı. Tanıştığı hemen herkesi neşesi, bilgisi, görgüsüyle etkisine alan, kendine has bir adamdı. Bir arkadaşım Tomo Abi’nin Burgazada’daki evinin bahçesinde toplandığımız çok kalabalık bir davette, “Buradaki herkes Tomo Abi’nin en çok kendisini sevdiğini düşünüyor,” demişti. Sevdiğini sonuna kadar hissettirirdi çünkü.
Eski bir meyhaneci oğlu olduğu için yemeyi içmeyi de çok severdi. Bir gün ‘Artık kimse dalak dolması yapmıyor, yiyemez olduk’ diye dert yandığımda hemen “Oyrort çok güzelini yapar, gelin yapsın, yiyelim,” diye çağırdı evine. Eşi Payline Tovmasyan, yani Tomo Abi’nin kendisine hitap ettiği şekliyle “oyrort”, müthiş bir dalak dolması yapmıştı.
Çok karmaşık görünen kalabalık kütüphanesinden konuştuğumuz konularla alakalı kitapları şıp diye getirmesi şaşırtmıştı beni. Karışık kütüphanesinin kendine has bir düzeni vardı ve bu kütüphane, şimdilerde Yesayan Derneği Kütüphanesi’nin temellerini attı. Kelimenin tam anlamıyla sabaha kadar içildi.
Ertesi gün onun doktor kontrolü vardı ve uzun zaman önce bıraktığı sigaraya “acı patlıcanı kırağı çalmaz” diyerek yeniden başlamış, iştahla içmişti. Ertesi gün ben onu arayıp doktor kontrolünü soramadım; çünkü bambaşka bir rahatsızlıktan hastanelik olmuştum. Onun da doktor kontrolü pek iyi çıkmadı. Yakasını bırakmayacak olan kötü hastalığın teşhisi konuldu.
“Aman,” demişti, “biz bir daha beraber dalak dolması yemeyelim…”
Kitapların sayfalarına şarap dökerek yapılan kitap kutsama adeti gibi bize bilmediğimiz, unutulmuş, belki de yeniden yaratılmış şahane gelenekler öğretti. Benim hiç aklımda yokken gazete yazılarımın kitap olmasını da o sağladı. Rober Koptaş bir gün arayıp “Tomo Abi ile konuştum, bu işi yapacağız,” diyerek bir ültimatom çekti ve kitap öyle ortaya çıktı.
Kitabı merakla bekliyordu. Çıkar çıkmaz Selin arayıp “Gel, kitap çıktı,” dedi. Takuhi Tovmasyan hastaneye gizlice bir şişe şarap sokmuş, hastane kaplarının da yardımıyla hasta yatağında kitabı şarapla kutsamıştı. Tomo Abi son şarap yudumunu da o şaraptan aldı…
Bu hafta ona veda edişimizin birinci yılıydı. Onu anmaya gelen herkesin yüzünde bir gülümseme vardı. Hayatı nasıl sevmek gerektiğini öğretmişti galiba…
Ermenistan’da çokça anlatılan bir hikâye vardır:
Ölüp de cennete giden bir Ermeni, susuzluğunu dindirmek için su ister meleklerden. Su istemesine rağmen bir kadeh güzel şarap gelir. Adam şaşırır ama şarabın güzelliğinden hiç sesini çıkarmaz. Yıllarca her su istediğinde önüne birbirinden güzel şaraplar gelir. Tam on beş yıl boyunca…
Bir gün yine su ister. Bu sefer eline gerçekten su tutuştururlar. Merakla sorar:
“Bunca yıldır su istedim, şarap geldi de bugün neden su?”
Melekler der ki:
“On beş yıldır ilk defa bugün öbür taraftaki dostların senin için kadeh kaldırmadı. O yüzden bugün su içeceksin.”
Tomo Abiye bir kadeh kaldıralım senesinde, şarapsız kalmasın. կենաց ...

