Yuvasını terk etmek zorunda kalanlara bir ağıt ve bir umut
“En Uzun Gece”
"Hayatının en uzun gecesini yaşadın mı diye sorsam sana... Eğer düşünüyorsan onu henüz yaşamamışsındır.'”Sahne işte bu sarsıcı önermeyle açılıyor. Ece Nur Ateş’in proje tasarımını ve metin yazarlığını üstlendiği En Uzun Gece, tam da ismine yaraşır şekilde 21 Aralık gecesi seyirciyle buluştu. Ancak bu performans, sadece takvimsel bir döngüyü değil, insan ruhunun şafağa en uzak olduğu, en karanlık anlarını merkeze alıyor.
Sözün hareketle, tiyatronun dansla harmanlandığı bu performansta; Macbeth’in kanlı ellerinden Antigone’nin kardeş acısına, Medea’nın sürgününden Şehrazat’ın hayatta kalma masallarına uzanan bir hafıza tüneli kuruluyor. Oyun, mitolojik kahramanların kişisel trajedilerini anlatırken, rotasını bir anda günümüzün en yakıcı gerçeğine, "doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalanlara" çeviriyor. Ece Nur Ateş ile bir araya geldik hem bu disiplinlerarası projenin mutfağını hem de 'en uzun gecelerin sabahında güneşin neyin üzerine doğacağını' konuştuk."

“Hayatının en uzun gecesini yaşadın mı?” sorusu bu performansın çıkış noktası. Bu kadar farklı hikâye ve masalı tek bir alanda birleştirip, dansla harmanladınız. Sizin için çıkış noktası neydi?
Kendi yaşadığım zor bir gecenin üzerine yazdığım bir yazı ile başladı aslında her şey. “Hayatımın en uzun gecesiydi o gece” diye düşündüğüm o gecede yaşadığım şey kaç saat sürmüştü emin olamıyordum, zaman kavramımı yitirmiştim. Sonra düşünmeye başladım bu benim hayatımın “en uzun gecesi” miydi yoksa başka “en uzun gecem” sandığım gecelerim olmuş muydu diye. Sonra sorular soruları doğurdu, o soruları sadece kendime değil tragedya karakterlerine, masal kahramanlarına ve arkadaşlarıma sorarken buldum kendimi. Bu sorularla “en uzun gece” metni doğdu. Sonrasında bu sözlü anlatıma sözsüz anlatımların da eklenmesinin önemini düşünerek böyle bir geceye yaratmış olduk.
Tragedya karakterleri, masal kahramanları ve kişisel hikâyeler aynı anlatı hattında buluşuyor. Bu farklı zaman ve anlatı biçimlerini bir arada tutan ortak duygu neydi sizce, nasıl bir araya geldiler?
Acı. Bence acıları sayesinde bir araya geldiler. Asırlar geçse de topraklar, dönemler, kültürler değişse de insana acı veren şeyleri, hepimizin anladığı o yer değişmiyor. Sofokles, Antigone’yi M.Ö. 411 yılında yazıyor ve insana dair öyle bir acıya değiniyor ki bugün de aynı yerden yaralıyor bizi. Kreon’un gömmesine izin vermediği ağabeyini, kendi canını tehlikeye atarak gömüyor, bugün de insanlar hayatını kaybeden yakınlarının cenazesini yapabilmek için hayatlarını tehlikeye atarak mücadele veriyor. Yani insana acı veren zulüm şekil değiştirse de her dönem var olmaya devam ediyor. Neyse ki insana dair güzel şeyler de değişmiyor.
Oyun Yeğya Akgün’ün kendi başından geçen ‘yurtsuzluk’ hikâyesiyle başlıyor. Binbir Gece Masalları ile devam ediyor. Şehrazad masalı anlatamazsa, öldürülecekti. Her iki örnekte de yaşamak, hayatta kalmak için “anlatmanın” hayati önemi olduğunu söyleyebilir miyiz; sizce iki durum arasında paralellik var mı?
İnsan çocukluğundan itibaren hayatta kalmak için kendine hikayeler anlatıyor. Bazısı gerçeklerle dolu, bazısı yaşamaya devam edebilmek için kurgularla dolu hikayeler. Yeğya’nın koca bir yüreklilik ile bize anlattığı çocukluk anısında, bir çocuk olarak yaşadıklarını nasıl hatırladığını dinliyoruz ondan. Onun hikayesinin kahramanı annesi, ve annesinin mücadelesini hayranlıkla anlatıyor bize. Şehrazad’ın hikayesinde de kendisinin ve tüm kadınların hayatını kurtarmak için masallar anlattığı o binbir geceyi dinliyoruz. Ve bu iki hikâye arasında nasıl bir paralellik olabilir diye düşündüğümde; en büyük paralelliğin iki hikâyenin kahramanının da ölümü göze alarak mücadele eden iki kadın kahraman olduğunu söyleyebiliyorum.
Antigone ölümü göze alarak konuşur, Şehrazad ise ölmemek için konuşur. Sizin 'En Uzun Gece'nizdeki anlatıcı, ölümü göze alarak mı konuşuyor yoksa hayatta kalmak için mi, onun motivasyonu ne?
Sanırım hayatta kalmak için. İlk soruda da bahsettiğim gibi kendi hayatımda yola çıkarak sorduğum sorularla doğan bu gecede anlatıcı anlamaya çalışıyor. Şöyle diyebilirim cevaplar değil de sorular beni hayatta tutuyor. Gerçekten, anlatıcı da sorular sorarak, anlatarak anlamaya çalışıyor bu metinde. Seyirciye de soruyor aynı soruları. Herkes en uzun gecesini yaşadı ya da yaşamadı bilmiyorum ama onu sorgulatmak, üzerine düşündürtmek bence önemli. Bize acı veren şeylerden kaçmamızı öğütleyen, sadece haz ve mutluluk üzerine kurulu bir Dünya’da yaşıyorken, bize acı veren şeyden kaçarak bağ kurduğumuz şeyden de bağ kurmaktan da kaçmış olduğumuzu anlamak bence önemli. Anlatıcı, o bağın kıymetini kendine ve seyirciye hatırlatarak, hayatta kalıyor.
Seyircinin bu En Uzun Gece'den çıkarken yanına almasını istediğiniz en temel his nedir? Seyircinin kendi “en uzun gecesi”yle yüzleşmesini istiyor musunuz, yoksa bu yüzleşmenin kendiliğinden ortaya çıkmasını mı önemsiyorsunuz?
İnsanın yaşadığı şeylere sahip çıkması kıymetli bence. Duygularına sahip çıkması. Mutluluğuna, neşesine sahip çıktığı kadar hüznüne, acısına sahip çıkması da kıymetli. Üzüntüsünü yaşamayan umarsızca üzer, acısını çekmeyen acı çektirir. Birini sevmenin güzelliği, onu kaybettiğinde yaşayacağın acıyı da içinde taşır. İnsan acı çekmekten korktuğu için sevmediği, değer vermediği, bağ kurmadığı bir yerde kalmaya çalışıyor orada kaldıkça da deliriyor. Yakıyor, yıkıyor içi acımadan. Günümüz Dünya’sında her şeyi analiz ediyoruz. Sevgilimizden ayrılıyoruz tespitler yapmaktan hüznünü yaşayamıyoruz, arkadaşımızla kavga ediyoruz analiz etmekten üzülemiyoruz. Bu gecede özlemek, üzülmek, acı ekmek, hüzünlenmek bunların -zayıflık olarak- adlandırıldığı bu zamanda yaşamımızda onların ne denli büyük ve önemli bir etkisi olduğunu hatırlamayı önemsiyorum. Anlamaya çalışmaktan hissetmeyi unutuyoruz çoğu zaman, bu gecede seyircinin izlediği şeyi anlamasını değil, hissetmesini önemsiyorum. Kayıpları, ölümleri, karanlık geceleri, gölgeleri bize acı veren şeyleri anmak zor kuşkusuz hepimiz için ama onların hepimizi birleştirdiği bir yer var orada buluşabilmeyi diliyorum.
“En Uzun Gece”nin sahneleneceği tarihler belli mi, takvimle ilgi bilgi verir misiniz?
Aslında niyetim, sadece 21 Aralık ‘En Uzun Gece’de yapmak bu buluşmayı. İki yıldır da öyle devam ediyor. Asıl amacım doğa ile kutlamak bu karanlık geceyi. Ölümü, karanlığı ve gölgeleri andığımız bir kutlama, yitirdiğimiz herkesi ve her şeyi anma töreni ve ritüeli yapmak. Fakat gel gelelim ki, ne mutlu daha sık yapmamız istendi bu nedenle henüz bilmediğim bir tarihte yeniden gösterimimiz olacak, sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirler.

