Hareket eden bedenlerin demokrasisi

Sanatçı Oliver Ressler’in ‘Kim Kimi Güverteden Atar?’ başlıklı sergisi, küresel krize Marksist perspektiften verilmiş sıkı bir aktivist cevap gibi. Sergi 15 Ocak'a kadar SALT Galata'da.

‘Bildiğimiz dünyanın sonu’ olarak tanımlanan küresel kriz, farklı yüzlerle kendini gösteriyor: Piyasa ekonomisinin ezip geçtiği güvencesiz işçi, popülist iktidarların milliyetçi, ayrımcı söylemlerine boyun eğen ve artık vatandaşlığı oy verme işlemine indirgenmiş ‘vatandaş’, siyaset alanının ölümüne daraldığı bir ortamda elinde kalmış vatandaşlıktan bile vazgeçerek memleketinden ayrılmak zorunda kalmış mülteci... Bu özneler birbirine görünmez halatlarla bağlı bir ağın parçaları mı?

Viyana’da yaşayan ve çalışan sanatçı Oliver Ressler’in Salt Galata’daki ‘Kim Kimi Güverteden Atar?’ başlıklı sergisi, bu soruya epey kapsamlı bir yanıt veriyor. 1994’ten beri üreten Ressler’in işlerine bakıldığında, sanatçının küresel kapitalizm ve onun ürettiği siyaset biçimiyle meselesi olduğunu ve bunu aktarmaktan hiç çekinmediğini görmek mümkün. Ekonomi, demokrasi, toplumsal siyaset, küresel ısınma, direniş biçimleri gibi konularda çalışan Ressler’in yolu Cenova’daki G8 protestolarına da düşüyor, Venezuela’daki işgal edilmiş fabrikalara da. Bireyleri konuşturarak bir nevi ‘sessizlere ses veren’ videolarının yanı sıra kamusal alanda gösterilen pek çok işinin olması, sanatsal üretim pratiklerinde de demokrasiden ve politik düşünceden yana tavır aldığının göstergesi.

Sınırlar ve insanlar

Mekânda üç kata yayılan sergi, sınırlara, ulus-devlet ve milliyetçiliğin küresel sermayeyle ilişkisine, bu sistemin yarattığı mültecilik/vatandaşlık konumlarının kırılganlığına ve neoliberal devlet politikalarına karşı alternatif bir toplumsal tahayyülü muştulayan fabrika direnişlerine dair pek çok şey söylüyor. Fakat serginin en çarpıcı işi, üç katta farklı açılardan görülecek şekilde yerleştirilmiş bir fotoğraf. İlk olarak, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin konuştuğu ‘Türkiye’de Suriyeli Mülteci Yok’ ile iktidarın kullandığı ‘olağanüstü hal’ söylemlerinin Avrupa Birliği’nde ne anlama geldiğini deşen ‘Acil Durum Tepetaklak’ adlı iki ayrı videonun gösterildiği ekranların karşısında görüyoruz fotoğrafı. Deniz kıyısına vurmuş iki erkek bedenini yakından gösteriyor; adı ‘Kıyıya Vurmuş’. Açık denizde batan ticaret gemilerini gösteren ‘Ekonomi Yaralı - Bırakın Ölsün’ adlı fotoğrafla birlikte okunduğunda, sınır ekonomisinin sebebi ve sonucu gibi görünüyor iki fotoğraf da. 2015 yılında, Kobanê’den başlayan zorlu yolculuğu sırasında hayatını kaybeden üç yaşındaki Aylan Kurdi’nin kıyıya vuran cansız bedeninin fotoğrafının uluslararası basında geniş yer bulmasıyla akıllara kazınan ‘kıyıya vuran mülteci bedeni’ imgesi, yanındaki fotoğraf ve diğer iki videoyla birlikte düşünüldüğünde, insanları salt bedenlere indirgeyen, Avrupa Birliği sınırları içinde yeri geldiğinde ucuz iş gücü, yeri geldiğinde illegal sermaye akışının nesnesi, yeri geldiğinde birer ‘zararlı madde’ olarak gören ekonomik sistemin bedelini hatırlatıyor. ‘Acil Durum Tepetaklak’ videosunda söylendiği gibi, “Sınırlar olmazsa insan ticareti de, kaçakçılık da olmaz.” Diğer videoda ise, Türkiye’deki Suriyeliler neoliberalizmin insan bedenine odaklanarak ürettiği yeni ekonomik artı değeri kendi deneyimleriyle anlatıyor. Konuşanlardan biri, Avrupa Birliği’nin, sınırları kapamak ve Suriyeli mültecileri Türkiye’de bırakmak için verdiği para desteğini, Türkiye için, “üç milyon mültecinin ekonomik bir fırsata dönüşmesi” olarak tanımlıyor. Bir başka mültecinin sözleri ise, sınır politikaları ile ekonomi ve devlet politikaları arasında ne kadar güçlü bağlar olduğuna işaret ediyor: “Türkiye’ye girmem çok zor oldu. Sınır muhafızları ateş ediyordu. Halbuki aynı muhafızlar birkaç ay önce insanlara geçmeleri için yardım ediyorlardı.” 

Vatandaş nedir?

İkinci katta yer alan ‘Geçiş Hakkı’ adlı video, vatandaşlık tanımını sorgularken, izleyicinin zihninde ‘kimlik’, ‘aidiyet’, ‘hak’ ve ‘vatandaş’ın ne olduğuna ilişkin yeni kapılar açıyor. Sınırları içinde toplam 3 milyon 800 bin kişinin belgesiz olarak yaşadığı Avrupa Birliği’nin bir şehrinde, Barselona’daki ‘kaçak’ göçmenlere uzatıyor mikrofonu bu sefer Ressler. Orada konuşan bir ‘kâğıtsız’, vatandaşlık tanımının kamusal alandaki önemini ve örgütlülük derecesini dahi nasıl belirlediğini şu veciz sözlerle anlatıyor: “Farklı vatandaşlık engelleri, insanların kentteki varlığını etkiliyor. Mesela belgen yoksa bir eyleme gidemezsin.” Videoda konuşanlardan biri de, siyaset bilimci An-
tonio Negri. Bugünün vatandaşlık tanımının, konukseverliği de içeren bir fenomen olarak algılanması gerektiğini söyleyen Negri, “Küresel vatandaşlık kavramı, hareket eden bedenlerin politik ekonomisi hesaba katılmadan kavranamaz” diyor. Küresel vatandaşlığın bu yeni tanımı, sınırlara karşı bir dayanışma önerisi de içeriyor.

En alt katta sergilenen, üç fabrika işgalinin anlatıldığı ‘İşgal Et, Diren, Üret’ videoları ise, tüm bu tartışmalar eşliğinde okunduğunda, hem ulus-devletin sınır politikalarına, hem de neoliberal ekonominin yarattığı krize karşı, Marksist perspektiften verilmiş sıkı bir aktivist cevap gibi. Milan, Roma ve Selanik’te kendi özyönetim deneyimlerini kameraya anlatan işçilerden biri, bir fabrikanın patronsuz üretime geçmesinin, sadece ekonomik ve sınıfsal değil, toplumsal ilişkiler ve siyaset yapma biçimleri bağlamında dane kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor: “Benim için özyönetim farklı bir toplumsallık tahayyülü. Çünkü özyönetim sadece bir fabrikada değil, etrafımızı saran ilişkiler bütünü aynı zamanda.” Demokratik bir üretim ve ilişki biçiminin hâlâ var ve mümkün olduğunun örneği bu üç fabrikadan bir başka işçinin, Gezi Direnişi sonrası kapatılan fabrikalarını patronsuz olarak devam ettiren ve 2013’ten beri hâlâ üreten Kazova işçilerine selam çakmasıysa, dayanışma karşısında asıl kırılgan olanın sınırlar olup olmadığını sorgulatıyor izleyiciye. 

Asıl sonu gelen...

Yine en alt katta sergilenen ‘Kıyıya Vurmuş’ fotoğrafına iki farklı perspektiften bakmanın zamanı öyleyse. İkinci ve üçüncü katlarda daha geniş kadrajlarıyla yer alan bu fotoğrafta, kıyıya vuranların takım elbiseli iki adam olduğu göze çarpıyor. Bu kez kadraj onları aynı seviyeden göreceğimiz şekilde, yandan değil; onlara üstten bakıyoruz artık. Serginin tamamını gezdikten sonra, bu iki adamı, neoliberal ekonomi ve onun ürettiği siyaset biçiminin somutlaştığı bedenler olarak okumak mümkün oluyor. Belki de, Ressler’in önerdiği gibi, asıl sonu gelmekte olan küresel kapitalist piyasa ekonomisidir, siyasal ve demokratik direniş değil.

‘Kim Kimi Güverteden Atar?’ 15 Ocak’a kadar SALT Galata’da görülebilir.

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.