Herkesin Aznavour’u

Aynen 1964’te olduğu gibi, Ermenistan’ın kalburüstü kesimi, Devlet Başkanı Levon Der-Bedrosyan ve Katolikos I. Karekin’in de katılımıyla içerde konserin keyfini çıkarırken, ozan Vahram Tatikyan ve gençler dışarıda Aznavour şarkıları söylüyorlardı, gitarları eşliğinde.

Charles Aznavour’un ölüm haberi telefonumun ekranına Ermenistan haber portallarından ‘son dakika’ olarak düştüğünde, elim gayriihtiyarı, plak koleksiyonumdan 1989 tarihli ‘Pour Toi Armenia’ 45’liğine uzandı. Paris’te yayımlanmış plağı pikaba yerleştirirken hissettiğim, hüzünden ziyade akıp giden zaman karşısındaki çaresizliğimizin, her şeye rağmen arada sırada elde ettiği kazanımlarla bize verdiği umut duygusuydu. Aznavour ve söylendiğine göre sayısı 1400’ü bulan şarkılarından her biri, sonsuzluk umudumuzu yeşerten birer tohum kuşkusuz. Yıllar sonrasından bugüne bakıldığında hatırlanacak birkaç sanatçıdan biri de, ‘Emmenez-moi’, ‘Hier encore’, ‘La Bohème’, ‘Deux guitarres’, ‘Autobiographie’, ‘La mama’ gibi şarkılarıyla, Aznavour olacak.

Ermenistan depremi ve Aznavour
7 Aralık 1988’de, saat 11:41’de, Sovyet Ermenistanı topraklarının büyükçe bir bölümü Spitak merkezli bir depremle altüst olmuş, resmî rakamlara göre 25 bin, gayriresmî rakamlara göre 35 bin kişi hayatını kaybetmiş, 530 bin kişi evsiz kalmıştı. Henüz 12 yaşında bir çocukken, akranlarımın çoğu gibi, Charles Aznavour’un adını da ilk kez o zaman duydum. Fransa’da yaşayan Ermeni bir şarkıcı, felaketzedelere yardım için bir albüm yayımlamıştı. İlerleyen zamanlarda, Fransa’dan gelip gidenlere sordukça anlayacaktım, hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bu şarkıcının bir dünya sanatçısı olduğunu.
Aznavour’un dünya Ermenileri için de, ancak bu tarihten sonra önemli bir isim haline geldiği söylenebilir. Muhtemelen 19. yüzyılın ortalarında, Erzurum’dan Ahıska’ya göç etmiş bir ailenin evladı olan babası Mişa Aznavuryan ile Adapazarlı tütün eksperi bir babanın kızı olan annesi Kınar Bağdasaryan, Paris’te dünyaya gelen çocuklarına Şahnur adını koymak istemişlerse de, Fransız hemşire, söylenmesi zor olduğundan, onun yerine Charles’ı önermiş. “Benim çocuk parklarım tiyatro kulisleri oldu hep” der Aznavour. Çocukluk yıllarında başlayan, sahneye ve sahne insanlarına aşinalığı ve sahneyi bir meslek olarak seçmesi de, Türkiye’den Fransa’ya giden Ermeni tiyatrocuların yamacında bulunmasından olsa gerek.

Ermenilerin ilgisi
Ermenistan’a ilk olarak, 1964’te yaptığı Sovyetler Birliği turnesinin son günlerinde gitmiş. 2003’te yayımlanan ‘Le temps des avants’ başlıklı otobiyografisinde (Paris, Flammarion Yay.; Türkçesi ‘Geçmiş zaman olur ki’, çev. Emre Aral Altuntaş, Aras Yay., 2005) Ermenistan’dan “memleketim” olarak bahsediyor; Ermenistan halkının ta o yıllarda gösterdiği büyük ilgi, Aznavour’a içinde bulunan ‘vatansızlığı’ sorgulatmış olmalı. Sovyet Ermenistanı’nda yayımlanan plakları, şiir ve şarkı sözlerinin tercümeleri, özyaşam hikâyesini anlattığı ilk kitap olan 1974’te çıkmış ‘Aznavour Aznavour hakkında’nın çevirisi vs., bu küçük memlekette gördüğü daimi ilginin tezahürü olarak görülebilir. 

Ermeni kimliğine dönüş
1975’te, Ermeni Soykırımı’nın 60. yıldönümü vesilesiyle söylediği ‘Ils sont tombés’ [Düştüler], Aznavour’un ‘Fransalı’ olabilmek için –karakteristik Ermeni burnundan kurtulmak için estetik ameliyat yaptırarak, soyadının sonundaki ‘yan’ı atarak, Ermenice konuşmayarak– birçok öğesinden vazgeçtiği Ermeni kimliğine dönüş yolunda bir mihenk taşı… (“Seni yeneceğim Paris” demiş ve artık çoktan “yenmiştir” o tarihlerde).
1988 depremi sonrasında bambaşka bir Aznavour çıkar karşımıza. Tüm dünyayı Ermenistan için şarkı söylemek üzere ayağa kaldıran Aznavour, ‘Ermenistan İçin Aznavour Vakfı’ aracılığıyla felaket bölgesinde yaşayanların yaralarını sarmak için çalışıp didinir. Ermenistan devleti tarafından 2004’te kendisine verilecek Millî Kahraman unvanı olmasaydı dahi, sanatçı kimliğini tamamlayan bu insani yönü, onun tüm Ermenilerin kalbinde yaşamasını, sevgiyle anılmasını garanti etmişti.

Aranjmanlarda Aznavour
Hafızasında muhtemelen çocukluğundan beri iyi-kötü bir Türkiye imgesi olan Charles Aznavour, bir sanatçı olarak resmî görüş tarafından kayıtsızlıkla karşılanıp, genelde Ermeni Soykırımı konusundaki duruşu veya bir Ermenistan diplomatı olmasıyla gündeme gelmiş olsa da, Türkiye’nin ‘Hafif Batı Müziği’ dinleyen çevrelerinde eskiden beri hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinmişti. Ajda Pekkan, Ferdi Özbeğen, Gönül Yazar, İlham Gencer, Özdemir Erdoğan, Öztürk Serengil, Zeki Müren, çoğu zaman onun adını anmadan, Aznavour’un şarkılarının Türkçe aranjmanlarını seslendirdiler. Kadıköy’de düzenlenen son plak festivalinde tüm standları dolaşıp ‘Şarles’ Aznavour plağı arayan genç; TRT Radyo 3’te pazar akşamları yayımlanan, Gülay Oktar’ın ‘Paris Ekspresi’ ve benzer programlar da şahidimdir.

1964’ü hatırlamak
1988 yılındaki Spitak Depremi’yle hayatıma giren (Ermenistan’ın hayatına da büyük ölçüde o yıl girdiğini nereden bilebilirdim) Charles Aznavour, 21 ve 22 Eylül 1996’da, Ermenistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının beşinci yıldönümü vesilesiyle Yerevan Opera binasında iki konser vermişti. Aznavour’un, 1964 Sovyetler Birliği turnesinden sonra Ermenistan’da verdiği ilk konseri, daha önceden bilet alırken samimi olduğum yaşlı gişe görevlisinin yaptığı özel indirim sayesinde, öğrenci harçlığımı son kuruşuna kadar verip, balkonun ilk sırasından izlemiştim. Özellikle o yıllarda, bilet için verdiğim 50 dolar çok büyük bir paraydı. Bu yüzden, aynen 1964’te olduğu gibi, Ermenistan’ın kalburüstü kesimi, Devlet Başkanı Levon Der-Bedrosyan ve Katolikos I. Karekin’in de katılımıyla içerde konserin keyfini çıkarırken, ozan Vahram Tatikyan ve gençler dışarıda Aznavour şarkıları söylüyorlardı, gitarları eşliğinde. Bir nevi, Sovyet yıllarında üniversite öğrencilerinin astığı “Koltuklar Parti’nin, Aznavour bizim” pankartlarının yerini, Aznavour’un düzenlediği, hep beraber söylenen Ermenice şarkılar almıştı.

Aznavour’la Ermenice sohbet
21 Eylül 2001’de, bağımsızlığın 10. yıldönümünü kutlamak için, Yerevan Garen Demirciyan Spor ve Konser Kompleksi’nde tertiplenen Cumhuriyet resepsiyonunda Aznavour’la iki-üç Ermenice kelam etme ve fotoğraf çektirme imkânım oldu. Onunla Fransızca konuşmaya çalışan arkadaşıma “Neden Ermenice konuşmuyorsun?” demesini hiçbir zaman unutmayacağım. Beraber çektirdiğimiz fotoğrafı da güzel bir anı olarak, gazetemizin müsaadesi ve okuyucularımızın affına sığınarak paylaşmak istedim.
Üzülmek için farklı vesileler arayan, bulamasa yaratan halklarımız, Aznavour için de gözyaşlarına boğuldu diyebiliriz. Acı ve tatlı yönlerini sonuna kadar tadarak, biz faniler tarafından bakıldığında 94 yıl başarıdan başarıya uzanan muhteşem bir ömür sürmüş Aznavour’un ölümünün ardından, içimden bu hayatı kutlamak geliyor sadece. Ve onunla aynı zaman dilimini paylaştığım için, kendimi şanslı hissediyorum. 20. yüzyılla özdeşleşmiş bir isim olan Aznavour, sadece diasporada yaşanan Ermeni kimlik krizinin değil, maalesef hep yaşanacak olan göçler, savaşlar içinde insanın varoluş mücadelesi açısından da bir simge, bu mücadeleyi verenler için bir umut ışığı.
Herkesin kendi Aznavour’u var tabii... Ortadoğu’daki bu kaosta yaşayan bizler için, çoğu trajik olmak üzere çeşitli anlamlar yüklediğimiz tüm bu imgelerin ötesinde, Fransızlar için Aznavour’u Aznavour yapanın, onun benzersiz bir şanson sanatçısı olması olduğunu da unutmamalıyız. Hani şu “Aa, Ermeni misiniz? Tıpkı Aznavour gibi yani” diyen Fransızlar için...
‘Kaldırım Serçesi’ Edith Piaf’ın keşfettiği, bu kısa boylu, esmer adamın hayatı, tıpkı 70’lerde düet yaptığı, daha çok Sinatra’nın söylediği ‘My Way’ şarkısıyla tanınan Claude François gibi, evinin banyosunda son buldu. Yine tıpkı François gibi, Maurice Chevailer, Léo Ferré, George Brassens, Jacques Brel’in ardından, Fransız şanson geleneğinin belki de son büyük temsilcilerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Bize de şarkılarını tekrar tekrar dinlemek, verdiği hayat mücadelesini örnek alıp yeni nesillere aktarmak kaldı…



Yazar Hakkında