Bir veda hikâyesi: ‘Kıyı’

Moda Sahnesi bu sezon, belki de son yılların en çarpıcı oyunlarından birini seyirciyle buluşturdu: ‘Kıyı’. İlk gösterimi 27 Eylül’de yapılan ‘Kıyı’nın yazarı Wajdi Mouawad 1968 yılında Lübnan’da doğmuş; iç savaş nedeniyle ailesiyle birlikte doğduğu toprakları terk ettiğinde henüz sekiz yaşındaymış. Aile önce Paris, ardından da Quebec’e taşınmış.

‘Kıyı’yı Türkçeye Ayberk Erkay çevirmiş. Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı oyunda başkarakter Wilfrid’i Onur Ünsal, babası İsmail’i Uluç Esen, Şövalye Guiromelan’ı Caner Erdem canlandırıyor; Mert Şişmanlar, Melek Ceylan, Barış Yurtsever, Çağla Buldak ve Talha Kaya ise toplamda 30’dan fazla karakteri canlandırıyorlar. Sahne tasarımı Bengi Günay’a, ışık tasarımı İrfan Varlı’ya ait; müzik direktörlüğünü Ulaş Özdemir yapmış. 150 dakika süren iki perdelik oyun, 18 yaş üstü seyirciye hitap ediyor.

Babayı defnetme mücadelesi

Wilfrid yıllardır görmediği babasının öldüğünü haber alır ve her şey bununla başlar. Babasını doğum sırasında ölen annesinin yanına defnetmek ister, fakat bunun mümkün olmadığını anlayınca onu memleketine gömmeye karar verir. Ancak babasının doğduğu topraklarda devam eden savaş nedeniyle yeni bir cesede yer kalmamıştır. Sırtında taşıdığı, susmak bilmeyen babasının cesedini gömmek için köy köy gezer, her köyde yeni bir arkadaş edinir ve yola birlikte devam ederler. Edindiği arkadaşlar, ailelerini savaşta kaybetmiş yetimlerdir. Savaş, onlara vedalaşma, son bir söz söyleme fırsatı vermeden yakınlarını almıştır. Sırayla hikâyelerini anlatırlar ve dehşet giderek büyür. Onlara göre, başı bedeninden ayrılmamış bir babanın cesedi mucizevidir. Wilfrid’in babası İsmail’i bir ölüye yakışır şekilde gömmek, hepsinin ortak gayesi olur.

‘Kıyı’ metninin altında, ortaya çıkmayı bekleyen çok önemli sorular gizli. Mesela, bir insan ne zaman ölür? Ruhu bedeninden ayrıldığında mı, yoksa unutulduğunda mı? Yahut ölü bedenlerin toprağa gömülmesi midir bir cenazeyi onurlandırmanın yolu, yoksa o bedeni tüm geçmişiyle kabullenip özgür bırakmak mı? İnsan geçmişiyle, kendisiyle nasıl barışır? İnsan ne zaman, nasıl büyür? Oyunu izlerken, eminim, yanıtlaması güç başka sorular da meşgul edecek zihninizi.

Güçlü metin, güçlü reji

‘Kıyı’ sizi güldürecek, hüzünlendirecek ama en önemlisi, huzursuz edecek. Hatta hiç beklemediğiniz bir anda sizi canevinizden vuracak, size unutmamanız gerekenleri hatırlatacak. Burada o ‘an’dan bahsetmek oyunun büyüsünü bozmak olur, ama eminim o an geldiğinde benimle aynı şeyi hissedeceksiniz.

Son derece güçlü bir metin olan ‘Kıyı’, duyduğunuz anda unutmamak için hafızanıza kazımaya çalışacağınız cümlelerle dolu. Her bir kelimesi ilmik ilmik işlenmiş gibi duran metnin çevirisi de son derece başarılı. Metin, reji anlamında çok çeşitli yorumlara; sahne düzeni, kostümler, oyunculuklar ve diğer konularda birçok farklı seçime açık bir nitelik taşıdığından, kaygan bir zemin oluşturuyor. Kemal Aydoğan’ın rejisi bu anlamda başarılı; metnin gücü ile sahne arasında dengeli bir ilişki var. Ayrıca, 150 dakika süren bir oyunda seyirciyi baştan sona diri tutmak büyük bir enerji gerektiriyor. Bu enerji sahnede yerine oturmuş ve metnin ağırlığına ağırlık katmadan seyirciye ulaşıyor. Belki birkaç noktada oyunculuklar bir nebze yumuşatılabilirdi; bazı anlar var ki sahnede anlatılan hikâyenin ağırlığı oyuncunun canhıraş anlatımıyla buluşunca, seyirci için ‘anda kalmak’ zorlaşıyor. Fakat oyunun genelinde, tüm oyuncular birbirinden iyi performanslar sergiliyor.

‘Kıyı’, bu sezon kaçırılmaması gereken oyunlardan. 13 ve 14 Mart’ta Moda Sahnesi’nde tekrar sahnelenecek. Dilerim ömrü uzun olur.



Yazar Hakkında