YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

24 Nisan’ı anmak

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, resmi tezleri tekrar ettiği ve yabancı ülkelerin soykırımı tanıma girişimlerini eleştirdiği konuşmasında, sözü gazetemizin kurucusu Hrant Dink’e getirdi. Hrant Dink’in o gayet özlü ve her şeyi açıklayıcı “Her Ermeni bir belgedir” sözünü neden anımsamıyor bu çevreler acaba?

106 yıl geçti. 24 Nisan 1915’te yüzlerce Ermeni aydının sürgüne gönderilmesi ile başlayan süreç Ermeni Soykırımı için simgesel bir anma günü. Böyle bir günde dünyadaki tüm Ermeniler kendi buldukları bir yol veya yöntemle hayatını kaybeden ya da sürgün yollarında kaybolan atalarını anarlar. Kimi zaman gösterilerle, konferanslarla, kimi zaman da bir anıta sessizce çiçek ya da çelenk bırakıp dua ederek.

Türkiye’de durum farklı elbette. Yakın zamana kadar polis koruması altında Taksim veya Tünel’de bir anma toplantısı yapılabiliyorken, siyasi atmosferin de değişmesiyle bu anma  toplantısı son olarak  Şişhane Meydanı’nda metro istasyonu çıkışındaki alanda yapılabilir hale geldi. Pandemi sonrası ise böyle bir anmadan bahsedemiyoruz bile.  Ancak bahsettiğim bu anma toplantılarının devletçe Taksim Meydanı’ndan Tünel’e, sonra da Şişhane’ye “yönlendirilmesi”, Soykırım ifadesi içeren  afiş taşıyanların gözaltına alınması zaten epey şey anlatıyordu. 

Bunun kadar önemli olan ise 24 Nisan’da bir meydana çıkmayı ya da bir konferansa katılmayı değil de kamusal alanda ama kendi halinde bir anma yapmayı isteyenlerin durumu. Bu hiç mümkün olamıyor. Çünkü bizim ülkemizdeki yani Türkiye’deki Ermenilerin (başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olarak, kaygı yaşamadan) bir anıta gidip çiçek koyması,  orada bir dua edebilmesi mümkün değil.

Ermeniler bunun yerine şöyle yaşıyorlar 24 Nisan’ı: Acaba bir gerginlik olacak mı, Hükümet ve siyasi partiler ne tür inkar argümanları geliştirip bu işten yine Ermenileri suçlu çıkaracak, gündem ne kadar sertleşecek, yabancı ülkelerden gelen açıklamalara hangi ‘sert’ tonlarda yanıt verilecek,  “ABD başkanı ne diyecek?” başlıklı tartışma programlarında ve analizlerde Ermeniler, bilhassa da diaspora nasıl şeytanlaştırılacak gibi sorulara yanıt bulmaya ve bunun yarattığı gerginlikle başa çıkmaya çalışarak. 

Bu bile aslında başlıbaşına Türkiye Ermenileri’nin yaşadığı durumu özetleyen ve bunun ne kadar büyük bir haksızlık, bir anlamda da soykırımın devamı olduğunu ortaya koyan bir tablo. Yani düşünebiliyor musunuz 20. yüzyılın ilk katliamına maruz kalan, “soykırım” kavramını geliştirenlere ilham veren bu trajediyi, yaşandığı topraklarda hakkınca anmak söz konusu değil. 

İş bununla da bitmiyor. Kurbanların torunları bu kadar sessiz kalmak durumundayken, Türkiye’nin resmi argümanları adeta binlerce wattlık megafonlarla  seslendiriliyor. Bu hafta böyle bir duruma tanık olduk. 20 Nisan Salı günü Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nca, "1915 Olayları Uluslararası Konferansı" düzenlendi. Konferansın açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, resmi tezleri tekrar ettiği ve yabancı ülkelerin soykırımı tanıma girişimlerini eleştirdiği konuşmasında, sözü gazetemizin kurucusu Hrant Dink’e getirerek şöyle dedi: 
"Bunu da en iyi bu toprakların yiğit evladı Hrant Dink şöyle izah etmişti, 'Kim bizim dostumuz, kim tedavi edecek geçmişte yaşananları? Fransız senatosunun kararı mı? Amerikan senatosunun kararı mı? Bunlar mı bizim dostumuz?' Hrant'ın bu sözleri, yaşanan acıların emperyalist dürtüler için nasıl kullanışlı bir araç haline getirildiğini özetlemektedir.”

Hrant Dink’in nasıl bir nefret kampanyası sonucunda  öldürüldüğünü hepimiz biliyoruz. Hepsini geçtim Hrant Dink 1915’te yaşananlara “Soykırımdır” dediği için, öldürüldükten sonra bile yargılanmıştı. Bunların da ötesinde Hrant Dink’in o gayet özlü ve her şeyi açıklayıcı “Her Ermeni bir belgedir” sözünü neden anımsamıyor bu çevreler acaba?

Dolayısıyla öyle bir yere geliyoruz ki artık, resmi  görüş,  Türkiyeli Ermenileri, ırkçı bir cinayetle aralarından alınan Hrant Dink’in bambaşka bir bağlamda kullandığı sözlerle ikna etmeye, hatta terbiye etmeye çalışıyor. Tablo bu. 

Yazımı 106 yıl önce öldürülen, kaçırılan, kaybedilen, bambaşka bir hayat sürmek zorunda bırakılan, o büyük cürmün mağdurlarını saygıyla anarak bitiriyorum.