Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Ortalık o kadar sessizdi ki, iri kar tanelerinin yerdeki kar yığınına düşüşü duyuluyordu neredeyse. İki gün boyunca çok kar yağmıştı. Tarlabaşı’nda yürüyor, fotoğraf çekiyordum. Bir sokağın köşesini döndüğümde, harabe halinde, çatısız bir binayla karşılaştım. Binaya yaklaşırken kulağıma belli belirsiz fısıltılar ve hışırtılar gelmeye başladı ama görünürde kimse yoktu. Sonra bir boşluktan baktım; iki ufaklık, plastik bir poşete kar dolduruyordu. Bana gülümsediler. Neden kar topladıklarını merak ettim. Küçük kız, evlerinin sokağındaki karın kirli olduğunu, eve temiz kar götüreceklerini, üzerine üzüm pekmezi döküp ailecek yiyeceklerini söyledi.
Zamanda yolculuk yapmış gibi oldum. Kamışlı’ya dair en eski anılarımdan biri karla ilgilidir. Doğup büyüdüğüm yerde kar yağdığını ilk ve son kez o zaman görmüştüm. Sanırım dört yaşlarındaydım. Yağış bütün gün devam etmiş olmalı. Karın, sokak lambalarının loş ışığı altında parıldadığı o geceyi çok net hatırlıyorum. Sokağın her santimini ‘kar’ denen o tuhaf şey örtmüştü; öyle güzel bir manzaraydı ki... Evimizin hemen önünde, yolun ortasındaydık. Sanki gizli bir hazinenin peşindeymişiz gibi bir heyecan içindeydi herkes. Epey kalabalıktık ama aklımda en çok babam, ninem ve iki kız kuzenim kalmış. Babamın elinde büyük, boş bir alüminyum tencere vardı. İçlerinde en mutlu olanı babamdı. Yüzündeki o kocaman gülümsemeyi unutamam. Ne aradıklarına dair en ufak bir fikrim yoktu.
Babam ve ninem durmadan birbirlerine bir şeyler söylüyor, oradan oraya koşup birbirlerine karın belirli noktalarını gösteriyorlardı. Babam nihayet tencereyi bir kar yığınına daldırıp ağzına kadar doldurdu, “Bu iş görür” dedi. Sonra aceleyle eve döndük. Evde bizi bekleyen annem, kahverengi bir sıvıyla dolu cam bir kavanoz getirdi, o sıvının neredeyse tamamını tenceredeki karın üzerine döktü. Sonra herkes bir çorba kaşığı alıp tencereye yumuldu. Dünyanın en lezzetli şeyiymiş gibi, iştahla yiyorlardı. Annem bana da bir kaşık verdi. Müthişti. Yazın sokaklarda satılan, üzerine vişne sosu dökülmüş buz parçalarına benziyordu tadı. Babam durmadan “Vallahi pekmezle nefis oldu bu kar” diyordu, “Diyarbekir’deki gibi neredeyse…” Onu mutlu gördüğüm ilk an odur.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz