Rodos’un 232 yıllık hafızası: Hafız Ahmed Paşa Kütüphanesi

Osmanlı’dan bugüne miras kalan kültürel varlıklar dendiğinde aklımıza genellikle Türkiye içindekiler gelir. Oysa bu mirasın değerli bir kısmı da komşu coğrafyalarda, farklı bayraklar altında yaşamaya devam ediyor. Rodos’taki Hafız Ahmed Paşa Kütüphanesi de bunun en özel örneklerinden biri.

1793’te kurulan Hafız Ahmed Paşa Kütüphanesi, sadece yüzlerce yıllık bir tarihe ve özgün bir koleksiyona ev sahipliği yapmasıyla değil, aynı zamanda Rodos’un Müslüman, Ortodoks ve Yahudi toplumlarını bir araya getiren sosyal bir merkez olmasıyla da büyük önem taşıyor. 232 yıllık bu özgün mirası ve kütüphanenin günümüzdeki durumunu, bu konudaki en yetkin isimlerden birine, Fethi Paşa Vakfı mütevelli yardımcısı Tarık Tüten’e sorduk. Tüten, yalnızca kütüphaneyi yaşatan vakfın yöneticilerinden biri değil, aynı zamanda kütüphanenin kurucusu Hafız Ahmed Ağa’nın ailesinden geliyor. Kendisiyle, bu önemli yapının tarihini, barındırdığı koleksiyonu ve Rodos’un çokkültürlü sosyal dokusundaki yerini konuştuk.


Kütüphanenin kısa bir tarihçesini verebilir misiniz? 

III. Selim’in rikâbdarlığından, 1789’de emekli olan Hafız Ahmed Ağa, kendi adıyla anılan vakfını İstanbul’da 1792, kütüphanemizi ise doğduğu yer olan ve atalarının muhtemelen 16. yüzyıldan beri yaşadığı Rodos adasında 1793’te kuruyor. Hafız Ahmed’in ölümünden sonra doğan oğlu Ahmed, sonraki adıyla Ahmed Fethi Paşa, vakfa 40 yıl kadar sahip çıktığını düşündüğümüz annesi Saliha Hanım’dan mütevelliliği, 1839 yılında alıyor ve 1851’de kendi adıyla anılan vakfını kuruyor. Burada ilginç olan, atamız Hafız Ahmed’in, kuruluş vakfiyesinde özellikle şart koştuğu bir husus olarak, kendi ölümünden sonra vakfının eğer hayatta ise annesi Ayşe Hatun, annesi hayatta değilse eşi tarafından yönetilmesine dair tercihini görmemiz. Hafız Ahmed’in vakfiyesi, kurucunun kadınlara öncelik veren, güvenen bir aydın olduğunu düşündürüyor. Vakfın annesi ve eşinden sonraki yönetimi de, vakfiye gereği kadın erkek ayırımı gözetilmeden en büyük evlada bırakılıyor. Ahmed Fethi Paşa, 1852’de iki vakfı birleştiriyor ve bugüne kadar devam eden, tam adıyla “Enderûn-ı Hümâyûn Rikâbdarı Rodosî Ahmed Ağa Bin Hasan Ağa ve Esbak Tophane-i Âmire Müşiri Ahmed Fethi Paşa Bin Ahmed Ağa Vakfı” oluşmuş oluyor. Bu vakıf bugün, kısaca Fethi Paşa Vakfı olarak anılıyor. 232 yıllık kütüphanemizin tarihi, Rodos adasının çok katmanlı ve dinamik tarihi içinde tüm işlevleriyle şaşılacak bir insicam ve devamlılıkla bugünlere ulaşmış. Kütüphane kurulduğunda Osmanlı coğrafyasının bir parçası olan Rodos, 1912’de İtalya Krallığı topraklarına katılıyor. 1943’te, II. Dünya Savaşı sürerken Almanlar başta Rodos olmak üzere Oniki Ada’yı işgal ettiklerinde iki yıl kadar Alman işgalinde kalıyor ve 1945’te Almanya’nın kapitülasyonu ile İtalyan toprağı olmasına rağmen İngiltere’nin yönetimine geçiyor ve 1947 Paris Anlaşması’yla Yunanistan’ın parçası haline geliyor. Bütün bu çalkantılı süre içinde Rodos’ta Hafız Ahmed Ağa tarafından kurulan kütüphanemiz faal kaldığı gibi, Ahmed Fethi Paşa’nın 1852’de vakfettiği ve Rodos’un sembol yapılarından olan saat kulemiz de halen yerinde. 

Viyanalı ressam Moritz Michael Daffinger (1790 - 1849) tarafından yapılmış guaj Ahmed Fethi Paşa tablosu (1836)

18. yüzyılın ortasından itibaren Osmanlı’da bağımsız binaya sahip kütüphane sayısında artış oluyor. Kuruluş tarihini düşündüğümüzde Hafız Ağa Kütüphanesi de bu akımın bir parçası gibi. Bunu akılda tutarak acaba Hafız Ağa’nın bu kütüphaneyi kurma nedenini söyleyebilir misiniz?

17. yüzyıl sonlarında Köprülü kütüphanesinin Divanyolu’nda faaliyete geçmesiyle, yaklaşık 150 yıl kadar sürecek olan müstakil kütüphaneler devri başlıyor ve bu devir, bazı tarihçiler tarafından kütüphaneler çağı diye anılıyor. Bu çağda devletin ileri gelen bürokratları ve aydınları, kendi kitap koleksiyonlarını veya vakfetmek için topladıkları ve istinsah ettirdikleri kitapları vakıfları aracılığıyla kurdukları kütüphanelerde halkın kullanımına sunuyorlar. Önceleri İstanbul’da vakfedilen kütüphaneler, az sayıda da olsa, zamanla taşrada da kuruluyor. Hafız Ahmed’in çağdaşları Edirne, Bursa, Tire, Kayseri, Konya gibi Anadolu merkezlerinde kütüphaneler kuruyorlar. Nüfus sahibi kişilerin, kütüphaneler yoluyla toplumda adlarının devamlılığını sağlamayı amaçladıklarını, kamuya bir hizmet sunarak kendileri ve aileleri için farkındalık ve itibar sağlayacaklarını düşündüklerini kabul edebiliriz. Bunun dışında, paranın olduğu gibi, bilginin de zekatı olduğuna dair bir inanç vardır. Kütüphaneler yoluyla, elini hiç kitaba dokundurmamış insanları kitapla buluşturmayı bilginin zekatı olarak kabul edebilecek hayır ve hasenat sahibi kimselerin olduğu, çok uzak bir düşünce olmayabilir. Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu olduğuna dair inancın da temelinde benzer saikler vardır. Hafız Ahmed Ağa örneğinde bahsettiğim saiklerin varlığının ötesinde, kütüphanenin Ağa’nın doğduğu yere vakfedilmiş olmasının da bir nedeni vardır. Bunun nedenini kuruluş vakfiyemizde bulmak mümkün. Hafız Ahmed kütüphaneyi, Rodos’ta bulunan ve kitaba erişimi olmayan devlet görevlileri, ulema ve gezginlere hizmet olarak düşündüğü gibi, Rodos’ta yaşayan ve şehirlerde eğitim alma imkânı olmayan çocukların Arapça ve Kuran eğitimi almaları için de kurmuştur. Kütüphanemiz bir mini külliye şeklindedir ve içinde bugün de halen işlevini olmasa da varlığını sürdüren bir dershane binası bulunuyor. Vakfiye, Rodos’ta yaşayan ailelerin çocuklarına bu dershanede belli bir haftalık programla bilabedel Arapça dil kursu ve Kuran eğitimi verilmesini şart koşmuştur. Kendisi Enderun’da Osmanlı’nın en ayrıcalıklı eğitimini almış olan Hafız Ahmed’in kütüphane vakfetmeyi ve bunu Rodos’ta yapmayı tercih etmesinin nedenleri arasında, doğduğu Rodos adası ve ada çocuklarına kendince bir borç ödemek isteğinin de rol oynadığını varsayabiliriz.

“Asli vasfını koruyan kütüphanemiz, bugün dahi ada sosyal hayatının buluşma mekânı. Rodos kale içinde yaşayan birçok mahallelinin sık sık uğradığı, sohbet ettiği bir yer. Kütüphanemizi ziyaret edenler, bugün de Rodoslu Ortodoks, Müslüman ve ne yazık ki çok az kalmış olsalar da Yahudi mahalle sakinlerinin kütüphane avlusuna uğradığına ve vakit geçirdiklerine şahit olabilirler.”

Mimari olarak bir özgünlüğü var mı?

Bina bir kütüphane olarak tasarlanmış ve kurulduğundan beri kuruluş amacına uygun kullanılarak bugüne kadar aralıksız kütüphane olarak hizmet vermiş. Bu durum günümüzde bir özellik teşkil ediyor. Nedeni, Osmanlı’dan kalan bütün yazma eser kütüphanelerinin koleksiyonlarının başta koruma amaçlı birleştirilmiş ve ait oldukları kütüphanelerden taşınmış olmaları. Hafız Ahmed gibi hayır ve hasenat sahiplerinin vakfettikleri kütüphanelerin restore edilerek ayakta kalanlarını bugün ziyaret ettiğinizde, koleksiyonlar merkez kütüphanelere taşınmış oldukları için, yazma eserlerin çoğunlukla yerlerinde olmadıklarını görüyoruz. Kurucu aile mülkiyetinde kalmış, orijinal koleksiyonunu muhafaza edebilmiş, tüm eserlerin halen kütüphanede ve orijinal raflarında bulunduğu, yazmalara el sürebileceğiniz, elinize alıp tozlu rayihalarını teneffüs edebileceğiniz, muhafazalarında ve ciltlerinde, ebrularında, tezhip işlerinde ve hat çalışmalarında yüzlerce yıllık gelenek ve el sanatlarına en yakından bakabileceğiniz başka bir kütüphane kalmadığını söylememiz mümkün. Yani kütüphanemiz zamane tabiriyle, özgünlüğün doruğunu sunuyor. Kütüphane birbirine eş kare iki odadan oluşuyor ve her odanın birer kubbesi bulunuyor. Odalardan biri okuma salonu, diğeri kütüphane. Bina, yığma taş olarak ve Horasan harcı kullanılarak yapılmıştır. Taş işçiliği ve bina formu, Bizans’tan Osmanlı’ya geçen, Osmanlı sanatkarlarıyla rafine edilmiş 15-16. yüzyıl yapı sanatı izlerini taşıyor. Girişte mermer basamakları, avlusunda son derece sanatkarane döşenmiş çakıl taşı süslemeleri vardır. 


Kütüphane koleksiyonundaki eserlerin türlerinden, hangi dilde olduklarından ve içeriklerinden bahseder misiniz?

Kütüphane koleksiyonlarında, vakfeden kurucunun tercihleri ve ilgi alanlarının izlerini bulmak mümkün. Hafız Ahmed Ağa yazma eserler koleksiyonu bu bakımdan henüz üzerinde fazla araştırma yapılmış bir kütüphane değil. Ancak önümüzdeki dönemde bu yönde gelişmeler olacak. Yazma eserler dünyasında kütüphanemizin tanınırlığı çok arttı. Artan bir uluslararası ilgi var ve bunun sonuçlarını göreceğiz. Koleksiyonumuzun baştan beri muhafaza edilen ve bizim için çok değerli bir demirbaş defteri var. Bu defterde orijinal koleksiyonun tüm eserlerinin temel bilgileri tek tek elle yazılmış. Bunun dışında, kütüphanenin vakfedilişi ile ilgili 1793 tarihli zeyl vakfiyede de bir eser listesi var. Hafız Ahmed ve vakfiye gereği memur ettiği hafız-ı kütübler, düzenli ve organize insanlarmış ki, koleksiyonumuz daha kuruluştan 20 ayrı branşta kategorize edilmiş. Bunların çoğu İslami ilimler ve onların dışında tarih, edebiyat, tasavvuf, tıp ve astronomi alanında eserler var. Eserler üç dilde: Arapça, Osmanlı Türkçesi ve Farsça. En eskisi 15. yüzyıldan bir Memluk Kuran’ı olan yazma eserlerimiz, orijinal koleksiyonda 828 cilt ve sonradan bağışlanan veya intikal eden 465 cilt içinde toplam 2188 el yazmasından oluşuyor. Bunların dışında matbu kitaplar da var. Çok değerli ve ender eserlerin olduğu ve tüm eserlerin orijinal dolaplarında tutulduğu kütüphaneye, bir kitap meraklısı için girip çıkmamak mümkün. 

Hafız Ağa’dan sonra oğlu Ahmed Fethi Paşa vakfı ve kütüphaneyi devralıyor. Fethi Paşa, İstanbul’da Aya İrini’de olan ilk müzeyi de kuran kişi. O devraldıktan sonra kütüphane yapısında nasıl bir değişiklik oldu?

Evet Fethi Paşa Osmanlı’da ilk müzeyi kuran kişi olarak tarihe geçmiş. Müzeci değil ancak II. Abdülmecit ile olan yakın dostluğu kendini olmadık görevlerde bulmasına neden olmuş. Fethi Paşa istisnai ayrıcalıklarla Viyana, Vatikan, Berlin, Paris, Londra ve St. Petersburg gibi merkezlerde büyükelçilik ve özel görevlerde bulunmuş ve Avrupa nosyonunun oluşum yıllarında Avrupa kültüründen nemalanmış bir devlet adamı. Erken bir zamanda Batı kültürünün kazanımlarıyla tanışmış bir Doğu aydını. Saymakla bitmeyen çok çeşitli görevleri arasına, 1846 yılından itibaren Aya İrini’de Mecma-ı Asar-ı Atika, yani eski eserler koleksiyonunun sergilenmesiyle ilk müzeyi kurmak da nasip olup girmiş. Fethi Paşa, aynı zamanda kayınbiraderi olan II. Abdülmecit’in 1850 yılında çıktığı Cezayir-i Bahr-i Sefid, Akdeniz Adaları, seferinde yanında olan yakınlarından biri. Taif vapuruyla çıkılan yolculukta Rodos’a da uğranıyor. Kanuni Rodos’u memalik-i şahaneye kattığından beri adaya ilk ayak basan sultan oluyor Abdülmecid. Ahmed Fethi Paşa bu ziyarette padişaha babasının vakfı kütüphaneyi gösterebildiği gibi, Abdülmecid’in de icazetiyle kendi vakfına ait saat kulesi, muvakkithane ve rüştiyenin de projesini başlatıyor. Fethi Paşa, babası Hafız Ahmed’in koleksiyonunu kendi bağışlarıyla geliştiriyor ancak zaman değişmiş, vakfın gelirleri azalmış, hafız-ı kütübler, kütüphane memurları, bekçiler, kurs hocalarından oluşan kadronun maaşlarının ödenmesinde zorluklar yaşanır olmuştur. Ahmed Fethi Paşa da bu nedenle vakfın gelirlerinin sürdürülebilirliğini güvence altına almak amacıyla Rodos’ta dükkanlar alır ve vakfeder. Varlıkları bugüne kadar korunabilmiş olan bu dükkanlar halen vakfımızın sürdürülebilirliğini sağlamaktadırlar. 


Kütüphanenin Rodos’un sosyal ve kültürel hayatında oynadığı rolü sormak istiyorum. Adada kimler tarafından ağırlıkla kullanılıyor? Bu rolü devam ediyor mu? 

Kütüphanemiz, Rodos’un Osmanlı geçmişinde de, sonrasında da ada sosyal hayatının içinde önemli bir yere sahip. Kanuni tarafından kurulan Ada Vakfı’nın sahibi olduğu, Rodos’un en önemli İslam mabedi olan Süleymaniye Camii ve karşısındaki İmaret, kütüphanemizle birlikte kenarları 50 metre boyunda bir üçgeni oluşturuyor. Yani hepsi birlikte bir külliye gibilermiş vakti zamanında. Asli vasfını kesintisiz korumuş olan kütüphanemiz, aynı zamanda bugün dahi ada sosyal hayatının bir buluşma mekânı. En hoş olan da, Rodos kale içinde yaşayan birçok mahallelinin sık sık uğradığı, sohbet ettiği bir yer. Kütüphanemizi ziyaret edenler, bugün de Rodoslu Ortodoks, Müslüman ve ne yazık ki çok az kalmış olsalar da Yahudi mahalle sakinlerinin kütüphane avlusuna uğradığına ve vakit geçirdiklerine şahit olabilirler. Bunların dışında Vakfiyemizin şartları arasında yer alan ve halen titizlikle uygulanan örf ve adetlerimiz de var. Vakfımızda özenle emanet tutulan Sakal-ı Şerif, önemli dinî günlerde cemaat eşliğinde İbrahim Paşa Camii’ne taşınarak Rodos Müslüman cemaatinin feyz ve muhabbet alması amacıyla açılıyor, gün sonunda salavat okunarak kırk bohçasına sarıldıktan sonra tekrar cemaat eşliğinde kütüphanemizdeki yerine korunmaya alınıyor. Her iki bayramda her dinden ada halkı ve ziyaretçiler, kütüphane avlumuzda buluşarak bayramlaşmaya devam ediyorlar. Yine Vakfiye gereği, Muharrem ayında aşure günümüz oluyor. Kütüphane avlusunda kaynatılan aşure, ziyaretçilere ikram ediliyor ve kale içinde yerleşik her dinden dostlara ve komşulara gönderiliyor. Yakın zamana kadar, Ramazan aylarında hazırlanan erzak fileleri, her dinden ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmış. Anlattıklarıma bugün de şahit olmak mümkün. Arzu ve merak edenleri, yakın tarihte, 5 Temmuz’da aşure gününde kütüphanemize bekleriz.

 

Kategoriler

Kültür Sanat



Yazar Hakkında