Leon Surmelian’ın kitabının yazılmayan hikâyesi

Uzattığı kitaba baktım. Saroyan’ın tüm kitaplarını okumuştum ama Surmelian adını o güne kadar hiç duymamıştım. Eski Ermeni yazarlar konusunda fazla bilgili değildim. Kitabın ilk sayfasına göz atarken çok anlamlı bir söz söyledi. “Boşuna arama kitabı. Eski baskılarını İngiltere’de bulman imkânsızdır. ABD’de bulsan bile çok pahalıdır. Hem kitap bakarsın belki bir gün yine sana döner.” Durmadım üzerinde. Son sözünün ne anlama geldiğini düşünmeye zaman da yoktu.

Aşağıdaki olay kısa bir süre önce İstanbul’da benim, Gültekin Çizgen ve Sarkis Bahar’ın birlikte yürüttüğü, “Üç Bakış Üç İstanbul” konulu fotoğraf çalışması için Tünel’deki Aras Kitabevi’ne fotoğraf çekmek amacıyla  gittiğim gün başladı. Çekim sırasında kitaplıklar arasında objektifime bir kitap takıldı. Kitabın kapağında, “Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler“ yazıyordu. Kitap bir anda uzun yıllar önce başımdan geçen bir olayı hatırlattı. Objektifimin kaydettiği Amerikalı Ermeni yazar Leon Z. Surmelian’ın “I Ask You, Ladies and Gentlemen” kitabının Türkçe çevirisiydi. Fotoğraf çekimini bırakıp rafta duran kitaba uzandım. Büyük bir heyecanla birinci sayfasına baktım. Ünlü yazar William Saroyan’ın methiye dolu önsözünün tam metni yoktu ama sayfaları çevirdikçe bana yıllar önce Londra’da bir İngiliz diplomatın verdiği kitap karşıma çıktı. Donmuş kalmıştım. Yılların gerisine, devirlerin ötesine uçtum. Surmelian’ın kitabı da, yazarın kendisi gibi, inanılmaz bir yolculuktan sonra, hayatını kurtarmak için kaçtığı ülkeye geri dönmüştü ve ben bu yolculuğun tek tanığıydım. 

Nasıl başladı?

2000’lerin başında Londra’da Birleşik Krallık Devlet Arşivleri’nde yayın ambargosu kalkan Türkiye ile ilgili Çok Gizli (“Top Secret”) belgeler üzerinde araştırma yapıyordum. Çalışma bir süre sonra Doğan Kitap tarafından yayımlanacak “İngiliz Arşivlerinde 12 Eylül’ün Ayak Sesleri” başlıklı kitabımın ilk hazırlıklarıydı. Araştırmaya daha fazla derinlik katmak için kitabın sonuna 1980 darbesi döneminde Ankara’da görevli İngiliz ve Amerikalı diplomatlar ve istihbarat görevlileriyle yaptığım mülakatları da eklemeyi düşünüyordum. Bu kişilerden biri İngiliz diplomatik çevrelerinde ‘müsteşarların müsteşarı’ olarak tanınan David Lane olacaktı. 

David Lane, 1959-1961 ve 1975-78 yıllarında Birleşik Krallık’ın Ankara Büyükelçiliği’nde Birinci Müsteşar olarak bulunmuş, 1990’larda Birleşik Krallık’ın üst düzey hariciyecileri arasına yükselmişti. Londra’da, Birleşik Krallık Dışişleri Basın Bürosu kanalıyla ulaştığım Lane, kısa süre önce emekli olmuş çok değerli bir diplomattı. Diplomatik kurallara uymak koşuluyla 60 dakikayla sınırlanan mülakatı kabul etmişti.

David Lane ile mülakat ve bir sürpriz

Londra’da, güneşli bir sonbahar sabahıydı. David Lane ile yaptığım mülakat bittikten sonra, Hyde Park karşısında, Marble Arch’daki dört katlı Victoria tarzı evinde kadife koltuklara karşılıklı oturmuştuk. 

Hiç beklemediğim keskin bir soru sordu: “Ermenisin, değil mi?”

Bu soruya memleketimde çok alışmıştım ama ömrümün yarısından fazlasını geçirdiği Birleşik Krallık’ta daima ülkemi temsil eden bir Türk gazeteci olarak tanınmıştım. Bu, hele diplomatik çevreler için pek de alışagelmedik bir soruydu. Yarı şaşkınlık, yarı hayret ifade eden bir tonda sordum: “Fark eder mi?”

Yüksek sesle güldü. “Yoo ama bende kalıcı iz bırakan, tanıştığım üçüncü Ermenisin. İkincisi Ara Güler’di. Çok benzer yanlarınız var.”

“Ama ben daha fotoğrafınızı çekmedim ki?”

“Olsun. İster objektifin arkasından bak, ister çıplak gözle, fark etmez. İrdeleyici bakışların var. Aynen soruların gibi. Ara Güler de öyle bakmıştı yüzüme. Aynen kamerasının objektifi gibiydi gözleri. Çağrışım yaptı nedense…”

“Ara Güler ile nerede tanıştınız?”

“Ankara’da dışişlerinin bir toplantısında.” 

Başka şey söylemedi. Ben de sormadım. Kitaplarla çevrili oturma odasındaki camlı kitaplıklarından birini açtı. Kitaplığın üst rafından sarı işlemeli ciltli bir kitap çıkardı. Aralıksız konuşmaya başladı.

“Bu da New York’ta ilk tanıştığım Ermeni yazar Leon Surmelian’ın kitabı. ‘I Ask You, Ladies and Gentlemen’. Yıllar önce kendisi verdi kitabını. O da senin memleketinden bir Ermeni. Kitabı baştan sona büyük bir heyecanla okuduğumu hatırlıyorum. Beni çok etkilemişti. O kadar ki birkaç kez yeniden okudum. Büyük bir insanlık dramını, büyük bir acıyı bu kadar insancıl, bu kadar sevgi ve mizah dolu duygularla anlatan az yazar vardır.”


Kitabı bana doğru uzattı.

“Al ve oku. İtina ile… sonra geri getir. Okuduktan sonra söylediklerimi daha iyi anlayacaksın. Üstelik Türkiye’de iyi tanınan William Saroyan’ın önsözüyle yayınlanan kitabın ilk baskısı bu. Her ikisinin de bende büyük anıları var.”

Uzattığı kitaba baktım. Saroyan’ın tüm kitaplarını okumuştum ama Surmelian adını o güne kadar hiç duymamıştım. Eski Ermeni yazarlar konusunda fazla bilgili değildim. Kitabın ilk sayfasına göz atarken çok anlamlı bir söz söyledi. 

“Kitap belki bir gün sana döner”

“Boşuna arama kitabı. Eski baskılarını İngiltere’de bulman imkânsızdır. ABD’de bulsan bile çok pahalıdır. Hem kitap bakarsın belki bir gün yine sana döner.” 

Durmadım üzerinde. Son sözünün ne anlama geldiğini düşünmeye zaman da yoktu. Kitabı zarfa yerleştirdi. 

“Beni evde bulamazsan okuduktan sonra aynı zarfın üzerine adımı yaz, mektup kutusuna at. Kitap beni bulur” dedi gülerek. 

Lane’in evinden büroya doğru dönerken kafamda mülakattan çok sonrasında geçen konuşma dolanıp duruyordu.  
“Kitap belki bir gün sana geri döner” demişti. Ne demek istemişti acaba?
Bu İngiliz diplomatlar bulmaca gibiydiler bazen!

Türkiye’nin önemli medya kuruluşlarından birinin İngiltere temsilciliğini yapıyordum. 1972’den beri yazılarımla ve mülakatlarımla memleketimde ve Birleşik Krallık’ta saygın bir isme sahiptim. Ermeni ve Ermenilik konuları o dönemlerde ülkemde yazılı olmayan bir tabuydu. Meslek hayatımda yaptığım bazı önemli dizi ve mülakatlar öncesinde üst düzey editörlerin odasına brifing için çağrılır, “Yazılarının içinde Ermenilik olmasın” şeklinde uyarılırdım. Bu konulardaki duruşum devletin ve yazılı medyanın her kademesinde bilinmesine karşın yine de etnik kimliğimin ara sıra gündeme gelmesi çok rahatsız edici ve gurur zedeleyici olurdu. Hele Londra gibi çok çeşitli etnik kökenlerden gazetecilerin bulunduğu bir ülkede faaliyet gösteriyorsanız, durumunuzu psikolojik çöküntüye uğramadan dengelemek büyük çaba ve profesyonellik isterdi. 

Saroyan’ın övgüsü

Bu nedenle tamamen bir rastlantı sonucu karşıma çıkan Surmelian kitabından ve kitabın içeriğinden uzun süre kimseye bahsetmedim. David Lane’in söylediği gibi, kitabı okudukça sayfaların derinliğine indikçe yazı üslubuna, içeriğine, belgesellik özelliğine, akıcılığına ve zarif kara mizahına hayran kalıyordum. Kitap ve yazar büyülü bir şekilde beni kendi dünyasına çekmişti. Aynen William Saroyan’ın önsözdeki yazısında belirttiği gibi…

“Okuduğum en heyecanlı ve dramatik hayat hikâyesi” diye bahsetmişti övgüsünde Saroyan. Önsözünün sonunda, büyük bir alçak gönüllülük ve açık sözlülükle, “Bir kitabın iyi ve çok güzel olduğunu görür görmez anlarım ama Surmelian’ın arkadaşım olduğunu da hatırlatırım” diyerek methiyesini sonlandırmıştı. 

Kitabı birkaç kez okuduktan sonra David Lane’e söylediği şekilde iade ettim. Bir süre sonra kitaba sahip olmak, kütüphanemde bir yer vermek için dayanılmaz bir istek başladı. Tüm eski kitap satan kitapçıları araştırdım. Birkaç ay sonunda ABD’nin küçük bir eyaletindeki bir kitapçıda bulundu. Elinde 4 cilt vardı. Uzun pazarlıklardan sonra çok yüksek bir fiyata dört kitabı da satın aldım. Üzerine kargo ve sigorta masrafları da eklenince bedeli hatırı sayılır bir fiyata yükseldi. Kitaplardan birini hayatımda çok önemli rol oynayan kitap koleksiyoncusu bir akrabama, diğerini Boston’da önemli bir sanatçı olan arkadaşıma gönderdim. Geri kalan iki kitaptan birini ara sıra okumak amacıyla el altında tuttuğum bir kitaplığa diğerini ise değerli kitaplarımın bulunduğu camlı kitaplığımın en üst rafına yerleştirdim. Kitaba sahip olmuş, rahatlamıştım. Ancak bu hikaye o günlerdeki olayların akışı ve sık sık seyahat etme zorunluğum nedeniyle unutuldu gitti; ta ki yıllar sonra zatürre geçirdikten sonra ziyaret etmeye başladığım mahalle doktorunun muayenehanesinde gündeme gelinceye kadar.  

Kitap bana geri dönüyor

Bu sırada hiç beklemediğim bir olay oldu. Bir gün ev adresime kalın bir zarf geldi. Zarfın üzerinde adım Türkçe harflerle doğru yazılmıştı. Zarfı açtım ve şok geçirdim. Zarftan yıllar önce David Lane ile yaptığım söyleşi sonrası bana okumam için verdiği ama sonra geri vermemi istediği Surmelian’ın kitabı çıkmıştı. Bir süre öyle kalakaldım. Kendimi toparlayınca hemen bilgisayarımdan bir e-mail atıp kendisine teşekkür ettim. Ertesi gün e-mail geri geldi. Birkaç kez adresi ısrarla denedim. Mesaj sahibine ulaşmıyordu. Birkaç gün sonra evine gittim, komşularından birine ulaştım. David Lane birkaç ay önce ölmüştü. 

Bana kitabı verirken, “Kitap belki sana geri gelir” demişti. O zaman sözlerinin üzerinde durmamıştım. Ama o an  David Lane’i daha iyi anlamıştım. Hastalığını ve ömrünün kısalığını biliyordu. Ama kitap sevgisi başka şeydir. Kitaplar aile ve sevgililer gibidir. Son ana kadar yanınızdan ayırmak istemezsiniz!

Leon Surmelian

Muayenehanede

Dönelim doktora. Mahalle doktorum İranlı bir Ermeni’ydi. Konuşma sırasında kısa sohbet döndü dolaştı etnik kökenlerimize geldi. Doktorumun babası tehcirde Türkiye’den İran’a kaçmış, orada evlenmiş ve yeni bir hayat kurmuştu. Tahran Üniversitesi’nde tıp okuduğu sıralarda Şah Pehlevi’ye karşı başlayan çalkantılı dönemde babası tarafından kardeşi ile birlikte gönderildiği Londra’da doktor olmuştu. Erkek kardeşi matbuat ve kitap işleri ile uğraşıyor, ara sıra hikâyeler yazıyordu. Konu derinleşti, söz Surmelian’a ulaştı. 

Doktorum hemşireyi çağırarak geri kalan randevularını iptal etti sonra bana dönüp, “Artık rahat konuşabiliriz” dedi. 
Surmelian’ın kitabı katı, kuralcı İngilizlerin programını altüst etmişti. O gün bir saate yakın sohbet ettik. Ben kitabımı, David Lane’i ve kitabın bana nasıl geri döndüğünü anlattım. Hayretler içinde kalmıştı. Kardeşinin e-mail adresini verdi, “Yaz ona, kitapla ilgileneceğinden eminim. O el atarsa, Surmelian’ın kitabı yıllar sonra yeniden hayata ve okuyucularına döner”  dedi. 

Kardeşi ile yazıştık. Kitabı bulmakta zorluk çekiyordu. Ben ulaştığım adresleri verdim, kendisi de kendi kanallarını denemeye karar verdi ve sonunda kitabın eski tarihli bir nüshasını buldu. O da büyük bir fiyat ödemişti. Ben görevimi yapmış, kitabın dış dünyada yeniden duyulmasına yol açacak kapıları aralamıştım. Benim görevim bitmişti. 
Ve son…

Her olayın başı ve sonu vardır. Her şey başladığı yere geri döner. Benim yaşanmış hikâyem de öyle.

“Kitabı oku. Ben defalarca okudum” demişti David Lane. Okudum defalarca. Son kez Aras Kitabevi’nde fotoğraf çekmeye gittiğim gün Türkçe çevirisini gördükten sonra da, geçmişi hissederek, geleceğe korku ile bakarak bir kez daha okudum. 
Surmelian’ın kitabı ne bir günceydi ne de yaşanmış olayların romanlaştırılmış haliydi. Kitap, 1915’te Trabzon’daki evini, annesi ve babasını terk ederek sağ kalmak için aile yuvasından kaçan 10 yaşındaki bir çocuğun, hayatta kalmak  için ölüm kalım mücadelesi verdiği inanılmaz serüveniydi. Kitabın dilinde ne kin ve nefret, ne düşmanlık ve intikam ne de küskünlük vardı. Surmelian’ın serüveni kitaptan çok bir belgeseli, gerçekçi bir filmi, bir hayat dramını ve insan sevgisini yansıtıyordu.
Zaten güzel dediğimiz, hayranlıkla, heyecanla, kendimizi kaptırarak soluksuz, izlediğimiz filmler de gerçek hayatı, yaşanmış insan dramlarını yansıtmıyor mu?

“Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler?”

(Agos’un notu: Kitabın Aras Yayınları’ndaki baskısı tükenmiştir ancak Yerkirk Kolektifi, kitabı yeni bir çevirisini Türkçe ve Ermenice “müzikli  roman” olarak Youtube’de ve digital platformlarda yayınlıyor)

Kategoriler

Kültür Sanat


Yazar Hakkında