İHD, 21-22 Haziran tarihlerinde Diyarbakır’da düzenlediği “Barışa giden yol: Hafıza ve Adalet” başlıklı konferansın sonuç bildirgesini açıkladı. Bildirgede, “Sivil toplum aktörleri muhatap kabul edilmeli, sürece aktif katılımları sağlanmalıdır. Tüm tarafları ve sivil toplumu, bu süreci güçlendirmek için cesaretle ve kararlılıkla sorumluluk almaya çağırıyoruz” mesajı öne çıktı. Konferansın açılışında öldürülen Uğur Kaymaz ve Eren Bülbül'ün annelerinin mesajları okundu.
İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından 21-22 Haziran’da Diyarbakır’da, “Barışa giden yol: Hafıza ve Adalet” başlıklı konferans düzenlendi.
Konferansta, İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin ve Hüseyin Küçükbalaban, İHD Onursal Başkanı Akın Birdal, Barış Akademisyenleri, çatışmalarda yaşamını yitiren asker, kayıp yakınları, sokağa çıkma yasaklarında yaşamını yitirenlerin aileleri, Roboskî Katliamı ve PKK’lilerin aileleri, akademisyenler ve gazeteciler yer aldı.
Eren Keskin konferansta, 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, babası ile birlikte öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın annesi Makbule Kaymaz ve 2017 yılında PKK ile askerler arasında çıkan çatışmada yaşamını yitiren Eren Bülbül’ün annesi Ayşe Bülbül’ün mesajını okudu.
Makbule Kaymaz mesajında, “Ben bir Kürt annesiyim. Oğlumu daha 12 yaşındayken, babasıyla birlikte 13 kurşunla kaybettim. İkisinin mezarına sarılarak büyüttüm acımı. Bir annenin yaşayabileceği en ağır yükü taşıyorum yıllardır. Ama bu acının başka anaların yüreğine düşmemesi için buradayım. Barış için, birlikte yaşamanın yollarını aramak için buradayım. Artık ne Kürdistan'da ne de Türkiye'nin başka bir yerinde çocuklar öldürülmesin istiyoruz. Ne bir annenin daha yüreği yansın, ne bir çocuk mezarda büyüsün. Evlatlarımızı kaybettik, ama umutlarımızı kaybetmek istemiyoruz. Bizler artık gözyaşı değil, adalet, eşitlik ve barış istiyoruz. Çünkü barış, hepimize iyi gelecek” dedi.
Ayşe Bülbül de, “Ben barışı destekliyorum. Benim evladım şehit oldu. Başka annelerin yüreği yanmasın diye devletimizin ve milletimizin gittiği yoldan gidiyorum. Benim evladımın bedeninden 17 kurşun çıktı. Kaç bayramdır Eren’siz geçiriyorum. Başka hiçbir annenin bayramlarını evlatsız geçirmesini istemiyorum. Toplantıya katılan herkese bu duygularımı iletmek istiyorum. Ben hala Eren'imden kalan tuşlu telefonu kullanıyorum. Yapmış olduğunuz bu çalışmayı çok kıymetli buluyorum. Başka annelerin evlatlarını kaybetmesine rıza gösteremem. Barışı savunmayayım da ne yapayım!” mesajını gönderdi.
Konferanstan, “Barış için herkesin sorumluluk alması gerektiği” mesajı öne çıktı.
Bugün ise Diyarbakır’da, konferansın sonuç bildirgesi açıklandı. İHD Diyarbakır şubesinde basın toplantısı ile açıklanan sonuç bildirgesine, dernek yöneticilerinin yanı sıra İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban da katıldı.
İlk olarak konuşma yapan Hüseyin Küçükbalaban, konferansta aileler ile sivil toplum örgütlerini dinlediklerini ve barışa ne kadar ihtiyaç duyulduğunun bir kez daha görüldüğünü dile getirdi. Tarafların atması gereken adımlar konusunda bir kez daha aileler ve mağdurların bu süreci ortaya koyduğunu ifade eden Küçükbalaban, “8 ayda tarafların bir kısmının önemli adımlar attığını biliyoruz, görüyoruz. Devletin henüz topluma yansıyan ciddi bir adım atmadığını da görüyoruz. Devlet Bahçeli’nin el tutması, girişimleri ve barış güvercinin tek kanatlı uçmayacağına dair söylemleri geldiğimiz noktada iktidarın çok fazla bir adım atmadığını görüyoruz” sözlerini kullandı.
“Devlet barışın inşasında adım atmalı”
Küçükbalaban, İmralı Cezaevi’nde tutulan Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta kamuoyuna duyurduğu “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından, PKK’nin ateşkes ilan etmesine ilişkin şunları söyledi: “12 Mayıs’ta kongresini toplayarak, silahsızlanma kararı aldı. Bu sürecin korunması konusunda atılması gereken adımlar atılmadı. Hasta mahpuslar, siyasi mahpuslar ve Abdullah Öcalan’ın koşulları konusunda adımlar atılması bekleniyordu. Ancak adımlar atılmadı. Yine Bahçeli’nin komisyon çağrısı da bugüne kadar karşılık bulmadı. Atılan adımlar, silahsızlanma önemli. Ancak yaşam hakkı ihlallerinin son bulmasını önemli görmekteyiz. Güney Kürdistan’da Türk ordusunun yoğun saldırıları olduğunu basından duyuyoruz. Bu saldırılar ateşkes ilan etmiş, silahsızlanma kongresini toplamış PKK militanları ve barış bakımından ciddi riskler barındırmaktadır. Yeni operasyonların olması, askeri operasyonların sürmesi ve yeni yaşam kayıplarının yaşanması bu süreci sabote eder. Devletin bütünlüklü olarak, siyasi, askeri ve bürokratik iradesi bu barış sürecinin inşasında adım atmaları gerekmektedir. En azından askeri operasyonları durdurmalı ve siyasi sürecin tartışmaya açılmasının önü açılmalıdır.”
Ardından İHD Diyarbakır Şube Başkanı Ercan Yılmaz, konferansın sonuç bildirgesini okudu.
Yılmaz, bildirgenin “giriş” bölümünü, “Konferans, Kürt meselesi bağlamında uzun yıllardır devam eden çatışmalı sürecin yol açtığı ağır insan hakları ihlallerini, toplumsal tahribatı ve adalet ihtiyacını ele almak üzere gerçekleştirildi” sözleriyle aktardı. Yine konferansın, çatışmalı süreçten etkilenen yurttaşlar, farklı alanlarda çalışan çok sayıda sivil toplum örgütü, meslek odası, araştırmacı, hak savunucusu ve akademisyenin katılımıyla yürütüldüğünü belirten Yılmaz, “Bu geniş katılım, toplantının sadece değerlendirme değil, barışa katkı sunacak önerilerin ön plana çıkma niteliğini de güçlendirmiştir” dedi.
Uğur Kaymaz ve Eren Bülbül’ün annelerinden mesaj
“1. Gün Tanıklar ve Hafıza” başlıklı bölümü okuyan Yılmaz, şu cümleleri kullandı: “Konferansın birinci günü, çatışmalardan doğrudan etkilenen yurttaşların tanıklıklarıyla başlamıştır. Faili meçhul cinayetler, çatışmalar, zorla kaybetmeler, köy boşaltmaları, sokağa çıkma yasakları ve askeri operasyonlar sonucu yaşanan ihlaller aktarılmış; geçmişe dair bu tanıklıklar, adalet ihtiyacının hâlâ karşılanmadığını ortaya koymuştur. Bu bölümde önemle üzerinde durulması gereken hususlardan biri, Uğur Kaymaz ve Eren Bülbül’ün anneleri tarafından Konferansa gönderilen mesajlar olmuştur. Bu mesajlar, farklı toplumsal kesimlerin yaşadığı acılar arasında bağ kurma ve ortak bir barış talebinde buluşma açısından büyük önem taşımaktadır.
Tanıklıklarda ortak olarak vurgulanan başlıklar arasında; cezasızlık, devletin sorumluluk almaktan kaçınması, geçmişle yüzleşilmemesi ve bu durumun toplumda güvensizlik duygusunu pekiştirmesi yer almıştır. Katılımcılar, geçmişin konuşulmadığı, tanınmadığı ve telafi edilmediği bir ortamda barışın inandırıcı ve sürdürülebilir olamayacağını dile getirmiştir. Ancak tüm bu eksikliklere rağmen barışa olan talep ve barışın sağlanacağına olan inanç ile beraber, herkesin üzerine düşen sorumluluğu alması yönünde beyanlar öne çıkmıştır.”
Sivil toplumun, ‘barışın bileşeni olması’ vurgusu
“2. Gün: Sivil Toplumun Rolü” başlıklı bölümde ise, sivil toplum kuruluşlarının deneyim aktarımı ve çözüm önerileriyle konferansın sürdüğü paylaşıldı. Yılmaz, bu oturumlarda kadın örgütlerinden hukuk derneklerine, ekoloji hareketlerinden meslek odalarına, LGBTİ+ alanında çalışan oluşumlardan ifade özgürlüğü savunucularına kadar birçok farklı alandan katılımcının yer aldığını ifade etti. Yılmaz, “Yapılan değerlendirmelerde, geçmişteki barış süreci deneyimlerinin eksikleri tartışılmış, bununla beraber mevcut sürecin merkeziyetçi ve dışa kapalı yürütülmesi, ayrıca sivil toplumun sürece yeterince dahil edilmemesine dönük eleştiriler öne çıkmıştır. Katılımcılar, barışın sadece silahların susmasıyla değil; adaletin tesisi, eşit hakların tanınması, hafızanın güçlendirilmesi, kadınların ve farklı toplumsal kesimlerin katılımıyla mümkün olduğunu ifade etmiştir. Bu çerçevede sivil toplumun, barışın sadece destekçisi değil, aynı zamanda bilgisi ve tecrübesiyle aktif bir bileşeni olması gerektiği vurgulanmıştır” şeklinde konuştu.
Yılmaz, tespit edilen sorunları ise şöyle sıraladı:
- “Hakikat ve yüzleşme eksikliği: Cezasızlık politikası sürmekte, geçmiş ihlallerle ilgili resmi bir hesaplaşma yürütülmemektedir.
- Güvenlikçi politikaların devamı: Başlayan sürece rağmen henüz tamamen terk edilmemiş olan güvenlikçi politikalar ve askeri operasyonlar toplumsal barışın önündeki başlıca engellerden biridir.
- Sivil toplumun dışlanması: Devam etmekte olan sürece bilgi, deneyim ve arşiv sahibi olan sivil toplum örgütleri yeterince dahil edilmemektedir.
- Kadınlar, gençler ve farklı kimlik gruplarının temsili zayıf: Müzakere süreçleri, çoğunlukla dar ve erkek egemen yapılarla sınırlı kalmaktadır. Özellikle kadın bakış açısının eksikliği bu türden süreçleri akamete uğratacak sonuçlar doğurmaktadır.
- Toplumsal hafızanın kayıt altına alınmaması: Tanıklıkların belgelenmemesi, geçmişle yüzleşmenin önünü tıkamaktadır.
- Barış dilinin kullanılmaması: Siyasi iktidar ve özellikle ona yakın olan medya kuruluşları barış dilinden uzak bir üslup kullanmakta ve bu durum toplumun sürece olan güvenini kırmaktadır.”
Öne çıkan öneriler
Yılmaz, konferansta öne çıkan önerileri ise 12 madde ile paylaştı:
- “Kalıcı toplumsal barışın sağlanması amacıyla çatışmalı süreçten etkilenen tüm kesimlerin temsil edildiği buluşmalar gerçekleştirilmeli, “karşı mahalle” olarak adlandırılan sosyal grupların birbirlerini anlayacakları çalışmalara ağırlık verilmelidir.
- Kürt meselesinin çözümsüzlüğünün bir sonucu olan hasta ve politik mahpusların serbest bırakılması için meclisin ivedilikle sorumluluk alarak, TMK ve İnfaz kanunu başta olmak üzere ceza hukuku mevzuatında yer alan eşitlik ilkesine aykırı uygulamaların ortadan kaldırılması gerekmektedir.
- PKK tarafından alıkonulan kamu görevlilerinin serbest bırakılması sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı sağlayacaktır.
- AİHM ve Anayasa Mahkemesi tarafından Türkiye aleyhine verilen hak ihlali kararlarının zaman kaybetmeden uygulanarak hukuki güvenlik ilkesi gereği adil yargılanma hakkının tesisi sağlanmalıdır.
- Sivil toplum aktörleri muhatap kabul edilmeli, sürece aktif katılımları sağlanmalıdır. Sivil toplum örgütlerinin de barışın inşasında üzerlerine düşen sorumluluğa uygun çalışmalar yürüterek kalıcı barışın sağlanmasına katkı sunmaları gerekmektedir.
- Bağımsız hakikat komisyonları kurulmalı, devlet arşivleri araştırmacılara açılmalı, mağdur tanıklıkları belgelenmelidir.
- Köylerine dönemeyen yurttaşların geri dönüşü ve bunun koşulları sağlanmalıdır.
- KHK ile ihraç edilen kamu emekçileri göreve iade edilmeli, hukuk güvenliği sağlanmalıdır.
- Kadınların barış süreçlerine eşit katılımı güvence altına alınmalıdır.
- Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi Hafıza Müzesi en kısa sürede tamamlanarak kamuya açılmalıdır.
- Anadil ve kültürel haklar anayasal güvenceye alınmalı; eşit yurttaşlık ilkesi temel alınmalıdır.
- Seçme ve seçilme hakkının ihlaline neden olan kayyım atama kararlarının iptal edilmesi ve seçilmiş belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi sağlanmalıdır.”
‘Sonuç ve Değerlendirme’
Yılmaz, “Sonuç ve Değerlendirme” bölümünde, konferansın hem geçmişe dönük bir değerlendirme yapmak hem de geleceğe dair sivil toplum açısından somut bir yol haritası oluşturmak yönünden önemli bir işlev gördüğünü ifade etti. Yılmaz, “Ayrıca mağdur yakınlarının tanıklıkları, hakikat ve adalet ekseninde yeni bir toplumsal zemine duyulan ihtiyacı bir kez daha görünür kılmıştır. Konferans boyunca farklı alanlardan gelen katkılar, barışın yalnızca siyasal değil, aynı zamanda toplumsal bir mesele olduğunu ortaya koymuştur. Katılımın genişliği ve ifade edilen görüşlerin çeşitliliği, çatışma çözümüne yönelik tartışmaların çoğulculuk temelinde yürütülmesi gerektiğini göstermiştir. İnsan Hakları Derneği kurulduğu günden bu yana barış hakkını savunan ve barış içinde yaşama hakkının tesisi için çalışmalar yürüten bir sivil toplum örgütü olarak bugün de barış için mücadele etmeye tüm tecrübesi ve arşiviyle hazırdır. Barışın ancak ortak bir sorumlulukla ve toplumsal sahiplenmeyle inşa edilebileceğine inanıyor; tüm tarafları ve sivil toplumu bu süreci güçlendirmek için cesaretle ve kararlılıkla sorumluluk almaya çağırıyoruz” sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.