2025 Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nde açılış konuşması yapan Vakıf Başkanı Rakel Dink, “Hukuk hepimize lazım. Hukukun olmadığı yerde, güvensizlik, huzursuzluk, kargaşa, kaygı, keder olur. Şiddet ve zorbalık, öfke, kin, nefret çoğalır. Kimin eli kimin cebinde belli olmaz. Adalete hepimizin ihtiyaç duyduğu gerçektir; su gibi, hava gibi. Güçlü olan adil değilse vay gelmiş zayıfın, güçsüzün başına” dedi.
2025 Uluslararası Hrant Dink Ödülü, Hrant Dink'in doğumgünü olan 15 Eylül Pazartesi İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan törenle sahiplerine verildi.
Bu yıl 17. kez verilen ödülü Türkiye’den, gıda güvenliği gibi teknik konuları kısa ve anlaşılır biçimde aktararak kamuoyunun hayati bilgilere ulaşmasında önemli rol oynayan; bilimsel dürüstlüğü, kamu yararını savunmadaki ısrarı ve risk alma cesareti gösteren ve bilgiyi bir iktidar aracı değil, toplumun ortak hakkı olarak gören gıda mühendisi Bülent Şık aldı.
Ödülün Türkiye dışından sahibi ise İspanya’dan, hayatını, sınırların görünmeyen şiddetini görünür kılmaya, göçmenlerin yaşam hakkını savunmaya adayan, göç rotalarında yaşam mücadelesi veren binlerce insanın sesini duyurmak için yıllardır cesaretle çalışan Helena Maleno Garzón oldu.
Oyuncu Hazal Türesan’ın sunuculuğunu üstlendiği törene, pek çok kesimden yüzlerce kişi katıldı. Törende, açılış ve hoşgeldiniz konuşmasını Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink yaptı.
Rakel Dink’in konuşmasının tamamı şöyle:
“Սիրելի բարեկամներ, հարգելի հիւրեր, բարի եկանք:
Sevgili dostlar, değerli misafirler hepimiz hoş geldik.
Haval u hogırno em hami kher hatın.
Bugün, canımdan çok özlediğim Çutagımın 71. doğum günü. Onun yaşamını, mücadelesini ve benzer mücadeleleri kutladığımız, onun adıyla verdiğimiz Uluslararası Hrant Dink Ödül Töreni’ne hepimiz hoş geldik. Değerli dostlar, bu sene de dünyamız, savaşlar, çocuk ve kadın cinayetleri sarmalında dönmeye devam etti. Savaşları sonlandırmadılar. Kötülük ve ölüm, var gücüyle kol geziyor. Hastalıkla veya yaşlılıkla ölüm can almıyor artık. Yeni doğmuş bebekleri bile para için kurban ediyorlar. Katiller devlet de olsa, yetişkin de olsa, çocuk da olsa, zevkle, övünçle anlatıyorlar yaptıklarını. Akıl alır gibi değil.
Yaşanan acının yanında bir de cezasızlık cana tak ediyor. Bu sene pazarda acımasızca öldürülen Mattia Ahmet Minguzzi’yi öldüren gençlerin yetiştikleri ortamı sorgulamak zorundayız. Bugün çocuklarımız farklı acılarla karşı karşıya: Bir yanda öldürülen çocuklar, bir yanda öldüren çocuklar, bir yanda adaletin anne ve babalarından haksız yere ayırdığı çocuklar. Geçen sene bu salonda olup, hak mücadelelerini alkışlayanlar arasında şu anda içinde bulunduğumuz semtimiz, Şişli’nin seçilmiş belediye başkanı Resul Emrah Şahan da vardı. Bugün hapiste. 5 yaşındaki kızı babasının yolunu bekliyor. Demirtaş’ın kızları yıllardır babalarının yolunu gözlüyor. Artık neredeyse yetişkinler…
Küçücük çocukların babasız büyümesi günah değil mi? Küçücük yüreklerine yazık değil mi? Kul hakkı değil mi? Vicdansızlık değil mi? Hangi kul hakkına, hangi vicdana sığar? Nasıl bir gelecek inşa ediyoruz? Bir yanda cezasızlık diğer yanda masumiyet karinesinin ihlali… Delil olmadan hapsetmek, delil varken özgür bırakmak. Katilleri salan adalet sistemi, Çiğdemciğimizi, Osman Kavala’yı, seçilmiş belediye başkanlarını hapse atıyor. İnsan Hakları Mahkemesi’nin delil yok demesini dinlemeden Osman Kavala’yı cezalandırmayı uygun görüyor.
Hukuk hepimize lazım
Kimsenin, seçilmişlerin dahi suç işleme dokunulmazlığı yoktur, olmamalıdır da. Fakat bu kadar insanı, gazeteciyi, öğrenciyi, seçilmişi, hukuki süreçleri işletmeden, tutukluluğu ceza olarak kullanarak içeri alırsanız, inandırıcılığınız da kalmaz, güvenilirliğiniz de. Dünyanın en büyük şehirlerinden birinin seçilmiş belediye başkanını toplumun karşısına ikna edici herhangi bir gerekçe çıkarmadan, hatta ikna etme derdine bile girmeden hapsetmek… Bunlar insan hakları ihlalidir. Şu veya bu partili olmamız gerekmiyor. Hukuk hepimize lazım. Hukukun olmadığı yerde, güvensizlik, huzursuzluk, kargaşa, kaygı, keder olur. Şiddet ve zorbalık, öfke, kin, nefret çoğalır. Kimin eli kimin cebinde belli olmaz.
Adalete hepimizin ihtiyaç duyduğu gerçektir - su gibi, hava gibi. Güçlü olan adil değilse vay gelmiş zayıfın, güçsüzün başına. Kelam, ‘İyilik etmeyi öğrenin, adaleti gözetin, zorbayı yola getirin, öksüzün hakkını verin, dul kadını savunun’ der. Bunları gerçekleştirecek olanlar savcılar, hakimler, avukatlar, yönetim değil mi? Barış süreci diyorlar, onun da temeli adalet değil mi? Peki adalet nedir? Adalet gerçektir.
Eğer zorba olan devletse, yönetimse, kim nasıl yola getirecek? Hiç kimse! Yalnız kendisi nadim olup suçunu kabul ederse… Zorbalığından vaz geçip utanmalı, tövbe ederek inkar itirafa dönmeli ve tekrarlamamaya söz vermeli. Kendini de yargılamayla başlayabilir. İşte burada İsa'nın sözü aklıma geliyor: ‘Ben kurban değil merhamet isterim.’ Ritüelik adaletler, göstermelik süreçler değil - kalbin gerçek tövbesi, merhameti gerekiyor. Açık, şeffaf yürümek sürecin kalbine gider. 2013 yılında Uluslararası Hrant Dink Ödülünü alan Cumartesi Anneleri gibi... Onların kayıplarının akıbeti, çektikleri zulüm ve yasaklar hâlâ karanlıkta. Emine Ocak anneyi yeni uğurladık. Gerçek failler artık utanmalı. Ya da utanacaklar mı? Soralım? Yoksa bu bir oyun mu? Yargılanacaklar mı?
Kayyumlar, atamalar hangi adaletle, hangi sürece, hangi soruna çözüm getirebilir ki? Adaletin mumu bütün mü sönsün, yoksa adaletin ateşi ziyade parlasın ve tüm karanlığı dağıtsın mı? Ortam aydınlansın. Ülkemize ferahlık, esenlik ve güven gelsin. Huzur ve bereketlerle sevinç gelsin. Doğruluk gelsin, dürüstlük gelsin, sevgi ve bağışlama çoğalsın.
Bu adalete duyduğumuz özlem, sevgili Hrant'ın Türkiye-Ermenistan barışı için verdiği emekte de kendini gösteriyordu. İlişkilerin gelişmesi, sınırın açılması için tabiri caizse yazılarıyla, sözleriyle ‘yol’ olmaya çalıştı. Biz de Hrant Dink Vakfı olarak ondan aldığımız misyonla halklar arasında ilişkilerin gelişmesi için elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz. Şimdi ABD'de imzalanan barış yoluyla hareketlenen sınırla birlikte dileğimiz şu: Türkiye, Ermenistan'a karşı yapıcı, olumlu bir üslupla attığı adımlarını anlamlı kılsın. Çünkü Hrant'ın dediği gibi: ‘Yeni açılım, yeni ve empatik bir üslubu beraberinde taşımalı.’ (Agos, 15 Temmuz 2005). Bu gece de Yerevan’dan dostlarımız bize müzikle katıldıkları, bu köprüye bir tuğla daha ekledikleri için teşekkür ederim.
Bu geceyi ve umudu bizimle paylaşan herkese teşekkür ediyoruz.”"