Sinagoglardan okullara, sokaklardan yazlık Adalar’a…İstanbul’un altı semtinde, bir zamanlar canlı bir hayatı olan Yahudi toplumunun mekânları, hikâyeleri ve hatıraları yeniden görünür kılınıyor. Rubi Asa ve FOCUS GRUP, “Ayak İzleri – Footsteps” çalışması ile kaybolmaya yüz tutan kültürel mirası hafızaya geri çağırıyor.
Fotoğraf sanatçısı Rubi Asa ve FOCUS GROUP İstanbul’un altı semtinde Yahudi yaşamının izlerini belgeleyen çalışmasını “Ayak İzleri – Footsteps” adlı kitapta topladı.
Geçtiğimiz Ağustos ayında yayınlanan kitapta, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve günümüze uzanan döneme ait yüzlerce fotoğraf, hatıra ve belge derlendi. Asa, bu görselleri tarihsel bilgilerle zenginleştirerek, sinagoglardan okullara, kurum ve derneklerden ticarethanelere kadar geniş bir panorama sundu. 500. Yıl Vakfı tarafından Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanan eser, İstanbul’un kültürel mirasına ışık tutuyor.
Rubi Asa, “Ayak İzleri – Footsteps” çalışmasına dair sorularımızı yanıtladı.
“Ayak İzleri – Footsteps” çalışmanıza başlama fikri nasıl gelişti?
Yaklaşık on sene önce foto tepsi fotoğraf grubumuzda gerçekleştirmeyi düşündüğümüz Yahudi kültür yaşamının değerlendirilmesi üzerine bağlantılı bir projeydi. Bu proje geçmişten günümüze Yahudilerin yaşadığı mekânlardaki kültürel değişimin belgelenmesi ve izlenmesi amacını taşıyan bir çalışma olma fikriyle ortaya atıldı. O dönem İFSAK Derneği’nde sıkça buluşuyor, proje üretiyordum. Fikri, Vladi Benbanaste arkadaşımla da paylaştım. Çalışma, gençlere geçmiş dönem bağlarımızı anlatmak, yaşadığımız bölgelerle ilgili semtlerin hikayelerini öğretmek ve bu belgeleri toplamak düşüncesiyle bir fotoğraf projesi olarak başladı.
Aynı dönemde bir gün, Galata Kulesi'nin hemen altında rahmetli Hahambaşımız Rav Haleva ile karşılaştım ve bu fikri paylaştım. Hahambaşı, bu projenin çok yerinde olacağını, kendi çocuklarımızın bile geçmişte yaşadığımız kültürel bağları bilmediklerini ve kurumlarımızı tanımadıklarından bahsetti. Böyle bir fikrin geliştirilmesi ve kitaba dönüştürülmesi fikrini muhakkak desteklemek istediğini söyledi. Onun motivasyonu da, bizim yapmayı düşündüğümüz bu çalışmanın fikir babası oldu. İlk adımı, hahambaşının bu teşvikiyle attık. Bir de o dönem Fakirleri Koruma Derneği Başkanı olan Elio Medina'yla bu konuyu paylaştık. O da bu konunun önemini ve hassasiyetini çok benimsedi. Maddi manevi destek sağlayacağını, bunu bir program dahilinde sürdürmemizi ve kitaplaştırmamızı, sözlü tarihe kadar uzanacak olan bir belgeleme çalışmasının yapılmasına destek vereceğini söylemişti. Bu iki unsur bizim bu projeye başlamamıza olanak sağladı.
Kitabın kapağında bir sinagog kapısı var…
Hasköy'deki Karaim Sinagogu avlusunun giriş kapısı. Karaim Sinagogu'nun iki ayrı kapısı var. Geçmişte kullanılan fakat artık kullanılmayan, kapatılmış, ağır bir kilitle kapalı kalan, üzerinde kitabesi bulunan, bizler için hem sanat tarihi hem de mimari özellikleri ve Karaim cemaatinin de varlığı açısından önemli bir sembol niteliğindeki mimari bir yapıttı. Bu nedenle biz bu fotoğrafı kapakta kullanmaya uygun bulduk. Geçmiş bağlarımızın kapanmış olabileceğini yadsımayan simgesel bir kapak oldu.
Kitapta konu edindiğiniz başlıklar, hikâyeler ve mekânlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Önce bir çalışma formatı oluşturmaya çalıştık. Hangi semtler ve değerler bizim için önemliydi, bu semtlerdeki değişimler Yahudi toplumunun gündelik yaşamıyla nasıl birleşiyordu, günümüzdeki karşılığının kavranması ile yola çıkmaya çalıştık. Bunun için Galata, Hasköy, Balat, Kuzgunçuk, Ortaköy, Yeldeğirmeni ve Adalar’ı kapsayan altı tane önemli semti belirledik. Bunlar, 1900'lerin başından itibaren Yahudilerin yoğun yaşadığı ve birlikteliklerini kurumlarıyla, insanlarıyla ve yapılarıyla sürdürdükleri semtlerdi. En çok kültürel değişimi ve dönüşümü bu semtlerin geçmişten günümüze kadarki perspektifini inceleyerek, belgelerini araştırarak ve günümüzdeki farklılıklarını ortaya koyarak kullanabileceğimizi anladık.
Daha sonra Vladi ile beraber oluşturduğumuz amatör grubumuzla, yanımıza gençleri de alarak sırasıyla bu semtleri gezmeye, orada gördüğümüz geçmiş dönemden günümüze kadar Yahudi kültür değerlerini belgeleyecek noktaları fotoğraflamaya çalıştık. Bir fotoğraf projesi olarak başladıysa da, bu semtlerin fotoğrafları tamamlandıktan sonra bulduğumuz belgeler, bilgiler, karşılaştırmalar ve fotoğrafların altyazıları o kadar çoğaldı ki, bunların hiçbirinden vazgeçme arzumuz olmadı. Bu karşılaştırmaları ortaya koyacak çalışmayı sürdürdüğümüz zaman, proje neredeyse fotoğraf projesinden çıkıp bir semt monografisine dönüşmeye başladıgını gördük. Araya giren zaman, pandemi süreci ve bazı olumsuzluklar, bu projenin toparlanmasını oldukça geciktirdi. Fakat büyük bir şevkle bu konuda çalışmaya devam ettik.
Nitekim son yıllarda çalışmayı ancak toparlayabildik ve kitaplaşması mümkün oldu. Bizim için değerli bir çalışma oldu. Semt hikâyelerinde sadece mimari ve fiziksel doku değil, orada karşılaştığımız insanlar ve hatıraları, hikâyeleri, semtlerden göçler oldukça külliyatlı bir sonuca götürdü bizi. Akademik bir çalışma olmasını istemedik. Herkese ulaşabilen, içinde hikâyeleri olan, rahat okunabilen, aktüel bir boyutu olsun istedik. Onun için içeriğe, belgelere dayanan kısa öyküler de yerleştirdik. Bu öyküler, semtin yaşanılabilir tarafını daha çok ön plana çıkarttı bizim için.
Çalışmanız ile Yahudi yaşamının izlerini belgelediniz. Kitapta fotoğraf dışında farkı belgeler de var mı, neler içeriyor?
Çalışmanın başında, mekânların geçmiş izlerini bulmamız kolay oldu tabii ki. Ulaştığımız mekânların geçmiş dönem izlerini saptayabilmek için belgelere ihtiyacımız oldu. Bunların içerisinde tapu belgeleri, kadastral haritalar, hava fotoğrafları oldu. Yine bunların karşılıklarını sürdürüp bulabilmemiz açısından bizim için önemli referanslar oldu. Böylelikle bu karşılaştırmayı daha somutlaştırabildik. Sonuç hikâyelerine geldiğimiz zaman, o hikâyelerin günümüzdeki karşılığı bizi daha yaşanılabilir kıldı. Daha güncel ve aktüel sonuca doğru ulaşmamızı sağladı.
Adalar’daki yaşam, insanlar ve konu edindiğiniz hikâyelerden de bahsedebilir misiniz?

Seçtiğimiz altı semtin önemli yerlerinden biri de Adalar'dı. Çünkü Yahudi toplumu, yıllarca İstanbul'un farklı farklı semtlerinde yaşarken, yaz aylarında Heybeliada, Burgazada ve Büyükada’ya giderek bir buluşma mekânına dönüştürdü. Yazlık yaşamına geçiş, sadece Yahudi değil, birçok azınlık ailenin buluşma mekanı olup, Adalar'daki yerleşik Müslüman nüfusla da entegre oldukları farklı bir ilişki biçimine dönüştürdü. Adalar çok kısa bir süre için kullanıldığında, yıllık periyodun içinde yaz sonu geldiğinde herkesin dağılıp tekrar semtlerine çekilmesi, Adalar'daki yaşamı biraz öksüz kılıyordu. Fakat günümüzde bunun farklılığı daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.
Özellikle Yahudi nüfusun bu kadar çok azaldığı, Adalar'ın büyük genişliği ve geçmişe olan özlemin bırakılan hatıralarla bir araya geldiği bir süreçten geçiyoruz. Yapılar, kurumlar, adada varlıklarını Yahudilerin tekrar kullandığı mekânlar olarak sürdürüyorsa da, bunun etkinliği son derece azalmış durumda. Ama yine de 1900'lerin ortalarından günümüze kadar geçen 60-70 yıllık bir periyod, yaşanan değişimlere rağmen hâlâ özlemle ve Yahudilerin kimlik oluşturmasını sağladığı mekânlar hâlinde günümüze kadar geldi. Birçok kurum, sinagog yapısı, kamusal alanlar, kulüpler, Yahudilerin ve diğer azınlıklarla beraber Müslümanların da bir arada kardeş ve barış içinde yaşadıkları mekânlara dönüştü.
Buralarda sezonluk konaklamalar, Anadolu Kulübü, Burgazada'daki Colony, sinagoglar gibi Yahudi topluluğunu bir araya getiren, cemaat duygusunun sürdürülmesini sağlayan eğlenceleriyle, bayram kutlamalarıyla; toplumu bir arada, hatıralarıyla beraber yaşatan mekânlar oldu. Bütün mekânları incelediğimizde, geçmiş belgelerle karşılaştığımızda, hem kayıtları hem de o dönemdeki değer yargılarıyla günümüzdeki farklılıkları izleme şansımız oldu.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan döneme ait yüzlerce belgeyi derlediniz. Bu dönemlerdeki değişimleri nasıl özetlersiniz?
Bu bizim için önemli bir paradokstu. Bu çalışmaya ve semtin Yahudi ilişkisi açısından dokusuna eğildiğimiz zaman, Cumhuriyet’ten günümüze kadar geçen süreç içerisinde değişimleri ve moderniteye geçişi çok daha somut olarak izleme imkanı bulabildik. Örneğin Kuzguncuk, Yeldeğirmeni gibi son 50-60 yılda hem fiziksel hem kurumsal hem de insan profilinin hızla değiştiği semtlerde bunu görmek ve izlemek daha belirliydi. Özellikle Yeldeğirmeni’nin ahşap mimari dokusu, komşuluk ilişkisinin, semtin dokusunun, kurumlarının ve esnafın değişimi, Yahudi ailelerin de o bölgedeki yerleşimlerine ve bambaşka semtlere göç etmelerine sebep olacak olan olayları da beraberinde getirdiğini izledik.
Dağ Hamamı yangınından sonra Kuzguncuk bölgesinin yeniden yapılanması, İcadiye Caddesi'nin, Yeldeğirmeni’nin apartmanlaşması, buradaki modern yapılarının çoğalması semtin kimlik özelliklerini ve insanlarıyla, komşuluklarıyla, gelenekleriyle, kurumlarıyla sürdürdükleri değişime de ön ayak oldu. Bize, günümüzdeki farklılıkları daha çok ortaya koymamıza, izlememize sebep oldu. Semtte yaşayan aileler ve gençlerin semtten ayrılışlarının, dokusunun yeniden değişimine sebep olan olay ile izlenimlerin karşılığını bu çalışmayla daha belirgin bulabildik.
Bugün, Yahudi nüfusunun oldukça düşük olması nedeniyle kullanım oranı da düşen sinagog ve okullara dair neler yer alıyor kitapta?
Sinagog ve okullar, Yahudi yaşamının referans noktalarından biri. Okulların yaşatılabilmesi için cemaatin bir arada emekle katettikleri, birlikte olmayı arzuladıkları yaşamlar olarak varlıklarını günümüze kadar sürdürdü. Fakat özellikle genç nüfusun taşınmasıyla, bu altı semtin 40-50 yıla göre dönüşümü, Yahudi kültür mirasının sürdürüldüğü bu yerler, günümüzde artık farklı fonksiyonlarla kullanılan, hafıza mekânları olarak değerlendirilen mekanlar hâline geldi. Yahudi cemaatinin, bunları bir şekilde günümüze taşıyarak, farklı fonksiyonlarla dönüştürerek, toplumsal hayatın bir parçası olarak ele almayı uygun bulduğunu düşünüyorum. Artık cemaati kalmayan yapılar, yapılış gereksinimlerine göre dönüşümleri, hem kamusal alanda kullanılmalarını hem yerel yönetimlerin desteği ve teşvikleriyle ele alınıp geleceğe bir takım Yahudi kültür mirası izleri olarak bırakılması hepimizi mutlu ediyor.
Çalışmanızda sizi en çok etkileyen kısım neydi?
Çalışmaya Vladi Benbanaste ile beraber gönül vermiştik. Çalışma farklılaşmaya başlayıp bir külliyata dönüşünce, beni motive eden en önemli unsur bunun sonuçlanıp çocuklarımın, çocukluğumun geçtiği yerleri, kurumları, ilişkilerini bilmedikleri bir belgeye dönüşebilmesi ve onlar için geçmişle bağlarımızı kurabilecek bir referans olmasıydı. Aslında bu çalışmayı onların da katılımıyla sürdürmeyi çok istedik. Fakat çok kolay olmadı, gençlerin baştaki katılım ilgisi gitgide azaldı. Sonuçta bu çalışmayı birlikte bitirmeyi başarabildik.
Hem tarih hem de hafıza anlamında oldukça önemli olan bu çalışmanızla ilgili Yahudi toplumuna ne söylemek istersiniz?
Sadece Yahudi toplumuna değil; azınlık kültürlerinde ve yaşadığımız topraklardaki bütün ayak izlerine hassasiyetle bakmamızı söylemek isterim. Yaşadığımız semtler birer metafor bizim için. Fakat bu semtlerde yaşanan duygular, hatıralar, hikâyeler, semtlerin oluşturduğu kültür katmanları, sürdürülebilirlik değerleri ve buradaki değerlerin kurumlara, ailelerimize yansıması her ne kadar göçlerle kesintiye uğrasa da, köklerimizin İstanbul, Anadolu topraklarında yer ediyor olması, onların bağlarının unutulmadan sürdürülmesi bizler için çok değerli.
Okuyucular kitaba nereden ulaşabilir?
Kitap, Şalom gazetesinden ya da 500. Yıl Vakfı Müzesi’nden temin edilebilir.
Kapsamlı bir çalışma olduğu için gelecek nesillere referans belge olsun istedik. Bunun için de 500. Yıl Vakfı Müzesi Başkanı Silviyo Ovadya ve Şalom gazetesi de satış desteği sağladı.
Not: Bu söyleşi Avlaremoz sitesiyle ortak bir çalışmanın ürünüdür.

