1947’den bu yana bölgenin siyasal, toplumsal ve kültürel yaşamına tanıklık eden İskenderun Gazetesi’nin arşivi dijital ortama taşınıyor. Antakya Rum Ortodoks toplumu ve Antakya tarihi üzerine çalışmalarıyla bilinen Nehna inisiyatifinin yürüttüğü çalışma, yalnızca gazete arşivini değil, Antakya’nın çok kültürlü hafızasını da geleceğe aktarıyor. Nehna’dan Can Terbiyeli, projelerini Agos’a anlattı.
2021 yılında Antakya Ortodoks toplumunun sesini duyurmak üzere kurulan Nehna platformu, hafıza çalışmaları kapsamında önemli bir arşiv projesine imza atıyor. 1947 yılında İskenderun Ortodoks toplumundan Suphi Levent tarafından kurulan ve günümüze dek yayınlanmaya devam eden İskenderun Gazetesi'nin matbu arşivi dijital ortama taşınıyor. Projenin tanıtımı, 25 Ekim’de İstanbul Postane’de düzenlendi.
Nehna’dan Can Terbiyeli ile proje üzerine konuştuk.
İskenderun Gazetesi ne zaman kuruldu, hangi konulara yer verildi ve ne sıklıkla basıldı?
İskenderun Gazetesi, bölgedeki Ortodoks cemaatinden Suphi Levent tarafından 23 Temmuz 1947’de kuruldu. 1947’den 2011’e kadar aralıksız olarak günlük yayımlandı. Pandemi döneminde ise bölgedeki diğer yerel gazetelerin ortak kararıyla haftada iki gün basılmaya başladı. Hâlâ bu şekilde yayımlanıyor. Yaklaşık on yıl önce, yazılı basının yanı sıra internet üzerinden de yayın yapmaya başladı.
Gazetenin ilk sayısında, sol sütunda yer alan “Ülkümüz” başlıklı bir kuruluş manifestosu bulunuyor. Gazete özellikle ilk yıllarında bu manifestoya oldukça bağlı kalmış. Hatay’ın 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldığı göz önüne alındığında, dönemin coşkulu milliyetçi ve vatanperver atmosferine uygun bir yayın çizgisi benimsediğini söylemek mümkün. Kuruluşundan itibaren “günlük siyasi gazete” kimliğiyle hem yerel hem de ulusal ve uluslararası gelişmelere yer verdi. İçerik, dönemin koşullarına göre şekillendi. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası haberler ağırlıktayken, 1950’lerin ikinci yarısında Demokrat Parti iktidarıyla birlikte Kıbrıs meselesi ve ulusal gelişmeler ön plana çıktı. Bunun yanında kamu görevlilerinin atamaları, yerel idari açıklamalar ve adli vakalar gibi yerel haberler her dönemde gazetede yer aldı. Günümüzde ise gazetenin ağırlığı daha çok yerel haberler ve köşe yazıları üzerinde. Ulusal ve uluslararası içerikler ise ikinci planda kalıyor.

Gazetenin özellikle bölgedeki Ortodoks topluluklar açısından önemini anlatabilir misiniz?
Gazetenin kurucusu Suphi Levent ve 1980’lerin sonunda gazeteyi devralan Rızkallah Terbiyeli, bölgenin Ortodoks cemaatine mensup isimler. Ancak gazete hiçbir zaman kendisini bir “cemaat gazetesi” ya da “azınlık gazetesi” olarak tanımlamadı. Kuruluş manifestosunda da azınlık temsiline veya bu konudaki sorunlara ilişkin bir vurgu bulunmaz. Yine de Suphi Levent’in cemaatin bir mensubu olması dolayısıyla gazetede topluma dair haberlere yer verildiği görülür. Zaman zaman doğum, vaftiz, evlilik ve vefat gibi Ortodoks toplumu için önemli olaylar haberleştirildi. Ayrıca azınlık tarihinin dönüm noktalarından 6-7 Eylül 1955 olayları ve 1964 sürgünleri gibi gelişmelerin yerel yansımaları da gazetede yer buldu.
Suphi Levent’in cemaat vakfı yönetimiyle de bağlantısı vardır. Kimi dönemlerde vakıf yönetimlerinde görev almış veya desteklediği isimleri kamuoyuna açıklamıştır. Dolayısıyla vakıf seçimleri dönemlerinde gazetenin bu süreçleri aktif biçimde haberleştirdiği ve cemaat içindeki rekabetin bir tarafında konumlandığı görülür. Gazetenin henüz tüm arşivine ulaşılmış değil. Ancak incelenen sayılarda dahi cemaat yaşamına dair önemli veriler bulunduğu anlaşılıyor. Bu durum, gazetenin ileride bölge tarihi açısından kıymetli bir kaynak olacağına işaret ediyor. Gazetenin bir diğer önemli yönü ise matbaa faaliyeti. Gazetenin yayımlandığı matbaada başka baskı işleri de yürütülüyordu. Dönemin koşullarında harf dizimi yöntemiyle yapılan bu işlerde emek yoğundu. Matbaa genellikle bu emeği cemaatin gençlerinden sağlıyordu. Bugün 60 ve 70’li yaşlarda olan birçok cemaat mensubu, çocuk yaşta bu matbaada çırak olarak çalışmaya başlamış. Kimisi burada mesleği öğrenip matbaacılığı yaşamına dönüştürdü. Bu yönüyle matbaa, cemaat gençleri için bir okul işlevi de gördü.

Gazete, haber kaynağı olmanın ötesinde bölgenin sosyal, kültürel ve siyasal hafızasını da yansıtıyor mu?
İskenderun Gazetesi arşivini dijitalleştirmek istememizin temel nedeni tam da bu. Gazete, yalnızca bir haber kaynağı değil, yayımlandığı dönemlerin siyasal, toplumsal ve kültürel yaşamına ışık tutan çok katmanlı bir hafıza niteliği taşıyor. 1947’den bugüne, bölgedeki tüm siyasal gelişmeler, sosyal olaylar ve kültürel etkinlikler gazetenin sayfalarında yer almış. Bu açıdan bakıldığında, İskenderun Gazetesi’nin yerel hafızanın en kapsamlı yazılı kaynaklarından biri olduğu söylenebilir.
Nehna’nın, gazetenin matbu arşivini dijital ortama taşıma fikri nasıl ortaya çıktı?
Nehna, Antakya ve çevresinin kültürel mirasına odaklanan bir topluluk. İskenderun Gazetesi de bu mirasın önemli bir yazılı örneğini oluşturuyor. Proje fikri, tarihçi Emre Can Dağlıoğlu ile yaptığımız sohbetler sırasında ortaya çıktı. Dağlıoğlu, gazetenin çok değerli bir hafıza barındırdığını ve mutlaka dijital ortama aktarılması gerektiğini vurguladı. Ancak o dönemde gerek gazetenin fiziki durumu, gerek Nehna’nın sınırlı insan kaynağı nedeniyle bu ölçekte bir çalışma tek başına mümkün görünmüyordu. Projeyi hayata geçirebilmemiz, UCLA (Kaliforniya Üniversitesi)’nin arşiv çalışmalarına yönelik hibe programından haberdar olmamızla mümkün oldu. Bu program sayesinde gazetenin mevcut tüm arşivi sistemli biçimde dijital ortama aktarılacak.
Çalışma nasıl ilerleyecek?
78 yıllık ve uzun süre günlük olarak yayımlanmış bir gazetenin arşivinden söz ediyoruz. Bu da çok kapsamlı bir materyal anlamına geliyor. Ancak belirtmek gerekir ki gazetenin tüm sayıları ne yazık ki korunabilmiş değil. Zaman içinde yaşanan mekân değişiklikleri, su baskınları ve son olarak bölgede meydana gelen deprem nedeniyle arşivin bir kısmı kaybolmuş durumda. Hatta bazı dönemlerde gazete nüshalarının çalınıp sahaflarda satışa çıkarıldığı da biliniyor. Buna rağmen elimizde önemli bir arşiv mevcut. Proje iki aşamalı olarak planlandı. Birinci aşama, envanter çalışması. Bu aşamada UCLA, arşivdeki mevcut malzemenin dönemsel dağılımını ve kapsamını tespit etmemizi bekliyor. Yaklaşık bir yıl sürecek bu çalışma sonunda elimizde ayrıntılı bir envanter olacak. İkinci aşama ise bu malzemenin taranarak dijital ortama aktarılması. Bu bölümün üç yıl içinde tamamlanması planlanıyor.

Proje tamamlandığında gazeteye herkes erişebilecek mi?
Projenin en heyecan verici yanı da bu. UCLA, çalışma tamamlandığında dijitalleştirilen tüm arşivi üniversitenin dijital kütüphanesine ekleyecek. Bu kütüphane, araştırmacıların erişimine açık bir platform. Dolayısıyla arşiv herkes tarafından çevrimiçi olarak incelenebilecek. Ayrıca Nehna da kendi dijital platformu üzerinden bu arşivi kamuya açmayı planlıyor. Böylece isteyen herkes İskenderun Gazetesi’nin geçmiş sayfalarına dijital ortamda ulaşabilecek. Proje, yalnızca bir arşiv çalışması değil, bölgenin kültürel hafızasını görünür kılacak bir bellek çalışması niteliği de taşıyor.
Projeniz kapsamında, başta İskenderun halkı olmak üzere topluma bir mesajınız var mı?
İskenderun, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda Doğu Akdeniz’in en önemli liman kentlerinden biriydi. Diğer liman şehirleri gibi kozmopolit ve çok kültürlü bir yapıya sahipti. Ancak zamanla bu kültürel çeşitlilik büyük ölçüde kayboldu. Bununla birlikte şehirleşme süreci de eski kent dokusunun hızla yitirilmesine yol açtı. Bugün İskenderun’un büyük bir kısmı, bu zengin kültürel mirasın farkında değil. Bu projeyle amacımız, kentin kültürel hafızasını yeniden görünür kılmak. Dijital arşivin kamuya açılmasıyla birlikte, geçmişle bağın yeniden kurulmasını ve bu mirasın korunmasına yönelik farkındalığın artmasını hedefliyoruz. İskenderun halkının bu çabaya sahip çıkması, hem kent kimliği hem de bölgenin tarihsel belleği açısından çok kıymetli olacak.
Nehna’yı kurarken sıkça tartıştığımız konulardan biri de Türkiye’deki azınlık tartışmalarında İstanbul merkezli bakışın kırılması gerektiğiydi. Oysa bölgede hâlâ binlerce Ortodoks yurttaş yaşıyor. Süryani ve Ermeni toplulukları da, her ne kadar küçük ölçekte kalsa da varlıklarını sürdürüyor. Buna karşın bu toplumların sesleri çoğu zaman Ankara ve İstanbul’dan duyulmuyor, hatta kimi zaman duyulmak istenmiyor. Bölge, azınlıklar üzerine yapılan tartışmalarda neredeyse hiç yer bulamıyor.
Bugün, azınlık gençlerin büyük kısmının yurtdışına gitmek istediği, kiliselerin boşaldığı, okulların öğrencisiz kaldığı bir dönemdeyiz. Bu tabloyla baş edebilmek için İstanbul’daki azınlık toplumlarıyla bölgedeki azınlık toplumları arasında daha güçlü diyalog kanalları kurulması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca azınlık toplumları arasındaki mikro iktidar ilişkilerinin de yeniden değerlendirilmesi önemli. Yaptığımız bu çalışmaların, bu diyalogların yeniden kurulmasına vesile olmasını diliyorum.

