Kardeş Türküler’in 30 yıllık müzikal yolculuğu bir belgeselle anlatıldı. Çayan Demirel ve Ayşe Çetinbaş imzalı “Kardeş Türküler ile 30 Yıl” belgeseli, Türkiye'nin çok dilli kültürel ve politik tarihine de ayna tutuyor. Filmi, yönetmen Ayşe Çetinbaş’tan dinledik.
90’lı yılların ilk yarısından bu yana, Anadolu’nun farklı yörelerinden derlenen geleneksel türkülerden, Türkiye’nin çokkültürlü yapısını yansıtan modern düzenlemelere uzanan geniş repertuarıyla, toplumsal barış ve kültürel çeşitliliği müziği aracılığıyla seslendiren Kardeş Türküler, yalnızca müzikle sınırlı kalmayan bir yolculuğa imza attı.
Bu yıl, Kardeş Türküler müzikal yolculuğunda 30. yılını geride bıraktı. Bu süreç, grubun ortaya çıkış felsefesinin bir yansıması olarak, Türkiye gündeminden hiçbir zaman uzak kalmadı; grup sözünü söylemekten ve barış talep etmekten geri durmadı. 30 yıllık bu yolculuk, artık bir belgeselle izleyiciyle buluşuyor.
Her şey, 12 yıl önce yönetmen Çayan Demirel’in Boğaziçi Üniversitesi Folklör Kulübü’nün 1993’te hayata geçirdiği Kardeş Türküler’in öyküsünü kayıt altına almasıyla başladı. Demirel, Kardeş Türküler’in müzikal yolculuğunu, Türkiye tarihine paralel bir şekilde anlatma niyetindeydi. Ancak Demirel, 2015’te yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle projeye devam edemedi.
Ortada pek çok kişinin emeği ve kapsamlı bir arşiv vardı. Filmin yarım kalması tüm emeklerin boşa gitmesi demekti. Belgeselin yapımcısı Ayşe Çetinbaş, yönetmenliği üstlenerek projeyi devam ettirdi. Çetinbaş ve görüntü yönetmeni aynı zamanda da Demirel’in dostu Koray Kesik, film için kayıt tutmaya devam etti. “Kardeş Türküler ile 30 Yıl” belgeseli, Eylül’de Adana’daki Türkiye prömiyerinin ardından İstanbul ve Ankara’da da izleyicilerle buluştu. Onlarca senenin emeği, nihayet beyazperdedeydi.
Yönetmen Ayşe Çetinbaş ile filmin İstanbul gösteriminden sonra buluştuk. Tazeliğini koruyan heyecanını, yapım sürecini ve filmi konuşuk.
“Kardeş Türküler ile 30 Yıl” ilk gösterimini Adana Altın Koza Film Festivali’nde yaptı. Sonra İstanbul galası ardından Ankara… Nasıl geçti gösterimler?
Adana’da festival izleyicisiyle buluşması hepimizi çok mutlu etti. “Artık bitti” hissiyle, 12 yıldır beraber çalıştığımız arkadaşlarımızla izlemek çok güzeldi. Film yapmadığımız için yıllardır festivallere gitmiyoruz, başka filmler izlemek için de çok sınırlı alanlarımız, zira birçok festivali boykot ediyoruz. Öyle olunca Adana’da ben de 10 yıl sonra ilk kez bir festivale katılmış oldum, üstelik kendi filmimizle.
İstanbul bambaşkaydı, Adana’ya Çayan’ı götürememiştik. Çayan’la ilk kez izledik. Çok özeldi, çok etkileyiciydi, hâlâ etkisinden çıkamadım doğrusu. Tüm süreci, Çayan’la yaşadıklarımızı tekrar hissetmiş oldum. Ankara gösterimi de çok anlamlıydı. Annem ve halam geldi. Annem yıllarca nedir bu belgesel yıllardır bitmiyor diye merak ediyordu; sonunda gördü ve çok etkilendi. İnsanların ilgisini görünce de gururlandı. O farkında olmadan bu filmin ana destekçilerinden biri oldu; yıllar boyunca bana çok yardım etti. Bu film benim için Çayan’la ilgili bir defteri de kapatmak gibiydi.
Belgeselin 12 yıllık bir yapım süreci var. Çayan Demirel’in rahatsızlığından sonra yapımcı rolünden yönetmenliği üstlendiniz. Filmi devralma süreciniz ve yapım süreci size kişisel olarak nasıl yansıdı?
Kişisel açıdan çok yorucu bir süreçti. Çayan filmin ortasında rahatsızlandı. Filmin yapımcısı olmak dışında Çayan’ın eşiyim aynı zamanda. Bu durum doğal olarak büyük bir sorumluluk yarattı. Ama sadece yapımcı olsam bile bu kadar emek verilmiş bir işi yarım bırakmak içime sinmezdi. Zaten bütün ekip aynı duygudaydı, bu film yarım kalmamalıydı çünkü ortada çok büyük bir emek vardı. Çayan’ın emeği başta olmak üzere pek çok kişinin emeği geçti bu projeye.
Çayan’ın yarım bırakmak zorunda kaldığı bir filmi tamamlamaya çalışmak ağırdı. Zaman zaman “keşke biri gelse, malzemeyi alıp bitirse” dediğim çok oldu. Böyle böyle yıllar geçti; iki ileri üç geri derken bir baktık on sene olmuş. Neticede yönetmenliği üstlendim ve büyük zorluklarla da olsa bitirdik belgeseli. İstanbul gösteriminin ertesi günü, hiç durmadan gün boyu kontrolsüzce ağladım. Durduk yere gözümden yaşlar boşalıyordu. Üstümdeki ağırlığın boşalması gibi bir şeydi sanırım.
Kardeş Türkler’in 90’larda Boğaziçi’nde ortaya çıkması, o dönemin tüm çalkantılarıyla birlikte düşünüldüğünde çok şey anlatıyor. Bugün 90’lar aşırı romantize ediliyor ama aslında çok çok karanlık bir dönemdi. Bu tarihsel bağlam içinde grup üzerine siz neler gözlemlediniz? Yönetmen olarak grupla nasıl mesafelendiniz?
Kardeş Türküler ekibi başlarken hiçbiri profesyonel değildi, bir nevi okulda ve hep beraber öğrenip gelişmişler. Dayanışma hep önde olmuş. Görüyoruz ki Kardeş Türküler’in hep bir yolculuğu olmuş. Ve bu müzikal yolculuk hiçbir dönemde Türkiye tarihinden bağımsız olmamış. Türkiye meselelerini de hep dert etmişler.
Biz her filmde olduğu gibi burada da kendi sınırlarımızı korumaya çalıştık ama çok da şeffaf davrandık. Karşı tarafın rızası ve fikri bizim için önemli haliyle. Bu nedenle en başından itibaren kaba kurgu da dahil tüm aşamaları onlarla paylaştık. Yorumlarını dikkate alarak pek çok sahneyi revize ettik. Süreci birlikte yürüttük ama sonuçta gruba da dışarıdan bakan bağımsız belgeselciyiz. Bu nedenle bizim gördüğümüzle onların kendilerini gördüğü yer veya görmek istediği yer aynı değil, olamaz. Ben yaptığımız işe güveniyorum; içimde bir soru işareti yok, daha doğrusu verili koşullar altında elimden gelen bu oldu diyelim. Belgeselin bazen görünenden daha derine geçmesi gerektiği düşünülür ama bunu gerçekleştirmek o kadar kolay değil. Bizim için de mümkün olduğu ölçüde yaptığımızı söyleyebilirim. Neticede onlar da filmi beğendi.
Ekipten bahseder misiniz, kimlerle yürüdünüz bu uzun yolu?
Tamamen kolektif bir emeğin ürünü. Üç kurgucumuz oldu bu süreçte Özcan Vardar, Tatlıhan Tuncel ve Erhan Örs; yapımcımız Gökçe İnce; görüntü yönetmenimiz ve Çayan’ın çok yakın dostu Koray Kesik. Koray’ın, Çayan’ın belgesel sinemaya girişinde büyük rolü vardır. Ayrıca danışmanlarımız Berke Baş, Can Candan, Somnur Vardar, Uğur Yeşiltepe ve Altuğ Yılmaz’a çok teşekkür ederim.
Altuğ Yılmaz’ın son süreçteki katkısı özellikle çok değerliydi. Kendisi uzun yıllar Kardeş Türküler’ide yer almış, turnelere katılmış ve müzik de yapmış birisi. Filmi değerlendirmesini istediğimde çok değerli yorumlar yaptı; hem Kardeş Türküler’i bilen biri olarak hem de çok titiz bir editör olarak. Kurgunun son aşamasında ekibe dahil oldu ve yaratıcı ve editöryel yönde büyük katkılar sağladı. Ekibimizdeki her kişi, filme katkısıyla bu çalışmayı özel kıldı.
Kardeş Türkler’in 90’larda Boğaziçi’nde ortaya çıkması, o dönemin tüm çalkantılarıyla birlikte düşünüldüğünde çok şey anlatıyor. Bugün 90’lar aşırı romantize ediliyor ama aslında çok çok karanlık bir dönemdi. Bu tarihsel bağlam içinde grup üzerine siz neler gözlemlediniz? Yönetmen olarak grupla nasıl mesafelendiniz?
Kardeş Türküler ekibi başlarken hiçbiri profesyonel değildi, bir nevi okulda ve hep beraber öğrenip gelişmişler. Dayanışma hep önde olmuş. Görüyoruz ki Kardeş Türküler’in hep bir yolculuğu olmuş. Ve bu müzikal yolculuk hiçbir dönemde Türkiye tarihinden bağımsız olmamış. Türkiye meselelerini de hep dert etmişler.
Biz her filmde olduğu gibi burada da kendi sınırlarımızı korumaya çalıştık ama çok da şeffaf davrandık. Karşı tarafın rızası ve fikri bizim için önemli haliyle. Bu nedenle en başından itibaren kaba kurgu da dahil tüm aşamaları onlarla paylaştık. Yorumlarını dikkate alarak pek çok sahneyi revize ettik. Süreci birlikte yürüttük ama sonuçta gruba da dışarıdan bakan bağımsız belgeselciyiz. Bu nedenle bizim gördüğümüzle onların kendilerini gördüğü yer veya görmek istediği yer aynı değil, olamaz. Ben yaptığımız işe güveniyorum; içimde bir soru işareti yok, daha doğrusu verili koşullar altında elimden gelen bu oldu diyelim. Belgeselin bazen görünenden daha derine geçmesi gerektiği düşünülür ama bunu gerçekleştirmek o kadar kolay değil. Bizim için de mümkün olduğu ölçüde yaptığımızı söyleyebilirim. Neticede onlar da filmi beğendi.
Belgeselde kaybettiğimiz isimleri de görüyoruz. Bu anlamıyla hepimizin ortak hafızası.
Film 12 yıla yayıldığı için bu süreçte birçok kişiyi kaybettik. Hepsini sayamasam da Hrant Dink, Neşet Ertaş, Sırrı Süreyya Önder, Dilber Ay, Hasan Saltık… Hasan Saltık sadece Kardeş Türküler’e değil, Türkiye’deki bağımsız etnik müzik projelerine büyük katkı sağlamış bir isimdi. Cavit Murtazaoğlu gruba Azerice ve ses eğitimi veren, pandemi döneminde kaybettiğimiz çok değerli bir hocaydı. Tomo Abi, (Yervart Tomasyan) ve son olarak Melik Can Zaman… Takuhi Tovmasyan da İstanbul galasında onur konuğumuzdu, bizi kırmadı ve bir konuşma yaptı. O konuşma da çok çok özel ve anlamlıydı, iyi ki kabul etti.
Hrant Dink ile Kardeş Türküler’in özel bir dostluğu vardı. Filmde Rakel Dink’in ekiple beraber Kürtçe bir ilahi söylediği, Hrant Dink’in Ermenistan konseri hayali de filmin özel anlarından biri.
Hrant Dink’e filmde özel bir yer açtık. Hrant ve Kardeş Türküler’in yollarının yıllar boyunca kesişmiş. Arşivde de görülüyor; pek çok şeyi birlikte üretmişler. Bunun da ötesinde, Hrant’ın hayal ettiği şeyle Kardeş Türküler’in yaptığı iş arasında çok güçlü ve kendiliğinden bir paralellik var. Bu bir rastlantı değil. Hrant’a filmde birnevi özel bir pencere açmış olmamızı çok ‘meşru’ buluyorum o anlamda. Kişisel olarak benim hayatımda da Hrant’ın öldürülmesi önemli bir yer tutuyor. Bu yüzden filmde ona yer vermek bizim için çok önemliydi.
Arşiv görüntülerinin tamamını kullanabildiniz mi?
Kullanamadığımız çok fazla şey var. Bu belgesellerde her zaman böyle olur. En sevdiğimiz sahnelerden bile son kurguda vedalaşmak zorunda kalırız. Elimde baştan hiç kurguya giremeyen çok değerli görüntüler var. Bunlar kıymetli ama ne yazık ki filme giremedi. Yine de elimizde duruyorlar; ileride başka Kardeş Türküler projeleri ya da başka filmler için arşivi paylaşmaya her zaman hazırım. Bunları sadece bizde tutmanın doğru olmadığını düşünüyorum; bunlar hepimizin ortak hafızası.
Filmi izleyenler ne hissetsin, ne düşünsün istersiniz?
Bu film sadece bir Kardeş Türküler belgeseli değil; aynı zamanda 30 yıllık Türkiye tarihine açılan bir pencere. Bu nedenle hem hafızayı tazeliyor hem de izleyeni yer yer sevindirip yer yer hüzünlendiriyor. Ben filmin iyileştirici bir etkisi olmasını isterim doğrusu ve şimdilik aldığım tepkiler de bunu doğruluyor. Bizim için üretmek hep iyileştirici oldu. Çok kez pes ettim, kabuğuma çekildim; dünyanın üstüme çöktüğü zamanlar oldu. Ama iyileşmenin yolu her zaman üretmekti. Bu film de Berke Baş’ın beni sürekli dürtüp yeniden üretime itmesiyle var oldu. Bana iyi geldi, dilerim izleyen herkese de iyi hissettirsin umut versin.
Nerede, ne zaman izleyiciyle buluşacak belgesel, gösterim takvimi belli mi?
Şu anda bir festival yolculuğu içindeyiz. Dünyanın farklı festivallerine başvuru süreçlerimiz devam ediyor. Türkiye’de de bağımsız festivallerde mutlaka yer alırız. Sivil toplum kuruluşları ve derneklerden gelen gösterim taleplerine açığız. Kesin takvimimiz yok ama Surela Film’in sosyal medya hesaplarından paylaşacağız.

