Heybedeki periler ve öcüler

Umut Y. Karaoğlu, ilk öykü kitabı Deli Heybesi’nde endişenin, korkunun, öcünün ve ilham alınan perilerin, var olmayana duyulan özlemin izini, okuru da bu hislere dahil ederek sürüyor.

Ceren Yartan

Kitap Kirk, Ocak 2012

Umut Y. Karaoğlu’nun ilk kitabı Deli Heybesi bir nevi tekinsizliğin kitabı. On yedi nesnenin etrafında şekillenen öykülerden oluşan kitapta, öyküler ve karakterler sürekli birbiriyle konuşuyor, bu yönüyle de toplamları bir öykü/roman olmaya yaklaşıyor. Bu kesintisiz alışverişten, okuyucuda geri dönüp tekrar okuma isteği uyandıran, ince işlenmiş bir anlatı çıkmış.

Deli Heybesi için tekinsizliğin kitabı, derken bu, rastgele yapılmış bir yorum değil. Dille, hikayedeki zamanla ve kurguyla haşır neşir olan, oldukça sıkı bir biçimde örülmüş bir öykü kitabı elimizdeki. Yalnızca oyun olsun diye değil, daha fazlasını söylemek için yapılan bu müdahalelerin habercisi ilk sayfada bizi “başka bir dilin” karşılıyor olması. Sonraki nesne/öyküler de benzer biçimde hikâyenin zamanını beklentilerimizin tersine işletiyor. Tekrar tekrar karşımıza çıkan birtakım kelimeler, bütünü kapsayan bir şemsiye öyküyü çözmesi/yazması için okuyucuya sunuluyor.

Yazının hikâyesi...

Kitap bir yandan da nesnenin bakışla, kayıptan duyulan hüznün dehşetle, bir terapi olarak yazmanın bir işkence olarak yazmakla ilişkisini sorguluyor, kuruyor. Karakterler de elbette bu tekinsizlik ve belirsizlikten nasiplerini alıyorlar; hepsi de kendi hikâyelerini yazmaya çalışıyor ama bir yandan da “dışarıda” işleyen zaman ve kurgudan bağımsız başka bir yol olduğunu sezinler halde kendi anlatılarını, hatıralarını bozuyor ve yeniden kuruyorlar. Onlar bunların peşinde koşarken, bir yazar ve onun ilham öcüsü, sobadan eli yanan bir çocuğun, fobileriyle uğraşan bir “korkağın”, o “hissini” kaybeden kadının, çaycıda kendi yansımasını gören o garip adamın, çamaşır ipiyle kendini asamadı diye hayata söven bir meczubun hikâyesini yazmaya çalışıyorlar. En nihayetinde bütün bu insanların yolculuğu yazının, yazmanın hikâyesine dönüşüyor. Anlatmanın zorluğu, doğru kelimeyi bulmanın güçlüğü...

‘Zırtapoz’, kitabı dilsiz bir dil ya da rüya diliyle açıyor. Onu izleyen ‘Kol Saati’, bütünü karakterize eden döngüselliğin ipuçlarını veriyor bize. Bir yazar masa başında “eşyaya ve varlığı[n]a duyduğu… sarsılmaz güvenin” parçalanmasına tanık oluyor. Suretinden artık emin değil. ‘El Aynası’ da yine bu parçalanma sonrası açılan boşluğun doldurulamazlığına bir ağıt gibi. Kaybın bir türlü bulunamayan nesnesini arayan öyküler çokça çıkıyor karşımıza Deli Heybesi’nde. Zaten değer verilen bir nesne, onu kaybetme endişesiyle birlikte gelmez mi?  ‘Ayakkabı Teki’, ‘Musluk’ ve ‘Tırnak Makası’ adlı birbirini izleyen öykülerde de nesneyle gelen bu endişe korkuya dönüşüyor. Gece tırnaklarını kesmeye çalışan çocuk ne anneannenin ‘irrasyonel’ tehditlerinde ne de babanın mantıklı açıklamalarında kendi dünyasını buluyor. Bu çocuk büyüdüğünde, kitabın ikinci bölümündeki gibi, şehirde ya da kasabada farklı yansımalarını gördüğümüz bir ‘uyumsuzluktan’ mustarip oluyor. Bir türlü dilini bulamayan birey, ‘Kan Çanağı’ ya da ‘Çekmece Kulpu’nda olduğu gibi, ancak ‘kendinden’ feda ederek anlamlı bir öykü oluşturabiliyor artık. Ama bütün bunlar da kendini aşırı ciddiye alan, kendisinde boğulan değil, ‘Çakmak’ta olduğu gibi başka yönlere işaret eden bir anlatımla dengeleniyor.

Karaoğlu’nun öykülerinde karşımıza çıkan karakterler bir nevi ‘tutunamayan’ ve hatta ‘deli’; toplumdaki, ailedeki yerlerinden hoşnutsuz çoğu ve hatta yersizler. Ama asıl kendi hikâyelerini kuruş biçimlerine yönelik duydukları şüphe, her zaman yokluğunu hissettikleri o eksik parça, onları öykülerde sıkça karşılaştığımız diğer ‘uyumsuz’ karakterlerden ayırıyor. Nesneler ise birer yapıtaşı, ama aynı zamanda insanın kendine bakışının, aynasının sembolleri olarak öykülere ilham veriyorlar. Endişenin, korkunun, öcünün ve ilham alınan perilerin, var olmayana duyulan özlemin izini okuru da bu hislere dahil ederek sürüyor Umut Y. Karaoğlu. Psikolojik yükü hayli fazla olan bu öyküler, toplumda ve çevresinde yansımasını, dilini bir türlü bulamayan bireyi, psikolojizm tuzağına düşmeden anlatmayı başarıyor. Kendi öcüsünü ve perisini daha iyi tanımak, karanlıkta yazmayı ve okumayı denemek isteyenler için, Deli Heybesi iyi bir adres:

Önce, kör oldum sandım.

Tutunacak bir nesne ararken

yokluğa çarpıp dağıldı sonra bedenim.

Korku kaldı benden geriye.

Hareketsizlik… Sessizlik…

Ve boşluğa yönelmiş kör bir bakış.

Hiç var olmamış olmakla yok olmanın arasındaki sınıra ilerledim hareketsizliğimle.

Korkumu körlüğüme kaynaştıran bir içgüdüyle bir beden, bir ben aradım karanlığın içinde.    

Sınıra tutunup var olmak isteyen bir iradeye dönüştüm.

Ve onu gördüm ışıklar içinde.

Geçici olduğunu içten içe bildiğim bir sonsuzluğa,

zamana tutundum.

Deli Heybesi

Umut Y. Karaoğlu

Komşu Yayınları

Aralık 2011, 112 sayfa.

 

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ