OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bana göre bugün insanlığın İsrail’in yaptığı soykırımı durdurmaktan daha önemli, daha acil ikinci bir işi, görevi, sorumluluğu yok. Biz böyle söyleyeduralım, bu tekne ve içindekilerle ilgili İslamcı cenahın en azından bir kısmının zihniyetini yansıtan bazı, en hafif tabiriyle utanılası yorumlar oldu. Bu kişiler, Gazze halkının içinde bulunduğu ıstırabı azıcık içlerinde hissetseler bu bağlamda onlara yardım için girişimde bulunmuş kişilerin kıyafetlerini ağızlarına almaya, konu etmeye hayâ ederler, utanırlar.

Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin CHP’li başkanı Mansur Yavaş, İttihat ve Terakki yöneticilerinden, Birinci Dünya Savaşı sırasında dahiliye nazırlığı ve sadrazamlık yapmış olan Mehmet Talat anısına bir anıt açtıklarını geçen hafta çok matah bir işmiş gibi kamuoyuna açıkladı. Hem Yavaş’ın bu hareketi hem bu anekdota verilen bu tür tepkiler ve daha genel anlamda soykırım faillerine sahip çıkma hali, her zaman anlatmaya çalıştığım bir başka hususu da açık biçimde ortaya koyuyor ki o da Ermeni soykırımının geçmiş bitmiş bir olay olarak tarihin konusu olmaktan ibaret olmadığıdır. Bu, bugünün siyasi ama aynı zamanda ahlaki bir mücadelesidir.

Bakırhan'ın AKP’ye yaptığı bu çağrı boşuna değil çünkü başta Erdoğan olmak üzere AKP yetkilileri sanki bu işin içinde değil de kıyısındaymış gibi bir tavır içerisindeler; işler bekledikleri ve umdukları gibi gitmezse kendilerini hemen dışarı atacak bir pozisyonda kalmak istiyor gibiler. Toplum karşısında bu süreci bütünüyle sahiplenmekten kaçıyor; sanki kendilerinin yapacak bir şey yokmuş, bütün iş kendileri dışındaki aktörlerin omuzlarındaymış izlenimi veriyorlar.

Bugün giriştiğimiz işler için 500 hatta neredeyse 1000 sene evvel yaşamış birilerinin yaptıklarından medet ummak ne kadar manalı ve gerekli? Bizim kendi aklımız, fikrimiz, ilkelerimiz, beklentilerimiz, ahlakımız yok mu ki gidip 500-1000 sene evvelki adamlara bakıyoruz? Sultan Alparslan'la Şeybaniler ve Mervaniler veya Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisî 1000 sene, 500 sene evvel ittifak yapmamış olsa bugün Kürt ile Türk barış içinde yaşayamayacak mı?

PKK’nın kongre bildirgesinde Lozan’a ve 1924 Anayasası’na atıfta bulunması kimilerinin hoşuna gitmemiş. “Cumhuriyet evvelsine mi dönülmek isteniyor?” diye soruyorlar. Doğrusu kendi hayal dünyasında cumhuriyet öncesine dönmek isteyen birileri var mıdır bilmiyorum, muhtemelen vardır ama bu artık ciddi siyasi tartışmaların değil ancak zamanda yolculuk yapılan fantastik film senaryolarının konusu olabilir. “Cumhuriyet öncesine dönmek”ten kasıt İslami tonları ağır basan bir rejim kurmaksa onun için bir yere dönmeye gerek yok şimdiki zamanda da yapılabilir, yapılıyor zaten. Konuya az çok vakıf olan herkesin bildiği gibi Kürt Sorunu cumhuriyetle başlamış sorun değil(di). Daha önceye de götürülebilir belki ama Tanzimat’ın merkezileşme çabalarının bu işin başlangıç noktası olduğu rahatlıkla söylenebilir. Üstelik o zamanlardan başlayarak 1914’e kadar olan süreçte durum daha da karmaşıktı çünkü coğrafi olarak da büyük ölçüde örtüşen iki mesele, Kürt Sorunu ve Ermeni Sorunu birden çok düzlemde iç içe geçmişti.

İlk önce üzerinde durmak istediğim Patrik Maşalyan’ın açıklamasında dikkat çektiği gerek o dönemde gerek sonrasında Türkiye’de birçok kesimin ve halkın acı çektiği saptamasıdır. Bu söylediği yanlış mı? Hayır, değil. Şüphesiz böylesi küresel savaşlarda pek çok kişi ve kesim acı çeker. Peki öyleyse Ermeni Soykırımı’nı farklı yapan ne? Bu da tarih içinde yaşanan bunca acıdan biriyse onu hazmedilmesi ve unutulması zor bir kayıp yapan nedir? Ermeniler neden üç-dört kuşak sonra dahi bir türlü bu kaybı aşamıyor? Kanımca bu soruya bir-iki cevap verilebilir. Ama ilk önce cevap ne değil, onu söyleyeyim.

Hükümet, insanları, yaşamlarını ve faaliyetlerini İstanbul’dan başka bir yere taşımaya teşvik edecek mastır planlar ve projeler üretmek bir yana Kanal İstanbul gibi hem deprem de dahil doğa üzerindeki etkisi tartışmalı hem de İstanbul’da yeni konutları, yeni yerleşimi teşvik edecek projeler peşinde. Bir de işin halk boyutu var tabii. Devleti yönetenler bu konuda atalet içinde de halk tarafı nasıl?

Ermeni Soykırımı 20. yy’ın ilk soykırımlarından biriydi ama maalesef sonuncusu olmadı. Dünya ondan sonra da, biri hala gözlerimizin önünde her gün devam eden, birçok soykırım gördü ve bunların farklılaştığı noktalar olduğu gibi benzeştikleri hususlar onları aynı üst kategorinin başlıkları yapar. Örneğin, bugün İsrailli devlet yetkililerinin söylemleriyle, daha doğrusu bahaneleriyle 110 yıl evvel Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren İttihatçıların bahanelerine bakın ne kadar aynı olduğunu göreceksiniz.

Eğer meseleye, “Canım Ermenilerin zaten kaç oyu var ki ben şimdi bununla uğraşayım” diye bakıyorsanız bu, meselenin sizin için doğru ilkeler ve değerler meselesi değil bir sayı ve siyasi çıkar meselesi olduğunu gösterir. Gel gör ki ahlaki üstünlük iddiasında olan sayı hesabı, çıkar hesabı yapmaz; ilkesel olarak doğru neyse onu uygular.

CHP’nin tabanının bir kısmı (bu anlayışta olanlar CHP’nin tabanıyla sınırlı değil) “Kürtleri” gösterilerde görmek istemiyor çünkü onların desteği olmadan da iktidar değişiminin mümkün olduğunu göstermek istiyorlar. Böylece, onlara ihtiyaç olmadığını da göstermiş olacaklar. Nitekim, aynı anlayışı “İstanbul belediyesi nasıl kazanıldı” ve “cumhurbaşkanı adayı kim olsun” tartışmalarında da görüyoruz. Bu grup, İstanbul’un kazanılmasının “Kürtlere borçlu” olunmadığını iddia ediyor ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de onların oyuna ihtiyaç olmayacağını dolayısıyla Mansur Yavaş gibi bir profilin aday olabileceğini savunuyorlar. Geçen yazıyı “Devlet zihniyetinin ve müesses nizamın öteden beri en çok çekindiği hatta korkulu rüyası diyebileceğimiz şey, şehirli eğitimli orta üst sınıf Türklerin Kürt siyaseti ve toplumuyla fikirsel, eylemsel, duygusal ve moral bir yakınlaşmaya girmesidir” diyerek bitirmiştim. Bu yakınlaşma aynı zamanda Türkiye demokrasisinin ilerlemesinin anahtarıdır.