OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Dünya insana mülk değil

Bir süredir bir zeytin tartışması sürüp gidiyor. Başbakan da tartışmaya veciz bir ifadeyle katıldı: “Zeytin mi önemli, tesis mi?” ve, belki de farkında olmayarak, meseleyi tam özünden yakaladı. Tam da sorulması gereken soru bu. Fakat, burada ‘tesis’ ve ‘zeytin’ aslında birer sembol. ‘Tesis’in yerine kalkınma, ekonomik büyüme, ‘zeytin’in yerine de genel olarak ağaç ve doğa kavramlarını koymak gerekir. Yani asıl soru, “Ekonomik büyüme mi, doğa mı?” sorusudur. Buna cevap verebilmek için de insan, doğa, zaman, varlık-yokluk, ölüm kavramlarına eğilmek gerekir. Gerekir ama, bu soruya “Ekonomik büyüme önemli” cevabını verenler, ufuklarını genişletip bu kavramlara pek odaklanmazlar. Bakış açıları beş-on yılla sınırlıdır. Oysa “İnsan kimdir, zamanın akışı içindeki yeri nedir, bu bilmecede doğa nerede durur, doğayla insanın karşılıklı konumu nedir?” tartışmalarına girmeden, “Tesis mi, zeytin mi?” sorusu cevaplanmamalıdır. 

Söylediklerimi, yüzlerce hatta binlerce yıllık ağaçlar karşısındaki ruh halim ve hissettiklerim üzerinden örneklendirmeye çalışayım. Binlerce yıllık bir ağacı kendi gözlerimle görmedim ama yüzlerce yıllık olanını gördüm ve onun karşısında kendimi çok küçük ve önemsiz hissettim. Onun varlığı karşısında, benim varlığım çok küçük ve anlamsızdı. Benden çok evvel vardı ve insan müdahale etmezse benden çok sonra da olacaktı. Benim tarih diye okuduğum zamanlarda o, bugün olduğu yerdeydi. Ona dokunmak heyecan vericiydi. Beni aşan bu varlık karşısında hissettiğim, heyecan, saygı ve huşuydu. Tanrı’yla karşılaşmak gibi. Görmedikleri bir Allah’tan ziyade, şahit oldukları, dibinde yaşadıkları bu aşkın varlık karşısında ağaca tapan ve sıfatlarına ‘ilkel’ dediğimiz insanları çok iyi anlıyorum. Öte yandan, benim gibi inançsız olmayıp, Allah lafını ağzından düşürmeyenlerin, ‘yeri göğü yaradan’la bağı kendi şahsından çok öte olan diğer varlıklara karşı bu kadar hoyrat olmasını anlamıyorum.

Bütün bunlara ‘duygusal veya manevi saçmalıklar’ diyebilirsiniz ama “Tesis mi, zeytin mi?” sorusunun cevabı tam da bu ayrımda yatıyor. ‘Tesis insanları’ ile ‘zeytin insanları’ farklı dünyalara aitler, hayat, zaman, ölüm karşısında farklı şeyler hissediyorlar. Yoksa, doğa karşısında yukarıda zikrettiklerimi hisseden biri ona bu derece zarar verebilir mi? Acaba bu insanlar ağaçların, hiçliklerini, geçiciliklerini, küçüklüklerini yüzlerine vurmalarına mı katlanamıyorlar, bunun mu intikamını alıyorlar onlardan diye de düşünmeden edemiyorum. Mesela, yakın zamanlarda şahit olduğumuz ‘1453 kamyon’ görüntüsü kadar utanmaz, mütecaviz, vahşi, bu kadar yıkıcı az şey gördüm hayatımda. Hınçla intikam alır gibiydiler. Tabii ki, doğa karşısındaki bu tutum ne Türkiye’yle ne de bu iktidarla sınırlı ama gördüğümüz herhalde en vahşi örneklerinden biri.

Sorunun temel noktalarından biri, antroposentrik yani insan merkezli bakış açısı. İşin ironik yanı, hem semavi dinler hem de ‘rasyonel, laik’ modernizm bu bakış açısına sahip. Bu anlayış, canlı cansız diğer her şeyi “insan için, insanın emrinde” görüyor. Semavi dinler için insan, Allah’ın en büyük eseri ve diğer her şeyi onun için yaratmış; modernizm için ise doğa ‘fethedilmesi’, zapturapt altına alınması gereken bir ‘şey’. Oysa insan dünyanın varlığı içine yerleştirildiğinde o kadar anlamsızlaşıyor ki... Dört milyar yaşındaki dünyada insanın, daha spesifik söyleyecek olursak, atamız olan Homo sapiens’in ortaya çıkışı daha dün bile değil, 200 bin yıl evvel. Bir karşılaştırma olsun diye söylüyorum, dinozorların ortaya çıkışı kabaca 230 milyon, yok oluşu ise 66 milyon yıl öncesine tarihleniyor. Herhalde zihnimiz bu zaman dilimlerini kavramakta, anlamakta zorlandığı için çareyi görmezlikten gelmekte, unutmakta buluyoruz. Zamanın bu akışı içinde varlığının sonsuz olduğunu düşünmek, insan için nasıl bir küstahlıktır? Dünya bizle var oldu havasındayız. Ama şu bir gerçek ki, dünya bizim kadar vahşi, saldırgan bir canlı türü görmedi. Bu söyleyeceğim bazılarına fazla radikal, rahatsız edici gelebilir ama belli bir süredir samimi düşüncem odur ki, insan soyunun tükendiği gün dünyanın bayramı olacaktır. Geride bıraktığımız, dağlar, denizler, kurt-kuş, börtü-böcek kırk gün kırk gece gidişimizi kutlayacaklar. “Nihayet bitti” diyecekler sevinç gözyaşlarıyla, “insanın devri bitti, kurtulduk.” Hayvanları insanlaştıran bu teşbihteki ironi ve çelişki de onlara armağan olsun.

Denedim ama, bir Türk büyüğünden esinlenerek şunu söylemeden bitiremeyeceğim: Eyyy insanoğlu, sen kimsin ya?