OHANNES KILIÇDAĞI
Soykırım: hem insanlık dışı hem insan işi
Bunlar, farazi örnekler değil, hepsi de Yahudi Soykırımı sırasında birebir yaşanmış haller. Ama bu tür sorular için mutlaka tarihe bakmaya da gerek yok maalesef. Bugüne dair şu soruları da sorabiliriz örneğin: Nasıl on binlerce çocuk aylar hatta yıllar boyunca bombalarla parçalanır, nasıl insanlar kaldıkları çadırlarda canlı canlı yakılabilir, nasıl göz göre göre açlıktan ölüme mahkum edilebilir? Nitekim, Gazze’de İsrail’in giriştiği soykırıma karşı çıkan, muhalefet eden sağduyulu Yahudiler de bunun farkında.
Din, ahlâk ve Gazze
İlginç olan şu ki Gazze soykırımına ahlâki gerekçelerle itiraz halklardan, daha ziyade de Batılı ülkelerin halklarından geliyor. Evet yetersiz, evet gidişatı şu ana kadar değiştirebilmiş değil ama Batılı ülkelerde yüz binlerce kişi düzenli biçimde sokaklara çıkıyor, itirazını dillendiriyor, işçi örgütleri dayanışma ve grev çağrısı yapıyor. Öte yandan, Gazze’ye itiraz konusunda benzer yaygınlıkta ve süreklilikte bir taban hareketinin, Türkiye dahil, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde de olduğunu söylemek zor.
Akıl İsrail’i durduramaz
Evet, İsrail insanlığın çoğunu ahlâken aşağı çekti, çekiyor ama çok daha küçük bir kesim var ki onları da ahlâken yukarı çekti. Gazze’ye gönüllü gidip çalışan doktorlar, orada insanlara yardım ulaştırmak için uğraşan kuruluşların çalışanları ve tabii teknelerle Gazze’ye yardım malzemesi ulaştırmak için denize açılanlar, onların başına İsrail bir şey getirirse limanları bloke edeceklerini ilan eden İtalya, İspanya ve Yunanistan’daki liman işçileri…
Bu kişiler, yapılması gerekeni yapmak için risk alıyorlar, kendilerine gelebilecek olası veya potansiyel zararlar onları durdurmuyor.
CHP niye hepimizin “derdi”?
Yaşananlar tabii sadece CHP’nin sorunu değil. Bu CHP’nin şahsında seçim düzenine ve dolayısıyla demokratik mekanizmalara yapılan bir saldırı. Bu sebeple de buna hepimizin karşı çıkması, CHP’ye şu konjonktürde destek vermesi gerekiyor. Gelgelelim, CHP yöneticilerinin de en doğru ve kapsayıcı mesajları vermek gibi bir sorumluluğu var.
Kafkasya’da yol uzun
Geldiğimiz noktada ise Azerbaycan yıllarca "bir millet iki devlet" diye diye uyuttuğu Türkiye'nin olmadığı bir masada ABD'nin arabuluculuğunda ve ABD'nin bölgeye doğrudan girişine imkan ve onay veren bir anlaşmaya imza attı. Halbuki, Türkiye 35 senedir tarafsız bile demeyeceğim ama daha dengeli bir politika izleseydi hem barış çok daha önce gelebilir, bunca insan ölmez, bunca acılar çekilmezdi, hem de Türkiye daha etkin bir pozisyon alabilirdi. Tabii ki bu 35 senenin suçunu sadece Türkiye’ye yüklemiyorum, böyle bir şey mantıksız olur. Ermenistan hükümetlerinin sorumluluğunu yukarıda belirttim zaten. Azerbaycan ise bu süre zarfında zaten babadan oğula devredilen bir otokrasi durumunda.
Irkçılığa dair
“İnsan alt türü” söyleminin de çok tehlikeli, birçok soykırımın toplumsal mayasını oluşturan bir söylem olduğunu bilmek gerekir. İnsanları bu şekilde alt tür-üst tür diye sınıflandırmanın en lanetli örneklerinden biri Nazilerin Nietzsche’den aldıkları ve Yahudi soykırımının ideolojik ve söylemsel dayanaklarından biri haline getirdikleri “übermensch” yani “insan üstü” kavramıdır çünkü bir “üst” tanımladığınız anda otomatik olarak bir de “alt” tanımlamış olursunuz veya tersi. Velhasıl, insanlar arasında tür bazında sınıflamaya atıfta bulunan söylemler, söyleyenin anlık niyetinden bağımsız olarak ırkçılığın değirmenine su taşır.
Dünya görseydi… Görüyor zaten
Gazze’deki kıyım tabii ki birçokları üzerinde ruhsal ve duygusal manada etkili oluyor. Yazar, ressam ve stand-up aktörü Vahe Berberian da 17 Ağustos’ta kendi bloğunda, “Ben Hâlâ Bu Soykırımın Suç Ortağıyım”, başlıklı bir yazı yazdı. Şöyle diyor Berberian: “Ermeni Soykırımı’ndan sadece 40 sene sonra doğdum. Ailemin iki tarafı da katledilmiş…Sadece yayam o zamanlar bir yaşında olan babamla sağ kalmış…Çocukluğum soykırım hikayeleri dinlemekle geçti. Yayamın sesi hep aynı şaşkınlık ve acıyı yansıtırdı: ‘Dünyanın bunun olmasına nasıl izin verdiğini hiçbir zaman anlamayacağım. Nasıl olur da bütün bir milletin katledilmesini seyrederler ve hiçbir şey yapmazlar?’”
Sorun okul sayısından ibaret değil
1970’lerin başında okul sayısı 32, öğrenci sayısı 7400 civarında; 2000’lerin başında ise okul sayısı 18, öğrenci sayısı 3800 civarındaydı. Bugün ise öğrenci sayısı 2500 civarlarına kadar düşmüştür. Bunda tabii ki Türkiye Ermeni toplumunun azalan nüfusunun önemli payı vardır ama sorun ondan ibaret değildir. Okullara olan rağbet de azalmıştır. Bunun da hem Ermeni toplumundan ve onun eğitim kurumlarından hem de içinde yaşadığımız ülkeden kaynaklanan nedenleri vardır.
Millet sisteminin ne bağlamı ne zemini var
Türkiyeli olmak Türk olmaya veya Türk olmak Türkiyeli olmaya engel değil. Tıpkı Türkiyeli olmanın Kürt, Ermeni, Laz, Yahudi vs. olmaya engel olmadığı gibi. Burada maksat herkesin kendini dahil edebileceği bir kategori ve kimlik yaratabilmek. Üst kimlik olarak tanımlanan bu kimliğin içinin mümkün olduğu kadar boş olması lazım ki herkes orada kendine yer bulabilsin. Türk tabirinin herkesi kapsamamasının en önemli nedenlerinden biri belki de birincisi de bu zaten: Türk tarihsel anlamda çok yüklü, içi çok dolu spesifik bir kavram.
Kota
Tek cümleyle halledilecek bir mesele olmamasına rağmen Türkiye için yasama veya yürütme organında etno-dinsel gruplara kota uygulaması kanımca şart değildir. Daha önemli olan, kimlikler üzerindeki baskıların kaldırılması, korunmaları ve gelişmeleri için eğitim ve diğer alanlarda gerekli önlemlerin alınması, yönetimde de yerele daha fazla inisiyatif verecek reformların hayata geçirilmesidir.