Jean Jacques Rousseau 302 yaşında

28 Haziran 1712'de doğmuş olan düşünür Rousseau'yu Servan Altıkanat yazdı.

SERVAN ALTIKANAT
servan.alt@gmail.com

‘’Bilimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk, Toplum Sözleşmesi, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, Emile, İtiraflar’’...  Öne çıkan yapıtlarından birkaçı.

Altı senesini, Topkapı Sarayı'nda saat tamirciliği yaparak geçiren Cenevreli bir zanaatkârın, Isaac Rousseau'nun oğlu o.

Doğduğu tarih ‘’1712’’ olarak bilinir ama, bana kalırsa o, 1749’da, Dijon Akademisi’nde katıldığı yarışmadan kazandığı armağanla doğmuştur...Zira bu armağanla, şöhreti bütün Avrupa'ya taammüm etmiştir.

Jean- Jacques Rousseau romantizmin peygamberidir. Müzikten eğitime, siyaset felsefesinden edebiyata değin bir çok alaka alanına sahip bir münevver olarak insanlığın düşünsel haznesine menfi ya da müspet  katkılar sağlamıştır.

Malum dönemde,  Fransa’nın her tarafında, Cenevre’deki radikal çevrelerde ve  her şeyden önce de, Avrupa’nın aydınlanmış kesimleri olan İtalya, İskoçya ve Kant ile Goethe’nin bir veya iki kuşak sonra onun en ünlü hayranları haline gelecekleri Almanya’da, pek çok tutkulu taraftarı olmuştur.

İki buçuk asır evvel yayımlanan ''Toplum Sözleşmesi'' (Du Contrat Social ou Principes du droit politique) yapıtı, bugün siyaset bilimi okutan tüm fakülte ve yüksek okullarda vazgeçilmez bir el kitabıdır.

Yalnız bu Fransız müellifin yaşam öyküsü hayli enteresandır; fikirleri ise liberal demokrasiyle bir çok noktada çelişir.

Hiçbir zaman devrimi savunmamış, siyasal başkaldırıları kötü telakki etmiştir ama, tarihe de devrimin fikir babalığını yapan bir zat olarak geçmiştir.

Çocukların eğitimi üzerine ''Emile'’i yazan da odur, Paris sosyetesinden kopmamak adına, hizmetçi Therese Levasseur ile beraberliğinden olan beş çocuğunu yetimler yurdunun belirsiz kaderine terk eden de...

Emile’in yayınlanmasından sonra Kilise, Parlamento, Krallık ve birçok filozofun karşı olduğu bir adam, görünüşte tek başına kalmış, yalnız bir adam gibi görülebilir; ama bilinen o ki, o süreçte bile, Korsikalı ve Polonyalı yurtseverlerden ona, anayasa hazırlaması için çağrılar gelmiştir.

Rousseau’nun nezdinde,  ‘’çoğunluğun iradesi en adil olandır; her zaman doğru  olan, mutlak yanılmaz bir güç yani ‘genel irade’ vardır ve ona itaat etmek boyun borcudur’’.

Birey devlete borçludur. Hükümdar birine öl derse, o birey gözünü kırpmadan ölmelidir, zira yaşamı ona doğanın armağanı değil, devletin verdiği bir lütuftur.

Yasama yetkisi ile yürütme gücü, siyasi bütünde birbirinden ayrı iki unsurdur ama, bunlar birleşmeden siyasi bütünde ne bir şey yapılabilir, ne de yapılmalıdır.

Rousseau, ''Zigana Dağı’nın üstünde portakal ağacı dikilmez'' diyen Recep Peker misali demokrasi adına bedbindir, ona göre demokrasi hiçbir zaman varolmadı, varolmayacaktır. Ancak tanrılardan oluşan bir halk olsaydı, demokrasi ile yönetilirdi.

Fikri kökleri Aristotoles’e, Padovalı Marsilius’a, Locke’a, Montesquieu’ya kadar uzanan ‘’kuvvetler ayrılığı’’nın, ''kendisinin önünde ayak bağı olduğunu'' açık yüreklilikle ifade eden, çoğunlukçu yaklaşımları ağır basan Erdoğan ve partisine bakınca, dev bir Rousseau posteri görüyorum sanki.

Ne tesadüftür ki, Rousseau’da tıpkı AKP gibi, ömrünün son dönemini (1762-1778) paranoyalarla boğuşmaya adamıştı. Kişiliğini gözden düşürmek üzere, Aydınlanmanın öncüleri olan eski dostlarının, -Diderot, d’Alembert’, d’Holbach ve Grimm- kendisine karşı benzersiz bir ''komplo'' ağı kurmak üzere siyasal düşmanları ile bir ittifak içine girdiklerine inanmıştı...                                              

Ayrıyeten Rousseau’dan etkilenen ‘’devrim meleği’’ Saint- Just’un ‘’egemenin dışındaki her şey bir düşmandır’’ deyişiyle, AKP’lilerin kendi cephelerinde yer almayanlara bakışı arasında da  bir analoji kurmak, pek abest kaçmasa gerektir.

Yalnız bir nüans var,  Saint- Just hiç mürteşî olmamış. 17 Aralık’lara  filan hiç konu olmamış!

Kategoriler

Güncel Yaşam