Wittgenstein’a yakışan bir dil oyunu

2014 yılının son edebi sürprizlerinden biri David Markson tarafından yazılan ‘Wittgenstein’in Metresi’ isimli roman oldu.

Bürkem Cevher

Postmodern edebiyatın bu kült romanı yayınevleri tarafından elli dört kere reddedildikten sonra basım şansını elde etmiş. Romanın sonunda yayınlanan ‘Son Söz’ünde Moore, “Ne olursa olsun, Wittgenstein’in Metresi’nin olmadığı bir dünyaya artık alışamam,” diyerek bitirir yazısını. Roman hakkında David Foster Wallace ise, “Bu ülkedeki deneysel edebiyatın en üst noktası” demiştir.

Dünyada kalan son kişi olduğuna inanan ressam

Romanda, Kate isimli bir ressam, dünyada kalan son kişi olduğuna inanmaktadır. Yıllarını kendisi gibi  hayatta olan başka birilerini bulmaya çalışarak geçirmiş, sonunda sahilde kendince uygun gördüğü bir yazlığa yerleşmiştir. Hayatının en travmatik olayı olan yedi yaşındaki oğlunun yirmi yıl kadar önceki ölümünü anlatmak istemez, bu olay onu hâlâ çok etkilemektedir. Uzunca bir süre deliliğin sınırlarında yaşadığını söylemekle birlikte, hâlâ duygusal sağlığı konusunda şüpheleri/şüphelerimiz vardır.

Büyük olasılıkla dünyada büyük bir felaket olmuştur, dünya üzerinde kendisinden başka bir insan kalmadığı gibi hayvan da kalmamıştır. Artık Seine, Missisipi veya Tuna nehirlerinden su içilebiliyordur. Ancak felaket sonrası tüm o ölü bedenlerin nereye gittiği konusuna hiç değinmez, büyük ihtimalle delilik yılları tam o felaketin sonrasına denk gelmiştir.

Kate sık sık aynı konulara değinir. Bir konu diğerini açar. Anlatmak istediği bir şeyi anlatmayı unutabilir ve bu arada çok farklı bir konu üzerine spekülatif bilgiler verir. Ya da bir sayfada anlattığı bir olayın birkaç sayfa sonra aslında gerçekleşmediğini söyleyebilir. Oğlunun adı kitabın çoğunda Simon olarak geçerken, bir anda Lucien olur. Oysa ki Lucien’in, sevgilisi olduğundan bahsetmiştir defalarca.

Sanat Tarihi hakkında derin bilgiye sahip olduğunu düşünürüz Kate’in, ancak anlattığı anekdotların pek çoğunu dipnotlardan hatırladığını söyler. Zaten anlattığı olayların doğru olması ya da olmaması değildir önemli olan. Bir tür bilinç akışı yöntemi kullanmıştır ama temalar sık sık tekrarlanır, tekrarlanırken de ayrıntılarda küçük değişiklikler meydana gelebilir. Roma’da Colosseum’da gördüğü kedinin rengi koyu kırmızı, gri, kızıl kahverengi ya da siyah olur. Bu ayrıntılar çok da önemli değildir. Onun için önemli olan gördüğü ya da gördüğünü sandığı kedidir.

Sık sık değindiği konular ve kişiler arasında Zeno’nun paradoksları, Antik Yunan tragedyaları – özellikle de Troya efsanesi – Rembrandt, Sappho, Willem de Kooning, Brahms, Jan Vermeer ve elbette Wittgenstein vardır. Kitabı eline alıp “Wittgenstein eşcinseldi, metresi olamazdı ki,” diyenlere 247. sayfada “Bu arada, Wittgenstein hiç evlenmedi. Şey, bir homoseksüel olarak, bir metresi de olmadı,” diye yanıt verir. Ancak kitabın başlarında da belirttiği gibi olmayan bir şeyi düşündüğümüz anda bile o şeyi aslında varmış gibi tahayyül eder ve ancak ondan sonra olmadığını söyleyebiliriz. “Felsefe, aklımızın dil aracılığıyla büyülenmesine karşı bir savaştır,” der Wittgenstein. Moore da Markson’un bu önermeye, bu roman ile verilebilecek en iyi kurgusal açıklamayı verdiğini düşünür.

Bu tanımlamalar, romanın okunması zor bir roman olduğunu izlenimini yaratmasın. Kitap oldukça akıcı ve eğlenceli bir roman. Kitabı anlamak için Wittgenstein uzmanı olmaya da gerek yok. Elbette Wittgenstein felsefesine bir aşinalık romanın farklı katmanlarına da erişim sağlayacaktır. Ancak kitabın başlarında Truva Antik Kenti’ni görmek için Hisarlık’a giden Kate’in maceralarına tanık olmak da başlı başına bir eğlence. Sırf bu maceranın Kate’in bilincinde sizi nereye sürükleyeceğini görmek için bile okuyabilirsiniz romanı.

Kitabın en eğlenceli bölümü ise Kate’in İlyada ve Odysseia’daki olaylara kendi yorumlarını kattığı bölümler. Kitabın başında Kate de okuru uyarıyor: “Ayrıca, sık sık bu öykü-lerin kendime göre yeni yorumlarını uyduruyorum, insanın çok özel fantastik doğaçlamaları.” ‘Wittgenstein’in Metresi’ni en iyi bu cümle anlatıyor sanırım. 

Tanrı’m erkeklerin bir zamanlar yaptıkları…

Kitapta birkaç kere hem Troya Savaşı’na hem de Çanakkale Savaşı’na atıfla: “Yine de, gencecik adamların bunca zaman önce oradaki bir savaşta ölmelerini ve tam üç bin yıl sonra yine aynı yerde ölmelerini inanılmaz buluyorum” diyerek savaşların hemen tamamının eril sistemin bir parçası olduğunu belirtir ve “Tanrı’m, erkeklerin bir zamanlar yaptıkları” der. Bu cümle ara ara kişisel mitolojisine atıfla da tekrarlanacaktır.

Bu sene en sevdiğim kitaplar arasında ilk sıralardan birini Wittgenstein’in Metresi alıyor. Öncelikle dilin kullanımına ait eleştirileri ve yazarın kendi cümlelerindeki anlam kaymalarına dikkat çekmesini sevdim. Bir konunun başka başka konuları açmasını ve dönüp dolaşıp ilk başladığı konuya gelebilmesini, Wittgenstein’ın ‘dil oyunu’ kavramının kitaptaki yansımasını sevdim. Tragedyalar, sanat tarihi anekdotları ve hepsinden önemlisi de bu anlatılanların hiçbirinin - ya da çoğunun – doğru olmayabileceği ihtimalini sevdim ben. Sizin de seveceğinizi umuyorum. 

Wittgenstein’ın Metresi
David Markson
Çeviri: Pelin Angı, Suat Kemal Angı
Jaguar Kitap
278 sayfa.